2020’de 383 kadın öldürüldü. Bu konuda ne düşünüyorsunuz? Kadın cinayetlerini nasıl önleyebiliriz?
Alemşah: Çok öfkeliyim ve biliyorum, milyonlarca kadın da benim gibi yaşanan bu cinayetler, tacizler, tecavüzler karşında öfkeli. Her geçen gün bir kadın arkadaşımızı şiddet yüzünden kaybediyoruz. Artık ne sayılar ne isimler ne de olaylar kalıyor gündemde. Bilsinler ki bu ciddi durum ne kadar yok sayılmaya, görmezden gelinmeye çalışılsa da bizler ne sayıları ne isimleri ne de olayları unutuyoruz...
Onlar bu durumu yok saydıkça bizler gündeme getirmeye, yitirdiğimiz bütün canların hesabını sormaya devam edeceğiz. Bizden alınmaya çalışılan İstanbul Sözleşmesi'nden de haklarımızdan da vazgeçmiyoruz. Kadını yok sayan, kutsal aile söylemi altında cinayetleri meşrulaştıran, iyi hal indirimleri ile cinayete teşvik eden iktidar kendinden vazgeçsin. Bizler haklı taleplerimiz ile her zaman birlikte onların karşısında olacağız.
Berna: Kadın cinayetlerinin artmasının en önemli nedenini, İstanbul Sözleşmesi'nin yükümlülüklerinin yerine getirilmemesi olarak görüyorum. Bildiğimiz gibi sözleşme, dört ilkeye dayanıyor. Kadına şiddetin önlenmesi, şiddet mağdurlarının korunması, suçluların cezalandırılması ve kadına karşı şiddet ile mücadelenin bütüncül politikalarla desteklenmesi. Devletin bu ilkeleri hayata geçirebilmesi için, kadın cinayetlerinin ve şiddetin en çok yaşandığı kurum olan aileye olan yaklaşımını tamamen değiştirmesi gerekiyor; Kadın cinayetlerini durdurmak için kadının beyanını esas olmak zorunda.
Devlet eliyle çeşitli egemen çevrelerin de bu tutuma sahip olması, yani aile kurumunu ayakta tutmak adına şiddeti görmezlikten gelmesi, arkasından daha büyük felaketi de beraberinde getirmesine neden oluyor. Araştırma sonuçları da bunu göstermekte. Kadınların yüzde 66'sının evde öldürülmesi, kadınların can güvenliğinin en çok aile içinde ve evlerde tehdit altında olduğunu gösteriyor. İstanbul Sözleşmesi’nin 2014 yılında yürürlüğe girmesine rağmen, bırakın uygulanmasını "aile kavramı tehlike altında” diyerek tartışmaya açıldığını görmek gerçekten çok üzücü.
Ancak önümüzde aydınlık bir yol var. O da kadın hareketinin İstanbul Sözleşmesi’ne sahip çıkması ve uygulanması için baskı oluşturmasıdır. Kadınların mücadelesinin sahip olduğu canlılık, ısrar ve dayanışma umut veriyor. Kadın cinayetlerini durdurmak, İstanbul Sözleşmesi'nin hayata geçmesini sağlamak için ısrarlı olmak ise bu umudu canlı tutmaktan kadınların mücadelesinin içinde yer almaktan ve başka kadınları da katarak hareketi büyütmekten geçiyor.
Ceren: Kadın cinayetlerinin uzun vadede ve etkili bir biçimde durdurulabilmesi için asıl görev hükümete ve politikacılara aittir. Öldürülen kadınların büyük bir kısmı halihazırda tanıdığı erkeklerin (eski sevgili, eski eş) kurbanı. Üstelik polise defalarca şiddete uğradığı, tehdit aldığı şikâyetiyle başvurmalarına rağmen hiçbir şekilde korunmuyorlar. Ancak katledildikten sonra, sosyal medyada kanat çizilmiş fotoğraflarını paylaşarak ağıtlar yakıyoruz. Bu kadınlar göz göre göre öldürülüyorlar. Bana kalırsa hükümetin şiddet gördüğünü ya da kendini tehlikede hissettiğini bildiren her kadına korunması için yardım etmesi ve psikolojik / fiziksel şiddet uygulayan erkeği sorgulaması gerekir, suçluların da en ağır cezayı alması. Bu radikal bir talep değil, asıl saçma olan katillerin yüzünün karartılması ve çoğu zaman hak ettikleri cezayı almamaları.
