Rosa Parks, 1 Aralık 1955'te ırk ayrımcılığının hüküm sürdüğü ABD'de, otobüste beyaz bir yolcuya yer vermeyi reddederek sivil haklar hareketinin en önemli eylemlerinden birini başlattı. Siobhan Neale ve Rebecca Brueton'un Parks'ın ölümünden sonra yazdıkları yazıyı, Parks anısına yayınlıyoruz.
ABD’li insan hakları savunucusu Rosa Parks 24 Ekim 2005’te 92 yaşında hayata gözlerini yumdu. Siobhan Neale ve Rebecca Brueton’un anlatılarında, Rosa’nın siyasi aktivizminin ırkçılığa karşı milyonlara ilham kaynağı olduğunu görebiliriz.
“Bu hayatta benim misyonum basitti; bütün insanların Tanrının gözünde eşit yaratılmış olması” diye yazmıştı Rosa Parks.
Rosa Parks’ın 1 Aralık 1955'te, Alabama'daki Montgomery'de bir otobüste koltuğunu beyaz bir erkeğe bırakmayı cesurca reddetmesi, 381 günlük başarılı bir otobüs boykotunun tetikleyicisi oldu. Kampanyaya Martin Luther King de liderlik etti. Mücadelenin sonunda; ABD Yüksek Mahkemesi, otobüs ayrımının anayasaya aykırı olduğuna karar vermek zorunda kaldı.
Rosa'nın bu eylemi ABD’de siyahların sivil hakları hareketinin başlangıcıydı. ABD'deki siyahlar, özellikle ayrımcı ve ırkçı politikacıların güçlü olduğu Güney'de, olağanüstü haksızlıklarla karşı karşıya kaldı. Birçok siyahın, ırkçı Jim Crow yasaları nedeniyle oy kullanmasına izin verilmedi.
Rosa Parks -genellikle yanlış bir bakış açısıyla- işten eve dönüş yolunda otobüsteki koltuğundan kalkmak için fazlaca yorulmuş olan basit, eğitimsiz ve orta yaşlı bir kadın olarak tasvir edilir. Bu anlatıya göre Parks, olayların gelişine göre akıntıya kapılan ve eylemlerinin politik etkilerinden habersiz olan bilinçsiz biriydi. Ancak bu karikatürize edilmiş “romantik” efsaneye kanmak; Rosa Parks’ın zekâsını, geçmişini ve siyasi görüşlerini inkâr etmekten başka bir şey değil.
Rosa McCauley 14 Şubat 1913’te ABD’nin güneyindeki Alabama, Tuskegee’de doğdu. İnanılmaz bir kadındı. Annesi Leona Edwards bir öğretmendi, babası James McCauley ise marangoz ve taş işçisiydi. Dolayısıyla, Rosa’nın yetişmesinde büyükanne ve büyükbabasının rolü azımsanmayacak kadar çoktu.
Rosa Parks büyürken, beyazların üstünlüğünü savunan ırkçı grup Ku Klux Klan ABD’nin güneyinde yeniden güçleniyordu. Rosa, Ku Klux Klan'ın siyahların yaşadığı yerlerde nasıl at koşturduğunu, kiliseleri yakıp, insanları dövdüğünü ve öldürdüğünü anlatıyor:
“O zamanlar neden o kadar çok Ku Klux Klan aktivitesi olduğunu anlamıyordum, ancak sonradan öğrendim ki sebep 1. Dünya Savaşı’nda ABD için savaşmış olan Afrikan Amerikan askerlerin beyazlarla eşit haklar talep edebileceklerini düşünmesiydi.
“Bir Ku Klux Klan üyesinin bir gece evimize girmesi durumunda almamızın iyi olacağı önlemleri konuşurken, böyle bir durumda kolayca kaçabilmek için kıyafetlerimizle uyumayı konuştuğumuzu hatırlıyorum.”
Aktivist
Kilise Rosa’nın hayatında önemli bir yere sahipti. O, “Yetiştirilme tarzımdan ve İncil’den öğrendim ki insanlar kendi haklarını savunmak için ayağa kalkmalı” diyordu “aynen İsrail’in çocuklarının firavuna direnmek için ayağa kalktıkları gibi.”
Rosa, Amerikan Metodist Episkopal Kilisesinde yetişti ve hayat boyunca dindar bir üye olarak kiliseye bağlı kaldı. Kilise, ABD’nin en güneyinde yaşamın önemli bir bölümünü oluşturuyordu ve tarihi boyunca siyah hakları için önemli kampanyalar yürütmüştü.
