Şiddeti erkeğin bir refleksi imiş gibi yaratan Türkiye’deki hegemonik erkekliğin bir sonucu olarak bugün bu dizide, mahkeme kararlarında ya da içinde yaşadığımız ortamlarda şiddetin masumlaştırılmasına şahit oluyoruz.
BluTV[i]’de yayınlanan Masum[ii] dizisi üzerinden bir erkeklik okuması yaparak dizinin son bölümde sunulduğunu düşündüğüm ‘masum’ erkeklik anlayışının ne olduğunu anlamaya çalışacağım. Bu ‘masum’ erkek algısının nasıl yaratıldığı ile ilgili düşünmeye beni iten, geçen gün derslerimden birinde bir erkek öğrencim ile yaptığımız tartışma oldu. Başlık aslında Türkiye’de yaşanan kadına yönelik şiddet bazında erkeklerle/erkeklikle ilgili deneyimlediğimiz adalet ve toplum anlayışımızın özeti gibi. Bu anlamda, erkek öğrencimin şu sözleri kulağımda çınlıyor: “Hocam adam bir şeye sinirlenmiştir, kadın onu sinirlendirmiştir refleks olarak kadına vurmuştur.” Şiddeti erkeğin bir refleksi imiş gibi yaratan Türkiye’deki hegemonik erkekliğin bir sonucu olarak bugün bu dizide, mahkeme kararlarında ya da içinde yaşadığımız ortamlarda şiddetin masumlaştırılmasına şahit oluyoruz. Erkekliğin/erkek olmanın doğal (refleks) bir uzantısı olarak kurgulanan şiddet, dizideki erkeklerin davranışlarında da karşımıza çıktığı gibi sonunda kadını değil erkeği ‘masum’ bulur. Bu dizi özelinde dizideki karakterleri ve olayları inceleyerek ne demek istediğimi anlatmaya çalışayım.
Yusuf
Yusuf istemediği halde karısı yüzünden boşanmış, baba olmaya çalışan, koca olamamış, polisliğine tutunmuş bir erkek. Kızı ile ilişkilerini korumaya çalışırken, eski karısını gözetlemeye devam eden, eski karısının birlikte olduğu erkeği erkekten saymayan, eski karısının isteklerini ve tercihleri küçümseyen biri. O’nun bu hikâyedeki yolculuğu erkekliğini kanıtlamak. Bu halde olmasının sebebi olarak kendine göre ‘huzurlu’ aile ortamını bozup, ne olduğu belli olmayan başka bir erkekle yaşamaya başlayan ve buna rağmen hala ‘sevdiği’ eski karısını görüyor. Kahraman olamayacak kadar kötü, kötü olamayacak kadar iyi bir insan Yusuf. Hikâyesi anti-kahramanlık hikayesi aslında. Biraz Behzat Ç., biraz Poyraz Karayel gibi. Şiddete meyyali dertten (eski karısı ve kızı). O nedenle ‘masum’. Belki de bu hikâyenin en masumu. Kendinden hiyerarşik olarak üste başka bir erkeğin (Selahattin ve Cevdet Komiser) erkek otoritesi altında ezilirken, karısının tercih ettiği başka bir erkeğe her fırsatta tahakküm uygulayarak erkekliğinin gösterisini yapıyor: O’nu aşağılıyor, şiddet uyguluyor, evlerine gizli gizli giriyor. Karısı tarafından tercih edilmeyen erkek olduğunda başka bir kadının bedeninde erkekliğini deneyimliyor. Elindeki cinayet davası bu nedenle önemli: Bir nevi kendini ispat davası çünkü Türkiye’deki erkekliğin kurgulanışında ‘evin reisi’ olmak çok önemli bir unsur. Yusuf bu konuda sınıfta kaldığı için teşkilattaki erkeklere ve de karısına “hala” başarılı olduğunu kanıtlamaya çalışıyor. Bu davayı idare edebildiğini, yönetebildiğini göstermeye çalışıyor.
