Geçtiğimiz hafta “marksist.org’un kadın ekibi olarak sorunlarımızı, umutlarımızı ve gündelik hayatlarımızdaki kadınlık tecrübelerimizi konuşmak için el ele verdik. “Kadınların Sesi Var!” başlığı altında pazar günlerine özel olarak kadınlar ve kadınların sorunlarını anlamak isteyen herkes için bir içerik üretme hedefimiz var. Tam da bu sorunları anlamak, tecrübelerimizden birbirimizi haberdar etmek ve dayanışmak için yaşadığınız taciz olaylarını bizimle ve diğer kadınlarla paylaşmanızı istiyoruz.
Yaşadığımız bu zor tecrübelerin başka kadınların da başlarına gelmemesi ve maalesef bir şekilde bu tecrübeyi “kazanmış” olan kadınların yaşadıklarını paylaşabilmesi adına uygun bir mecra olabileceğimizi umuyoruz” diyerek bize yazmanızı istemiştik. Bu yayınlayacağımız tecrübelerle kadınların gündelik hayatta maruz kaldığı tacizi ve sorunları konuşuyoruz.
Siz de, samimi ve mütevazı hislerle ortaya koymaya çalıştığımız platforma katkıda bulunmak, dertlerinizi paylaşmak isterseniz [email protected] adresine yazabilirsiniz.
Bu hikâyenin öznesi olan arkadaşımız; ırkçılığın ve cinsiyetçiliğin nasıl da çoğu zaman kol kola gezdiğini anlatmış bizlere…
Bir süredir öğrenciliğe ek olarak para kazanmak için emeğimi satıyorum. Deneyimleri aktarma ihtiyacını iş çıkışı arkadaşlarıma anlatarak bir anlamda yerine getirirken herkese açık bir alanda da dillendirme ihtiyacı duydum. Yaşadığım birkaç deneyimin sadece mültecilerle çalışan bir kadının deneyimi olmadığına dikkat çekmesi adına…
Bu sürecin ilk haftasında arkadaşlarıma anlattığım bir işçi var. İlk karşılaşma ben bir hastanenin kantininde tercüman olarak bulunurken gerçekleşti. Bu işçi “Türk”lerden. Bir saat geçmeden Suriyelilere dair bütün ırkçı argümanları sıraladı. Bir Suriyelinin şirketinde çalışan birinden Suriyelilerin “ne kadar pis” olduğunu aynı firmada çalışan kadınların yemek bile almaktan aciz olduğunu- tabi bu yetersizlik Suriyeli olmalarından doğuyor- duyabiliyoruz. Bu argümanlara ek olarak bir ara alakasız bir noktada onla ırkçılık karşıtı ve öfkeyle konuşurken “Ama Ermenilerden zarar görmedim” dediğini anımsıyorum. Nasıl bir ırkçı tufanın içinde yaşıyoruz…
Bu işçi aynı zamanda kendini her alanda üstün görenlerden, birkaç saat geçmeden yine hastanede bir koltukta oturuyoruz. Önümüzden de kadın doktorlar geçiyor. Kadınlar çalışırken bizim Türk bir de “Erkek” çıktı. “Naber kız?” diyerek kadın doktorlara laf atıverdi. Öfke doldum. Pis pis bakış atarak “işime” devam ettim.
Üçüncü karşılaşmamız hastaneden uzakta ofiste geçiyor. Ofiste çalışan mülteci kadınlar var. Yine bizim “Türk Erkeği” bütün “heybet”iyle geldi. İş tanımına girmese de ofise müdahale hakkını kendine saklı tutanlardan da çıktı. İlk olarak kadınlardan birine rahatsız edici bir tonda ısrarla “Türkçe” nasıl olduğunu sordu. Sonra bir ara “O ne?” dedi. Tek Türkçe konuşan ben olduğum için “ Ne ne?” diye cevap verdim. “Kaşının üstündeki ne?”. Piercingimi kastediyordu. Sinirle “Kadınların bedenine dair herkes kendinde yorum yapma haddini görüyor.” dediğimi ve sonunda bu seni ilgilendirmeze bağladığımı hatırlıyorum. Bizimki bu duruma bozuldu tabi. “Kızı” yaşında bir kadın ona ayar vermişti. Bozuldu ama üsteleyemedi. O anda bana rahatsız edici gelen gülücüğü dondu ve sustu kaldı.
Bir gün yine emeğimizi satıyoruz. Ben ve mülteci kadın… Bu sefer de tercüman olarak çalışan ve kendini “erkek” diye tanımlayan başka bir arkadaşımız geldi. Nereden açıldığını anlamadığım bir şekilde yine konu kadın bedenine geldi. Mülteci kadın bir şey söyledi gülüştüler. Sonrasında tercüman gülerek bana kadının “Türk kadınlar bıyıklarını almıyor” dediğini söyledi. Türk kadınlarını bilmediğimi ama bıyık almadığımı söyledim. Tercümansa “Ben öyle kadınlarla olamam benim bütün kız arkadaşlarım bakımlıdır.” ayarında bir şey söyleyiverdi. Böyle muhabbetlere alışkın olmayan ve niye bunu konuştuğumuzu da pek anlamlandıramaz hâlde çalışmaya devam ederken kadınların tüylerinin almasının gerekmediği kadınların ne yapacağını söylemenin de kimseye düşmeyeceğini söyledim. Ne kadar etkisi oldu bilmem ama o günden sonra kıldan tüyden muhabbetler yapmadık.
Bunlar kısa bir dönemde yaşadıklarımın ufak bir bölümü. İşçi ve öteki olan herkesin benzer deneyimleri paylaştığını düşünüyorum. İş yerlerindeki deneyimlerimiz bize has özellikler gösterseler de mevcut egemen algıdan etkilenen bir çoğunlukla çalıştığımız müddetçe deneyimlerimizin ve ufak da olsa mücadelelerimizin bizi güçlendirmesi umuduyla…