Kitap okunan, edebiyat konuşulan bir evde büyüdüm. Haliyle yazarların, şairlerin isimlerine küçük yaşta aşina oldum. Annemle babam hemen hepsini ad ve soyadlarıyla beraber andıkları halde ondan hep “Adalet Hanım” diye söz ederlerdi. Nedenini sormak aklıma hiç gelmedi, belki de kanıksadım, kabullendim ve durmadım üzerinde. Şimdi düşünüyorum da, başka zamanlar mesafeyi çoğaltan ibare burada sanki mesafeyi azaltıyor, bir sevecenlik ve yakınlık tınısı kazandırarak onu ayrıcalıklı bir yerde gördükleri anlamına geliyor.
Onu böyle anmaları da hiç değişmeden devam etti. Yıllar boyunca ne zaman yeni bir kitabı yayımlansa telefonda, “Adalet Hanım’ın yeni kitabı çıkmış,” deyip göndermemi istediler. Adalet Hanım onlardan beş-altı yaş büyüktü, ama aynı kuşaktan saymak çok yanlış olmasa gerek. Evde adının başka yazarlardan farklı anılmasının da etkisi var mıydı, bilmiyorum, ama Adalet Hanım’ın romanlarını okurken sadece Aysel’in, Tezel’in, Ömer’in ya da başka roman kişilerinin değil, yazarın kendisinin yanı sıra annemle babamın ve onların arkadaşlarının hayat hikâyelerine de uzaktan uzağa tanıklık ediyormuşum hissini duydum. En azından gençliklerinin, orta yaşa yaklaştıkları yılların nasıl bir toplumsal atmosferde, hangi koşullarda geçtiğini, duygu ve düşünce dünyalarının neye benziyor olabileceğini biraz olsun sezdiğimi düşündüm. O kuşaktan başka yazarlarda bunu pek düşünmedim doğrusu. Sanırım bir hikâye anlatırken o hikâyenin geçtiği zamanın başat meselelerini, bu meselelerin insanların duygu dünyasında neleri etkilediğini, iç karmaşalarla dışarıda olan biten arasındaki bağları, gerilimleri başarıyla aktarabilmiş olmasının, güncelin içindeki kalıcı meseleye odaklanmasının bir sonucuydu bu.
Bir-iki yıl önce Yazsonu’nu yeniden okuma isteği duydum. İlk okuduğumda aldığım hazzı duyup duymayacağımı da merak ediyordum, ama esas olarak canım güzel bir roman okumak istediği için elim Yazsonu’na gitmişti. Roman okumanın kendine özgü, apayrı bir hazzı var benim için; bu hazzı ilk kez duyduğum, böyle bir hazzın varlığını ilk kez fark ettiğim romanlar arasındaydı Adalet Hanım’ın kaleminden çıkanlar. Gene çok sevdim Yazsonu’nu, hatta daha çok sevdim, çünkü romanın meseleleri daha bildik, daha da önemlisi, çok daha düşündürücüydü bu kez benim için. Yayımlanmasının üzerinden kırk yıla yakın zaman geçmişti, kesinlikle eskimemişti. Bir kuşağı ya da bir dönemi anlatmıştı, ama anlatılan aynı zamanda başka dönemlerin ve kuşakların da hikâyesiydi.
Birkaç ay önce Çınar Oskay’la yaptıkları son söyleşide bugünün edebiyatını değerlendirirken tek bir cümleyle çok önemli bir eleştiri getirdi Adalet Hanım. Kulağımıza küpe olması gereken bir noktanın altını çizdi. “Bir şey anlatmak yetiyor,” dedi. Edebiyatın bir şey anlatmanın çok ötesinde olduğunu, bunun yetmediğini, asla yetmeyeceğini kavramak için onun herhangi bir romanını ya da öyküsünü okumanın yeterli olacağını sanıyorum.
Behçet Çelik
(K24)