Tarık
Sürüne sürüne erkek oldurulmaya[iii] çalışırken üstündeki baskılara dayanamayıp dengesini yitiren bir karakter. Türkiye’deki hegemonik erkekliğin bir erkeğe neler yüklediğinin örneği: Sert olmalı, evini de eşini de yönetebilmeli… Ne annesi için tam bir erkek evlat olabiliyor ne askerdeki komutanı için tam bir erkek. Ancak Emel ile tanışana kadar bu dengesizliği içinde tutabiliyor. Ne zaman ki resme bir kadın (eş) giriyor, hegemonik erkekliğin altında ezilmesine rağmen, o kadın nedeni ile raydan çıkıyor. Öte yandan hayatındaki diğer iki erkek de onun masumluğunu korumaya çalışıyor. Babası oğlundaki kusuru kapatmaya çalışırken, ağabeyi yarattığı sorunları temizliyor. Homososyal[iv] birliktelik sağlanıyor. Başka bir deyişle Carole Pateman’ın bahsettiği ‘erkek kardeşliği’[v] sağlamlaştırılıyor. Hayatındaki iki kadın (annesi ve Emel) ise O’nun erkekliği ile oynuyorlar. Annesi erkek evlat olarak onu yok sayarken eşi Emel (o kadar güzel ve çarpıcı bir kadın ki) O’nun erkekliğini zorluyor. Çünkü koca demek karısına laf dinletebilen, evin de eşin de tek sahibi olan demek. Dahası, Tarık gördüğü halüsinasyonlardan birinde eşini seks işçisi olarak resmedip, başka erkeklerin onunla birlikte olmak adına para vermek istediklerini düşünüyor. Başka bir deyişle, karısının varlığında kendini aşağılanmış ve ezik hissediyor çünkü o geleneksel erkek söyleminin beklediği gibi bir koca olamıyor. Emel’le evlilikte onu çıldırtan şey evlilikle gelen erkek sorumlulukları. Bu da tabii toplumun erkek olma, evlilik sorumluluğu, koca olma ilişkisi ile ilgili. Tarık, Emel’in kıskançlık nedeniyle üstünde hegemonya kurmak isteyip kuramamasından değil de toplumun ona verdiği erkeklik rollerine uymamasından çıldırıyor. Bu nedenle Erkeğin sadece cinsel güce değil, bununla bağlantılı olarak fiziksel güce de sahip olması beklenir. Vurdu mu deviremeyen, kız kardeşine/annesine sahip çıkıp namuslarına bekçilik edemeyen, babasının izinde gitmeyen bir erkek, toplumda ‘tam erkek’ olarak görülmez. Erkek evlat olarak annesinin takdirini kazanamamış, komutanına layık olamamış, hep başka erkekler tarafından korunmuş bir erkek olarak yaşadığı eksikliği aşık olduğu kadında/kadınla ortaya çıkıyor. Öyle ki yaşarken başka bir erkeğe aşık olup Tarık’ı yalnız bırakan Emel’in hayaleti ölümünden sonra bile Tarık’ı rahatsız eden ve dengesiz hallerinin sorumlusu oluyor. Başka bir deyişle, en sonunda yarattığı şiddetin bir sebebi var. Aslında Tarık hegemonik erkeklik ile çatışırken çıldırtılan bir erkek.
Cevdet ve Nermin
Cevdet eski bir polis. Oğulları için her şeyi yapabilecek bir baba. Türkiye’deki hegemonik erkekliğin temsili gibi: Sert, duygularını gösteremeyen, kadınları kontrol eden, vb. Tarık’ı çıldırtan “Koca nasıl olunur?” anlayışını tastamam uygulayabilen bir erkek. Öyle ki karısı Nermin’e fiziksel değil ama psikolojik şiddet uyguluyor. Nermin’i her fırsatta iyi bir anne ve iyi bir eş olmamakla suçlayabiliyor çünkü ideal kocaya uygun bir kadın değil Nermin. Sadece karısına değil oğullarına da nasıl erkek olması gerektiğini anlatan ve bu erkek anlayışına uymadığı için azarlayan bir baba. Çünkü baba olmuş erkek, eriştiği erkeklik kudretini karısı ve çocukları üzerinden geliştirmeye devam eder. Erkek çocuğa sahipse bu erkek, artık ömrü boyunca ona dayatılan ve içselleştirdiği erkeklik aşamalarını çocuğa aşılamakla yükümlüdür. İyi bir baba olmak bunu gerektirir. Ayrıca baba-oğul ilişkileri de Türkiye’de erkekliğin sosyalizasyon sürecinde önemli bir yere sahiptir. Nermin’den farklı olarak erkek olma yolunda çıldırmış küçük oğluna şefkat gösterirken, istediği gibi bir erkek olamayan büyük oğluna karşı öfkeli. Aslında küçük oğlunun erkeklik eksiklerini kapatamadığı için öfkesini büyük oğlundan çıkarıyor. Baba olmakla ilgili yaşadığı sorunu Nermin’in gözdesi haline gelmiş büyük oğluna yüklüyor. Çünkü iki oğlunun da bu durumda olmasından ‘anne’ olamayan karısını sorumlu tutuyor.