Tanrıya olan inançları; Rosa Parks, Martin Luther King ve diğer pek çok aktivist için ruhsuz dünyanın ruhu oldu, onlara umut ve cesaret verdi. Kiliseler de, bu aktivistler için birer buluşma noktasıydı ve iletişim ağı oluşturmanın bir aracıydı.
Rosa, yarı zamanlı olarak pamuk toplarken aynı zamanda okudu ve üniversiteye girdi, bu durum o zamanlarda siyah bir genç kadın için oldukça sıra dışıydı. Ancak önce hasta büyükannesine, sonra da hasta annesine bakmak için okuldan ayrılmak zorunda kaldı. 18 yaşındayken ise Raymond Parks ile tanıştı.
Sonraları Raymond Parks hakkında şunları yazdı: “Siyahların beyazlar karşısında ezik davranması bekleniyordu -biz buna Tom Amca’nın tutumu diyorduk- ve onun bu beklentiyi karşılamak için hiçbir gayret göstermemesi beni çok etkilemişti. Raymond ayrıca, tanıştığım ilk gerçek aktivistti.”
Aralık 1932’de evlendiler. Raymond Parks, Rosa’yı üniversiteyi bitirmesi konusunda cesaretlendirdi. Rosa üniversiteyi bitirdikten sonra büyük bir mağazada terzi olarak çalışmaya başladı ve sendikaya katıldı.
Siyah İnsanların Gelişmesi İçin Ulusal Birlik’e(NAACP) girdi ve Montgomery organizatörü E.D. Nixon’ın sekreteri oldu.
Yıllarca tek tek insanlarla konuşarak siyahların oy hakkı elde edebilmesi için kampanyalar yaptılar. Parks, Tennessee'deki Highlander Halk Okulu'nda bir aktivist eğitim kursu aldı. Bu kurum, sosyalist aktivistler tarafından ana akımda yer alan ayrımcı üniversitelere alternatif olarak kuruldu.
Rosa buradaki tecrübeleri hakkında şunları söylüyordu: “Highlander’da kimin hangi renk olduğunu unutuyorduk. O anlar hayatımda beyazlardan düşmanlık görmediğim birkaç andan biriydi. Farklı ırklardan ve kültürel arka planlardan gelen insanların çalıştaylarda bir araya geldiklerini, barış ve uyum içinde yaşayabildiklerini tecrübe ettim. Kendimi beyazlardan gelen herhangi bir düşmanlık olmadan ifade edebileceğimi hissettim.
“Nereye döndüğümün farkındaydım ve o yüzden geri dönmek zordu. Ancak en sonunda ne kadar kaba davranışlarla karşılaşırsam karşılaşayım her zaman gülümsemek ve nezaketli olmak zorunda olduğum Montgomery Fuarı’ndaki işime geri döndüm. Tabii şehirdeki otobüslere ve otobüslerin ayrımcı kurallarına da…”
Alabama’daki otobüslerin koltukları ırklara göre ayrılmıştı, ön taraftaki ilk on koltuk her zaman beyazlar için rezerve edilmişti. Siyahların ise sadece oraya oturmak isteyen hiçbir beyaz yoksa arkadaki on koltukta oturmasına izin veriliyordu. Ortadaki on altı koltuğun durumu ise otobüse ve/veya şoföre göre değişiyordu.
Siyahlar aşağı ve değersiz görüldüğü için beyazlarla aynı seviyede oturmalarına bile izin verilmiyordu. Bu şu demekti; beyaz biri gelip de siyahların olduğu sıraya oturursa sırada bulunan diğer siyahların ayağa kalkıp daha arkadaki bir arkadaki sıraya geçmeleri gerekiyordu.
Otobüs şoförlerinin pistolleri(bir tür tabanca) vardı, daha da yobaz olanları siyahlara küfür ediyor, tükürüyor ve tartaklıyorlardı. Rosa Parks, 1943’te üçüncü defa oy verme girişiminde bulunmaya giderken otobüs şoförü James F. Blake’in otobüsüne bindi.
Otobüs şoförlerinin siyah yolculardan otobüsün ön tarafında ücreti alması ve daha sonra onları inip arka kapıdan binmeye zorlaması alışılmadık bir şey değildi, Blake de Rosa’dan tam olarak bunu istedi. Tartıştılar ve tartışmadan sonra Rosa zorla otobüsten indi ve arka kapıdan tekrar binemeden otobüs şoförü basıp gitti. Şoförlerin bu davranışı yaygın bir davranıştı.