Türkiye'de yaşayan ve erkekler tarafından sözlü ya da fiziksel tacize maruz kalmamış bir tane bile kadın görmedim. Bunların hiçbirine en ufak bir müsamaha gösterilmemeli, hepsi cezalandırılmalıdır. İdeal olan tabii ki eğitim kanalıyla toplumun cinsiyet eşitliği bilincine ulaşması, ancak bu yüksek amaca ulaşana kadar bu katliam devam edemez. Dediğim gibi, hükumetin çok ciddi adımlar atması, polislik kurumunu reforme etmesi gerek. Kadınları dinleyin, katilleri erken cezalandırın. Hiç kimse bir anlık kıskançlık ile bir insanı yakıp betona gömmez, bu tarz bahaneler ile katillere cezai indirim uygulanması trajikomik. Öfkemiz haksız değildir, katilleri cezalandırmayan, cinayetleri engellemeyen hükümetler katildir.
Dilan: 2020’de 383 kadın öldürüldü. Ne yazık ki hiçbiri münferit olaylar değildi. Kadın cinayetleri iktidarın cezasızlık politikasından, kadın düşmanı söylemlerinden, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinden kaynaklanıyor. Ve sorunun kökenine inmedikçe, bu sorunun bireysel değil toplumsal, politik bir mesele olduğunu göremedikçe ilerlememiz çok zor. Öfkemiz acımızdan daha büyük. Kadın cinayetlerini ancak örgütlü bir mücadeleyle önleyebiliriz. Anaokullarından başlayarak toplumsal cinsiyet ile ilgili dersler eklenmeli. Bu derslerin eklenmesi konusunda ısrarcı ol maliyiz. 6284 ve İstanbul Sözleşmesi acilen uygulanmalı. Ayrıca kadını aşağılayan, kadın düşmanlığı yapan her söylem suç olmalı. Önce dilimizdeki cinsiyetçiliği atmalı, sonra da eylem pratiklerimizi geliştirmeliyiz. Ancak bu şekilde toplumda bilinç seviyesini geliştirebiliriz.
Fulya: Son yıllarda kadın cinayetleri endişe verici şekilde artış gösteriyor. Her geçen yıl daha fazla kadın öldürülüyor. Geçtiğimiz günlerde bir kadın yakılarak öldürüldü. Aile, çalışma ve sosyal hizmetler bakanı yine ‘davanın takipçisi olacağız’ demekle yetindi. Kadın cinayetlerini, şiddeti önlemesi gereken, İstanbul sözleşmesini uygulaması gereken devlet; sürekli ayrımcı, eril, cinsiyetçi dili ile karşımızda. Kadını sadece ‘anne’ olarak gören, anne- aile kutsallığı ile uygulanan politikalarla kadınlık yok sayılmaya çalışılıyor.
Bu kapitalist sistemde kadınlar yaşamları için, tüm sosyal alanlardaki hakları için mücadele etmek durumunda kaldılar. Yıllarca ve hala işittiğimiz tüm basmakalıp cinsiyetçi, ataerkil söylemlere, beklentilere, yaftalara, etiketlere karşı yaşamlarının her alanında mücadele ettiler ve sonucunda çokça da kazanım elde ettiler. Ancak son yıllarda bu haklar elimizden alınmaya çalışılıyor. Her gün onlarca kadın erkekler tarafından öldürülüyor, İstanbul sözleşmesi uygulanmıyor ve kadınları koruyan bu sözleşme elimizden alınmasın diye mücadele veriyoruz.
Son zamanlarda taciz ve şiddete maruz kalan kadınların sosyal medyada suskunluklarını bozması çok önemli bir adım. Bir kadının sesi birçok kadının sessizliğini barındırıyor. Ancak tüm bu süreçte de bir takım erkeklerin cinsiyetçi, kibirli eril açıklamaları mide bulandırıcı ve öfkelendirici oldu, benim için. Çünkü artık yeter. Kadınlar her geçen gün daha fazla fiziksel ve psikolojik şiddete maruz kalıyor, öldürülüyorken bu dile tahammülüm yok.