Nermin Türkiye’de bir kadın anne olduğu zaman ondan neler beklendiğini yansıtıyor. Kadınlar evlendiklerinde yaşamları aile, çocuk ve koca ekseninde kuruluyor. Varoluşları ‘bir başkası’ üzerinden (baba-koca-oğul) belirleniyor. Erkek çocuk kadın için çok önemli. Çünkü kadınlar aile içerisindeki statülerini erkek çocuk vasıtasıyla kazanıyor. Bu durum Nermin’i kıskaca sokuyor. Bir yandan ataerkil toplumda güçlü olduğunu göstermesi için erkek çocuklarına ihtiyacı var ama bir yandan iki erkek çocuğu da Türkiye’deki geleneksel hegemonik erkekliğe uygun değil. Biri dengesini kaybetmiş durumda birinin de evliliği çok iyi değil, suç işlemiş durumda. Dahası Nermin ‘kutsal anne’ profiline de uymuyor ‘iyi eş’ profiline de. Bir anne ve eşten beklenen şeyleri vermiyor. Ev içindeki düzenden sorumlu olan, otoriter bir baba ile çocukları arasında ilişkiyi dengede tutan, çocuklarına analık yapan, kocasının kararlarına saygı duyup bu kararları gerçekleştirmede ona destek olan, uzlaşmacı tavır takınan, iyi niyetli, sabırlı tipik bir Türk annesi değil. Bir anlamda farklı bir anne profili sergilese de kamera onu özellikle seyircinin sevmeyeceği şekilde gösteriyor: Soğuk, donuk, iğneleyici ve sevgi cimrisi. Dizideki erkekler sevgileri için her şeyi yaparken Nermin öyle değil. Bu yüzden de adam ve çocuklar ne yapsa yeridir oluyor.
Nermin bir kadın ama eril bakışa sahip bir kadın. Bu nedenle gelinlerine psikolojik şiddet uygulayabiliyor. Çünkü yaşça büyük bir kadın olarak üzerlerinde kurduğu tahakkümü normal sayıyor. Örneğin, Emel Tarık’ın bir sorunu olduğunu söylemek için ona geldiğinde. Oğullarının sorunlu olduğunu kabul etmeyip Emel’i iyi bir eş, yeterince iyi bir kadın olamamasından dolayı eleştiriyor, tavsiyelerde bulunuyor. Nermin’i bir eş bir anne olarak sertleştiren eril şiddetin ta kendisi aslında.
Taner ve Selim
Taner de Yusuf gibi sevdiği kadını başka bir erkekle paylaşmak zorunda kalan bir koca. Onun hikayede uyguladığı şiddetin sebebi de bundan: Erkekliğini kanıtlama çabası. Kendi sevdiği kadının başka erkeği seviyor olmasının verdiği yükü kardeşinin sevdiği kadından çıkarıyor. Hayatındaki üç kadın da kusurlu aslında. Eşinin sevgilisine uygulayamadığı şiddeti bu nedenle Emel’in sevgilisine uyguluyor. Kendi üzerinde karısı yolu ile tahakküm kuran erkekliğe karşı gelemediği için kendi eril tahakküm yollarını buluyor. Emel’e ve Selim’e şiddet uyguluyor. Emel’i öldürürken öldürdüğü kendi karısı ve Selim’i en sonunda hiçbir sebep yokken, hayatlarından çıkıp gitmişken öldürmesi de karsının sevgilisi erkeğe karşı gelememesinden. Taner’in işlediği cinayetler bir nevi erkekliğini kendine ispatlama çabası. Çünkü şiddet Türkiye’de geleneksel erkekliğin doğal bir parçası sayılıyor. Erkek için saldırgan ve savaşçı özellikler, kanunların yok sayılması ve kendi kurallarının kurulması ile ilişkili. Taner’in cinayetleri de bu durumun örneği.