Bu olaydan sonra Rosa çok sinirlendi ve Blake’in kullandığı hiçbir otobüse binmeyeceğine dair yemin etti. Ancak dramatik tesadüfler sonucu 12 yıl sonra tekrar onun kullandığı bir otobüse binmek durumunda kaldı.
Boykot
Siyahlar bu tarzdan ırkçı saldırılara her gün maruz kalıyorlardı. NAACP ise Mongomery’de bir otobüs boykotu örgütlemeye çalışıyordu. Neredeyse bütün beyazlar kendi arabalarını kullanıyordu, dolayısıyla olası bir siyah boykotunda otobüs şirketinin ayakta kalması mali olarak mümkün değildi.
1 Aralık 1955’te otobüsün birinde sadece beyaz bir adam ayaktaydı. Bu durum adam için boş yer olmamasından kaynaklanmıyordu, sorun boş koltuğa oturursa siyahlarla aynı seviyede olacak olmasıydı. Oturmayı reddediyordu.
Rosa’nın o anları şöyle yazmıştı: “Otobüs şoförü Blake, ‘O ön sıraları boşaltın’ dedi, ön sıralar demesinin sebebi bahsettiği koltukların otobüsün ön kısmında olması değil, siyahlara ayrılan bölümün önünde olmasıydı. Hiç kimse hareket etmedi. Dördümüz de nerede oturuyorsak orada oturmaya devam ettik. İkinci seferde ‘Kendinize bir iyilik yapın ve benim için o koltukları boşaltın’ dedi Blake.
“Yanımda ve pencere kenarında oturan adam ayağa kalktı ve ben de geçmesine izin verdim. Sonra koridorun diğer tarafındaki kadınlara baktım, onlar da ayağa kalkmıştı. Cam kenarındaki koltuğa geçtim. Ayakta durmanın hangi açıdan ‘kendime bir iyilik’ olacağını anlayamamıştım.
“Ne kadar çok razı gelir ve boyun eğersek bize karşı davranışları da o kadar kötüleşti. İnsanlar koltuğumdan işte yorulduğum için kalkmadığımı iddia ediyor ama bu doğru değil. Fiziksel olarak ya da herhangi bir iş gününden sonra yorgun olduğumdan daha fazla yorgun değildim. Bazı insanlar yaşlı olduğum için kalkmadığımı düşünüyor ama yaşlı da değildim. 42 yaşındaydım. Evet, yorgundum ama vazgeçmekten yorulmuştum."
“Otobüs şoförü benim hâlâ kalkmadığımı görünce ayağa kalkıp kalkmayacağımı sordu. ‘Hayır’ dedim. ‘Sen bilirsin, o zaman seni tutuklatacağım’ dedi.”
“Sonra ben de ‘Bunu yapabilirsin’ dedim. Birbirimize söylediğimiz yegâne şeyler bunlardı. Orada oturduğum sürece neler olabileceğini düşünmemeye çalıştım. Başıma her şey gelebilirdi. Tartaklanabilir ya da dövülebilirdim.”
Rosa Parks’ın tutuklanma haberi hızla yayıldı. Aynı gece Jo Ann Robinson -tamamı siyah olan Alabama Devlet Üniversitesi’nin bir profesörü ve aynı zamanda Kadınların Siyasi Konseyinin(WPC) bir üyesi- üniversiteye gitti ve otobüslerin boykot edilmesi için çağrı yapan broşürleri mimeografla çoğalttı.
Daha ertesi sabah olmadan bütün broşürleri dağıttılar. Broşürler Martin Luther King gibi vekiller boykot yapsak mı yapmasak mı diye tartışırken insanların elindeydi.
Rosa Parks siyahlar için insan hakları hareketinin binlerce yüzü içinde hareketi temsil eden ve bilinen bir yüzdür. Güney’deki siyah kadınlar bu hareketin belkemiğini oluşturuyordu ancak çoğunlukla tarihten silinmeye çalışıldılar.
Rosa Parks, kendilerinin yaptığı işler konusunda gelecek nesilleri eğitti. Ölümü dünya için büyük bir kayıptı.
Siobhan Neale ve Rebecca Brueton
(Socialist Worker’dan çeviren: Rumeysa Özüyağlı)