Gün geçmiyor ki kötü bir olayla yüz yüze kalmayalım.
İşyerinde amirin kötü muamelesine, tacizine uğramaktan, aylıklarımızın ödenmemesine, eş cinayetine kurban olan bir kadından, olağanüstü bir yağış sonrası hayatlarını yitirenlere, tedavi edilebilir bir hastalıktan parasızlık sebebiyle mağdur olanlardan, hastaların şiddetine maruz kalan sağlık çalışanlarına ve daha bir çoğu…
Hepimiz sağlıklı kalabilmek için düzenli beslendiğimiz gibi yaşanan bu kötü olayları atlatabilmeyi, yüzleşmeyi istiyoruz. Bunun için uğraştığımız çeşitli yöntemler var elbette. Dizi izlemek de bunlardan birisi.
Ancak günümüzdeki birçok dizi özellikle Türkiye’de çekilen diziler bu sorunlarla yüzleşmeyi, aşmayı sağlayabilmekten ziyade besleyen bir yapıya sahip. Silahlar, çeteler, cinsiyetçilik, sağlıkta şiddet vs. en çok izlenen dizilerde sıradan olaylar. Dizi sektörünü içine doğduğu toplumdan bağımsız düşünmek imkansız. Mücadelenin, çözüm arayışının düşük olduğu dönemlerin, ülkelerin dizileri de ister istemez daha geri fikirlere hitap ediyor. Mücadelenin düşük olduğu dönemlerde çokça rastladığımız cinsiyetçilik, milliyetçilik, şiddet düşkünlüğü gibi egemen fikirler kitlelerce de talep edilir hale gelebiliyor. Bunun neticesinde meydan Kurtlar Vadisi, Çukur, Arka Sokaklar gibi dizilere kalıyor.
Ancak mücadelenin yükseldiği dönemlerde toplumsal talepler de değişiyor. Dizilerin içeriğinde de değişim başlıyor. İzlenebilirliği arttırmak bir amaç olsa da diziler de bu mücadelenin bir parçası haline dönüşebiliyorlar, eleştirilen meselenin geniş kesimlere ulaşmasına hizmet ediyorlar.
Son zamanlarda ruh halime daha iyi geldiğinden olsa gerek Kore dizilerini daha çok tercih ediyorum. Rehabilite edici bir yanları olduğunu düşünüyorum. Meseleleri çözme tarzları, sonunda iyinin kazanırken kötüyü de kazanması gibi çoğaltılabilecek bir çok şey böyle düşünmemin sebebi. O sebeple başta Kore dizilerinden olmak üzere bir kaç örnekle söylemek istediğimi özetlemeye çalışacağım.
Neredeyse konuyla hiç ilgisi olmasa da izlediğim birçok Kore dizisinde hak arayan birilerinin yer aldığı eylem görüntüleri muhakkak var. Mobbing, taciz gibi konuları çekici bir konunun içine yediren, hatta romantik bir hikayenin parçası haline getiren Miss Hammurabi, Feel good to die, Something in the rain, vampirler üzerinden ayrımcılık anlatan Orange Marmalade, özelleştirilen bir hastanede hem çalışanların hem de hastaların yaşadıkları anormallikleri enteresan ayrıntılarla anlatan Life, iş kazalarının, ödenmeyen ücretlerin arka planını anlatan Special Labor Inspector gibi Kore dizileri muhakkak ki devam eden mücadelelerin de yansımaları. New Amsterdam adlı ABD dizisinde devlet hastanesine başvuran her hastanın sigortalı olup olmadığına bakılmaksızın muayene olma, tedavi edilme hakkının olduğunun anlatılması da ABD’de sıkça gündeme gelen sağlık hakkı mücadelesinin bir yansıması olsa gerek. Tüm dünyada kadın hareketinin yükselmesi cinsiyetçilik vurgusunun da dizilere daha çok yansımasını sağlıyor. Bir Norveç dizisi olan Heimebane’de kadın bir antrenörün bir erkek futbol takımının başına geçirilmesiyle yaşadıklarının anlatılması gibi.
Mücadelenin dizileri etkilemesinin belki daha somut bir örneği olarak bilim kurgu severlerin unutamayacağı Star Trek serilerini verebiliriz. 60’ların sonunda çekilen ilk seride maço erkekler baskınken, seriyi 80’lerde çok daha eşitlikçi olan Next Generation serisi, 90’larda kaptanının kadın olduğu olduğu “Voyager” serisi takip ediyor. Günümüzde halen devam eden Discovery serisinde ise eşcinsel bir aşkın da rahatlıkla yer alabildiği bir dizi haline geliyor.
Dizilerdeki sistem eleştirileri mücadelenin seviyesine paralel olarak yükselip alçalıyor. Daha iyi diziler için daha yüksek mücadele seviyesine ihtiyacımız olduğu açık. Ama daha fazla sistem eleştirisi yapan diziler de mücadelemize katkı verecektir.
Bekir Ersin
(Sosyalist İşçi)