Erkeklik imgesi ile erk arasında bir ilişki vardır. Fiziksel, cinsel, maddi yönlerden güçsüz erkek önemsiz erkektir. Selim böyle bir karakter: genç, fiziksel, cinsel, maddi yönlerden güçsüz bir erkek. Homososyalleşmemiş bir erkek o. Hayatında güçlü ve profesyonel bir kadın var ama Taner gibi bir erkek yok. Kitabını tamamlayınca o da bir anlamda tam bir erkek olacak, gücünü gösterebilecek ya da Emel’i kendine aşık edebilirse tamamlanacak. Selim kadın ya da erkek olsun pek çoğumuzda olan ‘erkek bakışı’nın resmedilmiş hali. Baktığını egemenlik altına alıp onu tanımlama yetkisine sahip olan bu bakış, kadını nesneleştiriyor. Aslında “erkek bakışı” bakan erkeği özne bakılan kadını nesne durumuna sokarak güç ilişkisinin etkin tarafını belirlemiş oluyor. İktidarı her seferinde yeniden üretiyor bu bakış. Selim’in Emel’in terapi seanslarını kaydetmesi de bundan. Emel’i nesneleştirip onu seyirlik hale dönüştürüyor. O sadece bakıyor, kendisine tanınmış ‘dikiz hakkını’ kullanıyor. Onu masumlaştıran da bu dikiz hakkını ‘sevebilmek’ adına kullanması. Bunu yaparken Emel’in özel alanını, isteklerini, bireyselliğini hiçe sayıyor. Erkeklerden erkek olmayı öğrenmemiş olsa da içinde yaşadığı toplumun erkek algısına uygun olarak Emel’i Emel yapan tüm alanlara sızıyor.
Sonuç olarak, kitle iletişim araçları erkeklik ideallerinin desteklenmesinde önemli rol oynar. Masum dizisi erkeklerin hallerini hayatlarındaki ‘kusurlu’ kadınlar özelinde meşrulaştıran erkek hikâyelerinin ekrana geldiği bir dizi. Özetle bir erkek(ler) hikâyesi (Haluk Bilginer, Ali Atay, Okan Yalabık, Serkan Keskin, Bartu Küçükçağlayan). Dizide başarılı kadın oyuncular (Nur Sürer, Tülin Özen) yer almasına rağmen kadın karakterlerin dizideki başarısı, başlarken bahsettiğim o sözde refleksi ortaya çıkarmak. Dizide kadın karakterler ya öldürülüyorlar, ya psikolojik şiddet görüyorlar ya da fiziksel şiddete maruz kalıyorlar. Dizide yer alan kadınların hepsinde bir kusur var ve bu kusur erkeklerin böyle olmalarının sebebi olarak yansıyor. Erkeğin her türlü haline ve özellikle her türlü şiddet haline dizide bir sebep sunulmuş: Yeterince iyi eş olamayan kadınlar, yeterince iyi olamayan anneler…
[i] BluTV hakkında ayrıntılı bilgi için bakınız: Esra Gedik (2017), Dijital Dünyanın Sundukları: Mavi Hap mı? Kırmızı mı?, http://www.ranini.tv/ozel/22190/1/dijital-dunyanin-sunduklari-mavi-hap-mi-kirmizi-mi, erişim tarihi 22.02.2017.
[ii] Masum dizisi Berkun Oya’nın kaleme aldığı Bayrak adlı ödüllü oyunun bir uyarlaması. Dizinin yönetmeni de Berkun Oya. Dizi sekiz bölümden oluşuyor.
[iii] Pınar Selek (2014), Sürüne Sürüne Erkek Olmak, İletişim Yayınları.
[iv]Yalnızca hemcinsleri ile sosyalleşen demektir. P. Bourdieu’den ödünç alınan kavram, kadınlar ve erkeklerin kendi aralarında oluşturdukları gruplar sayesinde davranışlarını meşrulaştırmalarını ifade eder.
[v] Carole Pateman (1989), The Fraternal Social Contract.
Esra Gedik
(Çatlak Zemin)