Kadınların uğradığı eşitsizlikler, diğer pek çok alanda olduğu gibi iş hayatında da karşılığını buluyor. İşe alım sürecinden başlayıp verilen ücretlere ve çalışma koşullarına kadar devam eden bu süreç kadınların ya iş gücüne katılımını engelliyor ya da daha ucuz ve güvencesiz çalıştırılmasına sebep oluyor.
Kadınların işgücüne katılımları üzerine yapılan çalışmalar göstermektedir ki kadınların belirli mesleklere ve alt statülere hapsolmasının yanında her sektörde çeşitli ayrımcı tutumlara maruz kalıyor. Dünyada ve Türkiye’de kadın istihdamı ile ilgili neredeyse bütün politikalarda kadının esas ve öncelikli görevi hangi vasfa ve niteliğe sahip olursa olsun ev işleri ve çocuk bakımı olduğu vurgulanırken, tüm politikalar bu bakış açısı ile şekilleniyor. Dolayısıyla bu eşitsizlik bizzat devlet eliyle destekleniyorken kadınların işgücü piyasasındaki karşılaştıkları engeller varlığını sürdürüyor. Tüm bu politikalar karşısında kadın hem aile yaşantısını hem de iş yaşantısını dengede tutmaya çalışıyor. Bu denge ancak işteki konumunu, kariyerini ikinci planda görmesiyle ve uzun vadeli kazançlarından vazgeçtikleri takdirde sağlanabilir gibi gösteriliyor. Kadınların daha yoğun olarak çalıştığı alanlarda ise ücret seviyelerinin benzer sektörlere göre daha düşük olduğu görülüyor.
İşe alımda yalnızca kadınlara sorulan “Çocuk sahibi olmayı düşünüyor musun, evlenecek misin?” gibi cinsiyetçi soruların yanında kadınlar yine geleneksel rollere uygun olan çocuk ve yaşlı bakım hizmetleri gibi, hane içinde ücretsiz biçimde yapılan ve sadece kadının sorumluluğu olarak görülen işlere hapsoluyor. Yani onca engele rağmen çalışma hayatına giren kadınların önemli bir kısmı yine biçilen rollere uygun işlerde çalışıyor ve çoğunlukla kayıt dışı ekonomiye itiliyor.
Kadınların iş hayatında maruz kaldığı ayrımcılığın en somut göstergelerinden birisi ise çalıştıkları yerde aldıkları ücret. Kadınlar aynı işyerinde büyük ölçüde aynı işi yapmalarına, aynı beceriyi göstermelerine ve aynı sorumluluklara sahip olmalarına rağmen yani eşit işi yapmalarına rağmen daima erkeklerden daha az ücret alıyor. Kimi çalışmalar kadınların daha az eğitimli oldukları için daha az kazandığını iddia etse de istatistikler bunun aksini gösteriyor. Dünya genelinde pek çok ülkede yapılan araştırmalar, çalışma hayatına katılan kadınların eğitim düzeyinin, çalışma hayatındaki erkeklerden daha yüksek olduğunu gösteriyor. Yani, kadınlar daha az eğitimli oldukları için değil var olan sistem bu eşitsizlik üzerine kurulu olduğu için erkeklere göre daha düşük ücret alıyor.
“Cinsiyete dayalı ücret farkı”, kadınların ücretli işgücüne katılmaya başladıkları günden beri tüm dünyada süregelen temel bir sorun ve net bir biçimde tüm dünyada kadınlar erkeklere kıyasla hala daha düşük ücret elde ediyor. Bunun dışında kayıt dışı çalıştırma, güvencesiz çalıştırma daima erkeklere göre kadınlarda çok daha fazla. Ayrıca COVID-19 krizi kadınların işgücü piyasasındaki konumlarını daha da dezavantajlı hale getirdi. Kadınlar ya eve hapsoldu ya da ilk gözden çıkarılan grup olarak ekonomik bir güvencesizliğe itildi. Bu durum var olan eşitsizliğin derinleşmesine neden oldu. UN Women Türkiye tarafından gerçekleştirilen “Türkiye’de COVID-19 Etkilerinin Toplumsal Cinsiyet Açısından Değerlendirilmesi” Raporu’na göre, COVID-19’dan sonra işini kaybeden kadın oranı, erkeklere kıyasla daha yüksek ve kadınların ev içindeki yükü erkeklere kıyasla daha da artmış vaziyette.
