Arife Köse, Ken Loach’ın son filminin kapitalizme sert bir eleştiri olduğunu savunuyor.
Ken Loach’un son filmi ‘Üzgünüz, Size Ulaşamadık (Sorry, We Missed You) kapitalizm altında hayatımızın nasıl dönüştüğünün, kapitalizmin insanı ekonomiye feda eden işleyişinin nasıl hayatın, kabullenmemiz gereken bir gerçeği olarak bize dayatıldığının hikayesini anlatıyor. Loach, her zamanki maharetiyle, bir trajediyi öfkeye dönüştürmeyi başarıyor.
İngiltere, Newcastle’de bir inşaat işçisi olan Ricky, 2008 krizinde işini ve bir ev sahibi olma hayalini kaybeder. Ricky’nin karısı Abby ise, her gün, yalnız yaşayan onlarca engelli, yaşlı, bakıma muhtaç insana evinde bakım hizmeti sunan ve çalıştığı saat başı ücret alan bir bakıcıdır. Çift, ergenlik çağında olan ve başı sürekli okulla ve polisle derde giren Seb ve akıllı küçük kızları Liza Jane ile birlikte kiralık bir evde yaşamaktadırlar.
Yoksulluğun zorladığı hayatlar
Kriz ile birlikte işsiz kalınca Ricky’nin arkadaşı ona bir minibüs alarak bir taşımacılık şirketi için teslimat yapma işine girmesini önerir. Ricky, sözde kendi işinin sahibi olacaktır ama aslında bunun anlamı onun geleneksel olarak bir çalışanın sahip olduğu hiçbir hakka ve olanağa sahip olmamasıdır.
Ricky’nin bu işi yapmak için kendi minibüsünü satın alması ya da kiralaması ve malların müşterilere teslimatı konusunda belirlenen hedefleri tutturması gerekmektedir. Ricky, kendisi de arabasını iş için kullanan karısı Abby’i bin bir güçlükle ikna ederek onun arabasını satar ve bir minibüs alır.
Artık Ricky kendi işinin patronudur. Filmin başında taşımacılık şirketinin müdürü Maloney’e bu işi ne kadar istediğini anlatırken gün içinde teslimatların yapılmasından başka bir şeyle ilgilenmeyen Maloney, Ricky’e bir tür serbest çalışan gibi olacağını “sen, bizim için çalışmıyorsun; bizimle birlikte çalışıyorsun” diyerek anlatır. Böylece ekonomik durumlarını düzeltebilecekler ve 2008 krizi ile birlikte ev almak gibi yerle bir olan hayallerini yeniden gerçekleştirme fırsatı bulabileceklerdir. Hayatta tek önemli olan şey ise müşterilere teslimatların, bedeli ne olursa olsun, vaat edilen zaman dilimi içinde yapılmasıdır.
Tüm bu süreç, “silah” adı verilen bir tarayıcı ile izlenir ve kayıt altına alınır. Maloney’nin deyimiyle “kimin hayatta kalıp, kimin öleceğine bu silah karar verir”. Öyle ki Ricky’nin teslimat yaptığı zamanlar hariç minibüsün dışında ne kadar zaman geçirdiği bile kayıt altına alınır. Eğer yerine geçecek başka bir şoför bulamazsa işten birkaç saatliğine bile izin alamaz. En önemli müşteriler, kendi belirledikleri zamanda teslimatın yapılması için ekstra para ödeyenlerdir. Tüm bunları yaparken Ricky’nin tuvalete gidecek vakti bile yoktur, tuvaletini diğer teslimatçılar gibi minibüsün arkasında taşıdığı plastik bir şişenin içine yapmak zorundadır. Bu zorunluluk onu sadece küçük düşürmekle kalmaz, tehlikelere de açık hale getirir ve bir gün teslimat sırasında yine tuvaletini plastik şişeye yapmaya çalışırken minibüste bulunan malları çalmak isteyen hırsızların saldırısına uğrar.
İşçi ve zaman
Bu saldırı onun, fiziksel olarak aldığı yaralar bir yana, daha fazla borca boğulmasına neden olur. Zaten çeşitli aile sorunları nedeniyle birkaç gün teslimat yapmamış olduğu için artık bunu bir kez daha yapma şansını kaybetmiştir. Tek yapabileceği şey daha çok ve daha çok çalışmaktır. Daha yaraları iyileşmemişken, bir gözü görmüyorken kalkar ve karısının ve çocuklarının onu durdurma çabalarına rağmen minibüsüne biner ve işe gider.
Tüm bu süreçte fiziksel ve ruhsal olarak zarar gören sadece Ricky olmaz. Abby de sıfır saat kontrat ile bakıcı olarak çalışmaktadır; bakıcılığını yaptığı kişilere ziyareti başı para alır. Evinde bakımını yaptığı engelli, yaşlı ve bakıma muhtaç kişileri belirlenen saat dilimleri içinde görmek ya da gecenin bir vakti bakıcılığını yaptığı kişilerden birisi onu aradığında kalkıp gitmek zorundadır. Sabah çok erken saatte evden çıkar ve ancak gece döner. Kapitalizmin bilinen 9-6 iş saat diliminin yok oluşunu temsil eder Abby’nin çalışma hayatı.
Ricky de Abby de işlerinin kurallarına ve zorunluluklarına hapsolmuşlardır. Oğulları Seb’in başı derde girip müdür onları çocukları hakkında konuşmak için okula çağırdığında bunu yapabilecek vakti bile ayarlamaları imkansızdır. İkisinin de ne bir otobüsü ya da teslimat zamanını kaçırma, ne de aniden çıkan bir okul toplantısına gitme ya da mesela, telefonlarını bile kaybetme lüksü vardır. Yeni esnek ya da daha popüler deyimiyle gig ekonomi onları kapitalizmin yeni kölelerine dönüştürmüştür. Güvencesizlik, işlerinin kendilerine dayattığı zorunlulukları sürekli yerine getirmeye çalışmak için sürekli bocalamak, çalışma hayatlarının insanlık onurlarını hiçe sayarak onları sürekli aşağılaması, deyim yerindeyse onları zorunlulukları dışında hiçbir anlamları olmayan bir “hiç”e dönüştürmesi hepsinin birbirleri ile olan ilişkilerini zehirler. Evlerine, yatak odalarına, karı-koca olarak birbirleri ile ilişkilerine ve anne-baba olarak çocukları ile ilişkilerine sızar.
Mali durumlarını biraz olsun düzeltmek ve en azından bir evlerinin ve kendi işlerinin sahibi olabileceklerini düşünerek çıktıkları yolculuk onlara daha fazla sömürüldükleri ve yoksullaştıkları bir hayat olarak geri döner. Bu hayatın ortasında sahip olabilecekleri tek an dört kişilik bir aile olarak bir cumartesi akşamı dışarıdan söyledikleri Hint yemeğini hep birlikte yiyebilmektir. Ama Abby’nin başına geldiği gibi, onun da iş için çalan bir telefonla her an bölünmesi mümkündür.
Arife Köse
(Sosyalist İşçi)