20’li yaşlarımın başlarında fiziksel ve psikolojik şiddete maruz kalan biri olarak tüm bu ifşaları okumak, üzerine yazılanları takip etmek zorlayıcı oldu. Bunları yaşamanın, anlamlandırmaya, sindirmeye çalışmanın sonrasında cesaret bulup anlatmaya çalışmanın ne kadar zor bir süreç olduğunu biz kadınlar çok iyi biliyoruz. O yüzden her tweet atan kadınla yalnız olmadığımızı tekrar tekrar gördük. Dünyanın bambaşka bir yerindeki bir kadın öldürüldüğünde de ne yaşadığını, ne hissettiğini çok iyi biliyoruz.
O yüzden bir kadın bile iyi olmadan hiçbirimiz iyi olmayacağız. Tahammülümüz yok ve öfkemiz çok. Yaşamımız için, haklarımız için, toplumsal cinsiyet eşitliği için, İstanbul Sözleşmesi için sonuna kadar mücadele etmeye devam edeceğiz.
Helin: Kadınların içinde bulunduğu bu yok edici, can alıcı durum; içimde endişe, korku ve kızgınlık uyandırıyor. Fakat Türkiye'deki muhalefetin zayıflığına bakacak olursak, kadın hareketi uzun bir süredir umut ve heyecan verici bir sokak hareketi olmayı sürdürüyor. Kadın hareketi hükümetin birçok hak saldırısını savuşturmayı ve politik argümanlarını geniş kalabalıklara duyurmayı başardı. Ama bizim için tehlike devam ediyor. Özelikle derneklere, küçük gruplara kayyum niteliğindeki son yasa hamleleri, mücadelenin sert devam edeceğini gösteriyor. Buna karşı daha fazla örgütlenmeliyiz. Küçücük bile olsa grupların varlığını, iletişimini devam ettirmek bu süreçte oldukça değerli. Büyük bir güç olduğumuzu ve dünyadaki kadın hareketinin bir parçası olduğumuzu unutmadan mücadele etmeye devam etmeliyiz.
Suda: 2020, kadına karşı şiddetin boyutunun anlaşılmaya başlandığı bir yıl gibiydi başta. Mart ayı itibariyle karşılaştığımız sokağa çıkma yasakları, şiddetli ev ortamlarını yatıştırmak bir yana, daha da sağlıksızlaştırdı. Hükûmetin adım atmasını bekledik, gelmedi. İstanbul Sözleşmesi “Türk aile yapısına ve ahlakına aykırı” gibi konudan sapmaya çalışıldığı çok belirgin ve başlı başına nefret söylemi içeren bahanelerle iptal edilmeye çalışılıyor. Ama reddettikleri sözleşmenin yerini tutabilecek hiçbir yaptırım ya da kanun yok.
Kadınları korumak için oluşturulduğu söylenen kanunlar ya uygulanmıyor ya da işe yaramaz hale getiriliyor. Sığınma istekleri reddediliyor, gerekli tedbirler alınmıyor. İyi hâl ve tahrik indirimleriyle kısaltılan mahkûmiyet süreleri katillere güven veriyor. Döngü kırılmıyor, kadınlar şiddet görerek yaşamaya, öldürülmeye devam ediyor.
2020 yılında 383 kadın; ailesi, partneri, eski partneri tarafından öldürüldü ve ülkece bu gerçeği kabullenmiş gibiyiz; bu sayının sadece buzdağının gözüken yüzü olduğunu kabullenmemiz gibi. Şiddete maruz kalan ama gidecek yeri olmayan, bu durumun normal olduğunu düşünen, ailesini bozmamak için harekete geçmeyen kim bilir kaç kadın vardır.
Cinayetlerin önüne geçmemizin tek şansı yasama-yürütme-yargı gelişimi ve eğitim. İstanbul Sözleşmesi uygulanmalı, elde var olan 6284 sayılı kanun uygulanmalı, kadınların hem temel eğitim-öğretim, hem de haklarının bilgisini alması şart koşulmalı. Toplum çapında ahlak algısının değişmesi için eğitimler başlamalı. Töre, erkek egemen aile ve toplum yapısı ve kıskançlık gibi durumların nasıl da cinayeti ve şiddeti meşru kılmayacağı, bilinmesi gereken bir olgu olsa da, insanlara yeni baştan anlatılmalı. Değişimin bir gecede gelmeyeceği kesindir, ama bir gün gelebilmesi için bugünden başlanmalıdır.
Fotoğraf: Özge Özgüner / csgorselarsiv.org