Dünyada baskıcı iktidarlar kadın mücadeleleriyle sarsılırken, Türkiye'deki güçlü kadın hareketi cinsiyetçiliğe, şiddete, yargıdaki adaletsizliklere, kadın kazanımlarını ortadan kaldırmak isteyen aşırı sağcılara karşı 8 Mart'ta sokağa çıkacak.
Antikapitalist Blok içinde mücadele yürüten kadın aktivistlere 2021 8 Mart'ı hakkındaki düşüncelerini sorduk.
İşte verdikleri yanıtlar:
Kesintisiz mücadele, büyük emek
Her 8 Martta kadınların gece eylemi görüntülerine bakıp duygulanırım. Kadın hareketinin sürecini anımsayıp “nereden nereye” derim içimden.
Ülke tarihinde hiçbir hükûmetin kadın sorununa dair politika üretmemesi bir yana, “cumhuriyet kadına seçme-seçilme hakkı verdi” söylemiyle büyük (!) bir lütuf sunulduğunun altı çizilir sıkça. Üstelik erkeğin çok gerisinde olan kadına eşitlik - özgürlük getirmediği gibi, erkeğin tahakkümünün artmasını sağlayan bir yasa olduğu gerçeği ortada iken. Mecliste temsil oranına bakıldığında seçilme, kendi beğendiği partiye değil babanın - kocanın partisine oy verme alışkanlığına bakıldığında da seçme hakkını ne kadar kullandığını görmek mümkün.
Şehir merkezlerinde “eşit ve özgür cumhuriyet kadını” tarifine uyan, yani sokağa çıkabilen ve eğitimine ulaşabilen kadın nüfusu vardı elbette. Şehrin çeperlerinde ve taşrada sayısız sorun yaşayan çoğunluğa göre daha olumlu koşullara sahip bu kadınlar daha yalnız yolculuk yaptığında, gece sokağa çıktığında, babaya - kocaya itiraz ettiğinde, boşanmak istediğinde sorun yaşardı. Dindar kesim kızların okula gitmesini hala günah sayıyordu.
Kadına uygun görülen meslekler (hemşire - öğretmen vs) dışındaki alanlarda kadın sayısı çok azdı.
Solun yükseldiği dönemde kadın mücadele içinde görünür olmuştu ama solcuların da kadının sorununa değinmek şöyle dursun tartışmaya dahi tahammülü yoktu. “Kadın ve erkeğin sorunu ortaktır. Birlikte mücadele ederek kurtulabilir” diyorlardı. Bugün Kürt halkının taleplerine burun kıvırıp “sorun sınıfsaldır, kimlik sorunları devrimden sonra çözülür, mücadeleyi bölmek doğru değil” denildiği gibi.
Darbe yasalarının solu ve işçi sınıfını ezip pasifleştirdiği 80’li yıllarda feministlerin başlattığı eylemler kısa sürede toplumda yankı buldu. Yazar, öğrenci, hukukçu, insan hakkı savunucusu kadınlar ciddi ve kararlı adımlarla hareketi büyüterek tartışılır - konuşulur noktaya taşıdılar. İlgisiz görünen sıradan insanların da kulak kabarttığı eylem çeşitleri denediler. Sokağa çıktılar, dergi çıkardılar, bildiri dağıttılar. Hükûmetleri, kadın lehine yasalar yapmaya zorladılar. Kazanımlar elde ettiler. “On üçümde gelin oldum, on dokuzumda iki çocuk annesi idim” gibi hikayeler azalmaya başladı.
İlmik ilmik örülen kadın hareketinin bugün en güçlü eylem olmasında, kesintisiz mücadele ile ülke kadınının ufkunu açan o bir avuç kadının büyük emeği var. Bugün kızlarını okula gönderip doktor – mühendis - milletvekili yapan kesim de onlara çok şey borçlu. Bu yüzden de iktidardakiler kadınların kazanımlarını tırpalamaktan vazgeçip feminist kadınlara teşekkür etmeli ve attığı imzaya sahip çıkıp İstanbul Sözleşmesini uygulamaya koymalıdır.
