Hem Türkiye'de, hem de dünyada kapitalizme karşı hareketin başını kadın hareketi çekiyor. Sosyalist İşçi gazetesi kadın hareketinin önemine dikkat çekiyor.
Geçen sene Trump karşıtı öfkenin de bir parçası olan kitlesel kadın gösterileriyle ABD küresel harekete damga vurmuştu. Bu yılın öne çıkan gösterisi İspanya’daydı. İspanya’da 10 sendikanın çağrısıyla kapsamlı bir ‘feminist grev’ gerçekleşti. Katalonya ve İspanya’da yaklaşık 5 milyon kadın grevdeydi. Yüzlerce tren seferi iptal oldu. Bir dizi kentte büyük yürüyüşler yapıldı. Cinsiyetçilik, taciz, kadın cinayetlerine tepkinin yanı sıra “eşit işe eşit ücret” talebi öne çıktı.
“Eşit işe eşit ücret”
Özellikle son yıllarda Avrupa’da da ivme kazanan kadın hareketinin öne çıkan taleplerinin başında “eşit işe eşit ücret” geliyor. Dünyanın her bir köşesinde, sektörü, statüsü fark etmeksizin kadınlar aynı işi yaptıkları erkeklerden daha az maaş alıyor. Özellikle 2008 finansal krizinden beri Avrupa’da kesintiye uğrayan şeylerin başında kadınların sosyal hakları geliyor, öncelikli olarak kadınlar işsizlikle yüzleşiyor.
Türkiye’ye benzer aile merkezli muhafazakâr söylem kürtaj hakkı tartışmalarında olduğu gibi yükseltiliyor. Ekonomik krizin bedelini işçilere ödetmeye çalışan egemen sınıf politikalarına karşı taleplerle kadın merkezli talepler birçok yerde iç içe geçmiş durumda. Mevcut manzaraya bakınca bu iç içe geçme halinde şaşılacak bir taraf yok elbette. İspanya’da kadınlar aynı işi yaptıkları erkeklerden kamuda yüzde 19, özel sektörde yüzde 13 oranında daha az maaş alıyor. Fransa’da ise bu rakam yüzde 24. Çalışma saati ve alınan farklı maaşlar üzerinden yapılan sembolik bir hesaplamayla Fransa’da kadınlar aslında saat 15.40’tan sonra bedavaya çalışıyor. Geçen seneki gibi bu yıl da Fransa’daki kadınlar 15.40’tan sonra iş bıraktı.
“Antikapitalist bir şekillenme”
Küresel kadın hareketinde yükselen antikapitalist çerçeveyi gözlemlemek çok önemli. Daha doğru bir ifadeyle kadınların ezilmesinin gayet sınıfsal bir mesele olduğu, kadın özgürlüğü mücadelesinin işçi sınıfının antikapitalist mücadelesinden bağımsız düşünülemeyeceği gerçeği son yıllarda daha da görünür oldu. Geçen yıl ABD’de yayınlanan “yüzde 99 için feminizm” çağrısı hem kriz içindeki dünyada egemen sınıf olan ve krizin faturasını yoksullara kesmeye çalışan zengin yüzde 1’i hem de ırkçılık, iklim değişikliği, göçmen düşmanlığı gibi politikaları teşhir etmesi ve bunlara karşı mücadelenin birliğini vurgulaması açısından önemli bir adımdı. Özellikle son iki senedir 8 Mart vesilesiyle farklı ülkelerde “kadın grevi” çağrılarının yapılması da bu kapsamda dikkat çekici.
Sadece “özel alandaki görünmeyen emeği” yani ev işlerini, çocuk, yaşlı bakımını veya partnerle sevişmeyi durdurmak değil iş yerinde de iş bırakmak bu çağrıların kapsamında. Küresel kadın hareketi, ücret eşitsizliği karşısında kadınlara üretimi durdurmayı ve işçi sınıfının en güçlü aracı olan grev silahını kullanmayı öneriyor. İşyerlerinde sadece kadınların değil tüm çalışanların dâhil olduğu, kadın emekçilerin eşit ücret, kreş, regl izni gibi haklarını kazanması için yapılacak grevler bu talepleri kazanmak için en etkili olabilecek yöntem.
Bu noktada tüm dünyada örgütlü solun, antikapitalist hareketin, işçi sınıfı mücadelesinin, sendikaların “kadın meselesinin” kapitalizme muhalefetin merkezindeki yerini daha çok tartışması, taleplerini, eylemliliğini bu gerçekliğe göre şekillendirmesi elzem. Üstelik tüm dünyada esen #MeToo (BenDe) rüzgârı gibi deneyimler kadın hareketinin gücü, meşruiyeti, kararlılığı ve öfkesiyle kar topu gibi büyüyen bir hareket olduğunu gösteriyor.
(Sosyalist İşçi)