Veba, Kovid-19 ve insan

26.04.2020 - 12:26
Haberi paylaş

Albert Camus'nun Veba romanı bugün nasıl anmalar çağrıştırıyor? Figen Dayıcık Fırat yazdı. 

Covid-19’un herkesi eşitlediği söyleniyor, güzel bir kandırmaca. İnsanlar sadece ölümde eşit.

İnsanı odağına alan Veba adaletsizliğin, eşitsizliğin romanı. Başka bir dünyanın kurulabileceğine dair bir başyapıt. Roman boyunca insanlık, yoksulluk, dayanışma, başkaldırı ve inanç temaları karşımıza sıklıkla çıkıyor. 1947’de yayımlanan kitap bugün yaşadığımız zorluklara da adeta ayna tutuyor. 

Roman, Cezayir’in Oran kentinde ortaya çıkmış-gerçekte olmayan- bir veba salgını üzerine kurulu gözükse de Alman işgalini sembolize ettiği söylenir. Fransızların, Hitler ordularına “Kara Veba” demesi romana esin kaynağı olmuş gibi görünüyor. İkinci Dünya Savaşı’nda yaşananlar, Camus’nün düşünce dünyasını büyük ölçüde etkilediğinden bireyin anlamsız bir dünyadaki zor durumu üzerine yoğunlaşan Camus’nün ilgisi savaşla birlikte dayanışmaya ve direnişe yönelmiş. 

Romanın ilk sayfalarında kentten çirkin, güvercinlerin terk ettiği, yaprak hışırtısı duyulmayan, ağaçsız, bahçesiz bir yer olarak bahsedilir. Modern, ruhsuz bir kenttir. Açlığın, savaşın, iklim krizinin, nesli tükenen hayvanların-bitkilerin olduğu bugünün ruhsuz dünyası gibi. Dr. Rieux, “Sonu olmayan bir yıkım,” diyor vebaya ve onun temsil ettiklerine. Bunu, ona öğreten şeyin de “sefalet” olduğunu söylüyor. Günümüz dünyasının sefaletini düşünün; açlıktan ölenleri, göçmenleri, ekonomik krizlerden, salgınlardan etkilenenleri. Hepsi yoksul. Romanda da vebanın ilk kurbanları kapıcı, demiryolu makasçısı, oda hizmetçisi ve fakir mahalleler. Pandemi günlerinde Amerika’da ölen insanların basına yansıyan profili bundan farklı değil. 

Giderek artan yiyecek sıkıntısı, temel gereksinim maddelerine inanılmaz fiyatlar ödenmesi, zengin ailelerin neredeyse hiçbir eksiği yokken yoksul ailelerin çok güç durumda kalması, vebanın adaletsizlik duygusuna neden olması, ölümün o mükemmel eşitliğinin yerinde durması, böyle bir eşitliği de kimsenin istememesi, açlık çeken yoksulların, yaşamın özgür, ekmeğin ucuz olduğu komşu kentleri ve kasabaları daha büyük bir özlemle düşünmesi bize tanıdık gelmeli. Özellikle de pandemi günlerinde benzerlerini duyduğumuz, okuduğumuz yoksulların, göçmenlerin durumu. 

Hem yazar hem de felsefeci olan Camus’nün eserlerinde felsefi görüşleri adeta vücut bulur. Dr. Rieux, bir kötülük olarak kabul ettiği vebayla savaşılması gerektiğini düşünür ve arkadaşlarıyla dayanışma içinde vebayla savaşır, başarılı olur. Birlikte mücadele ettiği arkadaşlarından biri de gazeteci Rambert’tir. Mutsuz olan ve karantinadan ülkesine kaçmaya çalışan Rambert, kaçma fırsatını yakaladığında vazgeçer. Dayanışmanın gücü ona “Tek başına mutlu olmakta utanılacak bir yan vardır” sözünü ettirir. O, seçimini özgürce mutsuzluktan yana yapmıştır.

“Kimse artık komşusuna bile güvenemeyeceğini çok iyi biliyor çünkü siz farkına varmadan size veba taşıyabilir ya da sizin kendinizi bırakmışlığınızdan yararlanıp size hastalık bulaştırabilir.”  bu sözlerin benzerini Covid-19 korkusuyla her gün dinliyor ve kendimizi karantinaya alıyoruz. Salgından herkes korkar ama herkesin tepkisi farklıdır. Tarrou gönüllü olarak salgın günlerinde özverili bir şekilde doktorla çalışır. Onun bu çalışması dayanışma adına romandan iyi bir örnek. Diğer bir örnek ise hayattan: BAFTA ödüllü yönetmen Hasan Akkad, İngiltere’nin koronavirüs pandemisiyle savaşını sürdürürken hastanede temizlik personeli olarak çalışmaya başladı. Suriyeli mülteci olan Akkad sosyal medyadaki yorumlara karşı “kahraman” olmadığını ısrarla vurguladı ve yalnızca bir şeyler yapmak istediğini, yardım edebildiği için mutlu olduğunu, koğuşunda çalışan yaklaşık yirmi farklı milliyetten insandan biri olduğunu; çalışanlar arasında Kenyalı, Nijeryalı, İspanyol, Polonyalı ve Britanyalılar bulunduğunu söyledi. Bu örnek hayatın romanlardan daha büyük olduğunu gösteriyor. Başka bir dünyanın kurulması için mücadele ve dayanışmadan başka çaremiz yok. 

Figen Dayıcık Fırat

Bültene kayıt ol