8 Mart kutlu olsun, kadınlar mutlu olsun!
Nazmiye Çimen
---
"Bu yıl daha coşkulu olmalıyız"
8 Mart benim için özellikle bu sene coşku, öfke ve cüret ile girdiğimiz bir gün. Özellikle İstanbul Sözleşmesi ve 6284 Sayılı Kanun üzerinden iktidarın ve devlet kurumlarının patriyarkal kapitalist sistem ile ilişkileri içerisinde neleri uygulamadıklarını, neden uygulamadıklarını ve hukuksuzluk iklimini nasıl beslediklerini bir kere daha yineliyoruz. Bu amaçla asla vazgeçmeyeceğimiz taleplerimizi sokaklarda, alanlarda beraber söylemek için tüm kadınlar 8 Mart’a daha coşkuyla katılmalı.
Dilan
---
“Kendimiz olmanın coşkusu”
8 Mart, hem tarihsel arka planı hem de sembolik derinliği nedeniyle, içinin boşaltılmaması için özel çaba sarf etmemiz gereken günlerden biri. “Kutsallık” imgesinden “Kadınlarımız” söylemine, tüketim nesnesine dönüştürülmeye çalışılmasından çiçeklere, pembelere boyanmasına kadar pek çok manipülasyonla da baş edilmesi gerekiyor 8 Mart söz konusu olduğunda.
Aslında tam da bu sebeple kişisel olanın politik olduğunu; işyerinde, evde, sokakta yaşanan mobbing, sömürü, taciz, tecavüz ve cinayetleri her gün konuşmamız gerektiğini söylemeye çalışıyoruz. O içi boş, eril dilin üretmeye devam ettiği sözcüklere karşı da somut değişimlerle, öneri ve çözümlerle inşa etmek istiyoruz bugünü ve yarını.
Birlikteliğin, umudun ve kendimiz olmanın coşkusuyla dolup taşan sokaklardan yükselen “Asla Yalnız Yürümeyeceksin” cümlesi; cinsiyet temelli şiddet ve eşitsizliklere karşı hem bireyselliğimize hem de yan yana oluşumuza vurgu yapıyor ve güç veriyor. Evet, asla yalnız yürümeyeceğiz!
Esra
---
“Bugünün varlığı paha biçilmez”
Her yıl 8 Mart’ta dünyanın her yerinde, cinsiyete bakmaksızın milyonlarca kişi sokaklara dökülür. Her biri birbirinden farklı bu kadar insanın tek ortak noktaları kadınların özgürlüğünü kutlamak istemeleridir. Uluslararası olarak kutlanmaya başlanalı henüz 50 yıl bile olmayan Dünya Kadınlar Günü, tarih boyunca sosyalist hareketlerin hayatımıza kattığı, sembolik anlamı tartışılamayacak günlerden biridir.
Hem bir sosyalist hem de bir kadın olmam sebebiyle bugünün benim için taşıdığı anlam oldukça büyüktür. 8 Mart’ta sokaklarda toplanan kadınlar o ana kadar hiç tanışmamış da olsalar yan yana durup hep bir ağızdan bağrışmaya başladıklarında kardeş olurlar. Bu gibi toplanmalarda insanın içi heyecanla dolar. Kadınlar Günü için katılmış olduğum yürüyüşte hissettiğim heyecanı başka hiçbir hisle karşılaştıramam bile.
Sürekli olarak ezildiğimiz ve küçümsendiğimiz bir ülkede sonunda sesimizi duyurabildiğimiz, kadınlığımızı gururla sergileyebildiğimiz bir günün varlığı hiç şüphesiz paha biçilmezdir.
Beliz
(Sosyalist İşçi)