Bugünlerin gözde dizisi Çernobil hakkında yapılan tartışmalardan öne çıkanı, dizinin SSCB'yi kötülemek için gerçekleri çarpıttığı. Bunu ileri sürenler arasında, bugünkü Rusya yönetimi ile SSCB'nin komünist olduğunu düşünen stalinistler var.
İlginç olan, Putin yönetiminin komünizmle ilgisi olmadığı halde, SSCB'ye sahip çıkması. Bunun nedeni, SSCB'nin özünde Rus milliyetçisi bir yapı olmasıydı. İşte bu özellik bugünün mafyavari Rusya'sında da sürüyor ve bu nedenle, Stalin'in karşı devriminden itibaren olan SSCB geçmişine sahip çıkılıyor.
Dizinin konuşulmaya başlanması üzerine, nükleer enerji karşıtlığının, bir nebze de olsa, gündeme gelmesiyle, nükleeri savunanlar da deliklerinden çıktı. Nükleer yeni teknolojilerle artık güvenliymiş, en temiz enerjiymiş vs. Bunlara en yeni teknolojilerin kullanıldığı Fukuşima'daki felâketi hatırlattığınızda, bu riskin alınması gerektiği gibi, abuk sabuk cevaplar veriyorlar. Risk dedikleri, ülkenin bir bölümünün yaşanamaz hale gelmesi, binlerce insanın ölmesi, yüz binlerin uzun süreçte kanser olması.
Akkuyu'da inşası devam eden santralin zemininde şimdiden çatlamalar oldu. Tren seferlerini bile güvenli yapamayan bir iktidardan güvenli nükleer santral yapmasını bekleyenlere ne denir... Üstelik nükleer santrallerde bir de, atık radyasyon sorunu var. İzmir Gaziemir'de bir arsaya bırakılmış radyoaktif atıkları yıllardır güvenli bir yere kaldırmayanlara mı güveneceğiz.
Bu tartışmalar bana, 12 yıl kadar önce iklim değişikliğine karşı yaptığımız uyarılara, bunları Türkiye'nin kalkınmasını istemeyen yabancı ülkelerin yaydığı uydurmalar olarak gören ulusalcı zihniyeti ya da bizimle alay eden haşin solcuları hatırlatıyor. Bugün artık iklim değişikliği, iklim krizi haline gelmişken, Trumpgiller dışında, sorunu inkâr eden kimsenin kaldığını sanmıyorum.
Artık sönümlenmeye başlayan bu tartışmaların, şahsen daha çok dikkatimi çeken bir yönüyse, pek konuşulmadı: dizideki SSCB Komünist Parti yetkililerinin, felâketi göz ardı eden, örtbas etmeye çalışan tavırları size de günümüz AKP sorumlularının tavırlarını fazlasıyla hatırlatmıyor mu?
Bu durum, sorunun bir 'ideoloji' değil, demokrasi sorunu olduğunu gösteriyor. İkisi de parti çıkarlarını, halkın çıkarlarının önünde tutan, gerçekleri göremeyecek kadar kifayetsiz, görse de inkâr eden yetkililerin düzeni.
Demokratik bir sistemde, her şeyden önce, böyle bir santralin yapılıp yapılmayacağı, yöre halkına sorulmalı. İşler bürokratlar eliyle, kapalı kapılar ardında değil, şeffaflıkla yürütülmeliydi. İşte bu gibi nedenlerle de, iktidarın yerele dağıldığı bir demokrasiyi hedeflemek hayatî önem taşıyor.
Ali Baydaş