Bir yılı aşkın süredir hayatın her alanında etkisi altında olduğumuz küresel salgın, iş yaşamının tüm çelişki ve krizlerini derinleştirdi. Uluslararası Çalışma Örgütü, TÜSİAD, Türkonfed, BM, TÜİK gibi kurumlar ve sendikaların yayımladığı rapor ve istatistiklerin, bakış açıları ve vurgu yaptıkları noktalar farklı da olsa, ortaklaştıkları nokta, artan işsizlik oranları ve istihdam daralması.
Dünya genelinde yaşanan bu kriz ve daralmanın, sosyal politikalardan yoksun ve hâlihazırda demokrasiyle olan bağını da koparmış Türkiye gibi ülkelerde, ekonomik boyutunun yanı sıra toplumsal katılım, temel hak ve özgürlükler gibi pek çok alanda yaşanan ihlaller/kayıplar ile birlikte daha da belirginleştiğini söylemek mümkün. Kapitalizmin yarattığı ekonomik sömürüyü besleyen ve ondan beslenen patriyarkal bir sistem içinde bu tablo kadınlar için daha da derinleşiyor ve gündelik yaşamın her alanını daha da sert bir iklime doğru sürüklüyor. İstihdam koşullarında, fırsatlarda, haklarda zaten eşitsiz politikalar ile mücadele etmek durumunda olan ve kayıt dışı istihdamın büyük kısmını oluşturan kadın işgücü, pandemi ile birlikte daha da kırılganlaşarak mevcut kazanımlarından da geriye düşüyor.
Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu Araştırma Merkezi (DİSK-AR) tarafından hazırlanan ve 7 Mart 2021’de yayımlanan “Covıd-19 Döneminde Kadın İşgücünün Görünümü” başlıklı rapora göre, Covid-19 etkisiyle geniş tanımlı kadın işsizliği yüzde 40’ın çok üzerine çıktı. Kadın istihdam oranı yüzde 26’ya geriledi ve kayıt dışı kadın istihdamında büyük kayıplar yaşandı. TÜİK’in yayımladığı oranlarda hesaplamaya dâhil edilmeyen, zamana bağlı eksik istihdamı (kendi isteği dışında haftada 40 saatten az çalışanlar) ve iş bulma ümidini kaybedenleri de kapsayan bu geniş tanımlı işsizlik rakamlarına göre; Covid-19 salgınından bu yana erkek işgücünde yüzde 2,5 oranında bir düşüş yaşanırken, kadın işgücündeki gerileme yüzde 8,2 oranında gerçekleşti.
Çalışma yaşamındaki mevcut eşitsizliklerin, pandemi gibi küresel kriz koşullarında daha da derinleşmesi, mevcut cinsiyetçi politikaların kaçınılmaz bir sonucu olarak karşımıza çıkıyor. Kadınlar, bir taraftan kayıt dışı işler ve hizmet sektörü gibi alanlarda daha fazla yer aldıkları için pandemiden öncelikli olarak etkilenen bu sektörlerdeki mevcut işlerini kaybederken, kısa çalışma ya da işsizlik ödenekleri/yardımları gibi oldukça kısıtlı desteklerden de çoğunlukla ya hiç ya da en az yararlanan kesim oluyorlar. Gündelik ya da yatılı temizlik/ev hizmetlerinde çalışan kadınların büyük çoğunluğu, Covid-19 salgınının başlamasıyla birlikte ya hemen işlerini kaybettiler ya da özlük/özgürlük haklarından büyük oranda vazgeçerek işlerine devam edebildiler. Ev İşçileri Dayanışma Sendikasının yaptığı bir araştırmaya göre, Türkiye’de büyük bir çoğunluğu kayıt dışı olan gündelikçi ev işçisi kadınlar, COVID-19 krizinde yoğun bir işsizlik sorunuyla karşı karşıya kaldılar. Yatılı olarak çalışan ve önemli bir bölümü göçmen olan ev işçileri; izin kullanmadan, işçi sağlığı ve iş güvenliği tedbirlerine uyulmaksızın çalıştırılıyorlar. Hastalanma, işsizlik, yoksulluk gibi risk ve kayıpların yanında, ayrımcılığa uğramak da yine bu en kırılgan iş kollarında çalışan kadınların karşılaştıkları olumsuzlukların başka bir boyutu olarak ortaya çıkıyor.
İşine pandemiden hiç etkilenmeden devam eden; süresi ve emek ücreti azalmış bir çalışma düzenine geçen ya da işini tamamen kaybeden kadınların hemen hemen tamamında ortak olan en temel şey ise, çocuk/hasta/yaşlı bakımı, hane içi hijyen/beslenme gibi ücretsiz ev içi emeği büyük oranda yine kadınların üstleniyor olması. İş yaşamında eşit işe eşit olmayan ücret politikaları ile istihdam edilen kadınlar, evden çalışma sistemine geçildiğinde de, artan mesai saatlerine ek olarak, ev içi işçiliğinin doğal sorumlusu olarak tanımlanıyorlar. Yapılan araştırmalar, salgın dönemindeki okul ve iş yerlerinin kapanması gibi tedbirler sebebiyle kadınların, erkeklerden neredeyse dört kat daha fazla ücretsiz emek harcadığını ortaya koyuyor. 13 Nisan 2021 günü hükümet tarafından açıklanan yeni kısıtlama programı kapsamında, on yaşından küçük çocuğu olan kadın çalışanların idari izinli sayılmaları durumu, bu cinsiyetçi politikaların en güncel göstergelerinden biri.
Bu ayrımcı ve cinsiyetçi politikalar, kadını, iş ve ev hayatında eşit bir birey olmaktan çok, sadece temel aile birliği içinde varlık kazanan görünmez/soyut bir nesne olarak değerlendiriyor. Ekonomik, sosyal, fiziksel ve ruhsal olarak daha fazla zarara uğrayan kadını, artan ev içi şiddete karşı koruma güvencesi sunan İstanbul Sözleşmesi’ni de fesheden bu bakış açısı; eşitsiz, ayrımcı ve cinsiyetçi politikalar ile beslediği kapitalist kriz döngüsünü daha da derinleştiriyor.
Kapitalizmin pandemi ile birlikte derinleşen bu çoklu krizine karşı; toplumsal cinsiyet eşitliği, göçmenlerle dayanışma, temel hak ve özgürlükler, adalet için verilen mücadelelerin yan yana gelmesiyle daha da etkin bir mücadele hattı kurulabilir.
Kadınların yılların mücadeleleri sonucunda elde ettikleri bir dizi kazanımı geriye götürme riski taşıyan bu güncel koşullardan çıkış, birlikte mücadeleden ve dayanışmadan çıkacak. Tüm dünyada yükselen kadın hareketi, bunun mümkün olduğunu bize gösteriyor.
Esra Akbalık