Kadınların tüm problemleri yalnızca işe alımla ve ücret eşitsizliği ile son bulmuyor. Kadınların ortalama 21-35 günde yaşadığı regl dönemi pek çok kadın için her ay yaşanan zorlu bir süreç. Bazı kadınlar bu dönemi oldukça ağır geçirebiliyor. Karın ve kasıklarda şiddetli ağrı, baş ağrısı, baş dönmesi, aşırı yorgunluk yaşanan semptomlardan bazıları. Bu dönemi ağır geçiren kadınlar özellikle reglinin ilk 2-3 gününde yataktan çıkmakta bile zorlanabiliyor. Kadınların büyük çoğunluğu bu süreci ağır atlatmasalar bile bu onların regl dönemini ağrısız geçirdiği anlamına gelmiyor. Yani regl döneminin, kadınları zihinsel ve fiziksel olarak etkilediği bilimsel bir gerçek. Kadınların bu konudaki talepleri de çok açık ve net. Aslında regl izni dünyada bazı ülkelerde çoktan beri uygulanıyor. Bu hakkı ilk tanıyan ülke olan Japonya'da kadınlar 1947'den beri regl döneminde evde kalma hakkına sahip. Tayvan, Güney Kore, İtalya ve Endonezya'da çalışan kadınlar regl iznine sahipler.
Pek bilinmese de regl izni bir dönem Türkiye’de uygulama alanı bulabilmiş. 2004 yılında yayınlanan Ağır ve Tehlikeli İşler Yönetmeliğinin 6. Maddesi’ne göre, ‘ay hali’ adı altında regl iznine yer verilmiştir. Bu maddeye göre ağır ve tehlikeli işlerde çalışan kadınlar, ayda beş gün ve doktor raporuyla daha da uzun süre olabilecek şekilde regl izni kullanabilmekteydiler. Ancak önce kadınların yoğun olarak çalıştığı bazı işkolları tehlikeli sınıfından çıkartılarak daha sonra 2013 yılında ilgili yönetmelik tamamen yürürlükten kaldırılarak regl izninin fiilen uygulama imkânı engellendi. Böylece Türkiye’de çok kısa süren ve neredeyse hiç uygulanamayan bir regl izni dönemi yaşanmıştır. 2019 yılında ise İzmir Barosu Yönetim Kurulu Türkiye’de bir ilke imza atarak, baronun kadın çalışanlarına her ayın belirledikleri bir günü regl izni verme kararı aldı. İzmir Barosu'nun bu kararının ardından Dersim Belediyesi de kadın çalışanlarına regl izni verdiğini açıkladı.
Çalışma hayatında yaşanan tüm eşitsizlikler kapitalist düzenin kadına ve kadın emeğine biçtiği rolün bir yansıması. Hem sermayenin hem siyasi iktidarların bu konudaki yaklaşımları toplumsal yaşamın tümünde cinsiyetçi tutumları yeniden üreten politikalar iken, kadınlara yalnızca ayrımcılıklarla dolu bir zemin sunar. Eşitsiz ücreti yasaklayan yasalarla bu sorun çözülmüş gibi gösterilse de maalesef gerçek bu değil.
Toplumsal hayatın tümünde çok ciddi ayrımcılığa maruz kalan kadınların günümüzde iş hayatındaki regl izni, eşit işe eşit ücret gibi talepleri son derece anlamlı ve değerli. Kapitalist toplumda kadınların çalışma düzeni ve iş hayatına katılımları bakımından pozitif ayrımcılık uygulaması olması gereken bir durum. Ancak pozitif ayrımcılık, eşitliğin sağlanabilmesi için tek başına yeterli değil. Dünyanın her yerinde, kadınlar ve LGBTİ+ bireyler hala hayatın her alanında, sistematik olarak cinsiyetçiliğe maruz kalıyor ve büyük zararlar görüyor. Siyasi iktidarlar fırsat buldukları her yerde kadınlara yönelik ayrımcılığı, cinsiyetçi dili devletin bütün kurumlarına ve bireylerine entegre etmiş durumda. Dolayısıyla cinsiyetçiliğin yoğun olarak yaşandığı, insanları sömürmeye dayalı bir mekân olarak kurulmuş işyerlerinde, cinsiyete dayalı ücret farkını devam ettiren politikalar ortadan kaldırılıp yerine kadınların özelliklerini görmezden gelmeyen, eşitliği sağlayan uygulamalar getirilmeli. Ayrıca kadınların başvurabileceği şikâyet mekanizmaları da yaratılmalı ki bu politikalar etkin bir biçimde uygulanabilsin, yerlerine yenileri eklenebilsin ve kadınların yıllardır korkusuzca ilerlediği mücadelesindeki kazanımları korunabilsin.
Zilan Akbulut
Kaynakça
https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/795013
https://www.unwomen.org/en/news/stories/2020/9/explainer-everything-you-need-to-know-about-equal-pay
https://www.mgc.com.tr/turk-is-hukukunda-kadin-calisanlara-yonelik-duzenlemeler