Ruth Bader Ginsbürg’ün ölümü ve kadın haklarına saldırılar

23.09.2020 - 14:59
Haberi paylaş

ABD Yüksek Mahkemesi Yargıcı Ruth Bader Ginsburg’un ölümü, daha şimdiden, yerini kimin alacağına dair bir tartışma başlattı.

Trump’ın Yüksek Mahkeme’ye muhafazakâr bir aday önermesi kuvvetle muhtemel.

Bu göreve atanacak yargıç, ABD başkanı Trump tarafından gösterilen adayın Senato’da oylanmasıyla belirleniyor. Diğer bir deyişle; mahkemeler ve hukuk sistemi, yargıçların parti siyaseti ile belirlendiği siyasi bir savaş arenası aslında.

Trump, Demokrat Ginsburg’un yerine Cumhuriyetçi bir aday önerirse, Cumhuriyetçilerin mahkemedeki çoğunluğu perçinlenmiş olacak. Ve bu, mücadelesi verilen temel haklar adına çok büyük bir tehdide dönüşecek gibi görünüyor. ABD’de kadınların kürtaj hakkını koruma kararı Roe v. Wade davası (1973) ile alınmıştı. Şimdi bu karar da mahkeme tarafından bozulabilir.

Trump, “vakit kaybetmeden” yeni bir kadın aday açıklayacağını duyurdu. Kuzey Carolina’daki mitingde “Adayım bir kadın olacak,” diyordu; “Bir kadın olması gerektiğini düşünüyorum çünkü kadınları, erkeklerden çok daha fazla severim.”

Yüksek Yargıç Antonin Scalia, 2016 seçimlerinden dokuz ay önce hayatını kaybettiğinde, Cumhuriyetçi Senato, adayları, yeni başkanın kim olacağını görmeden değerlendirmeyi reddetmişti. Bu örnekten yola çıkanlar, Bader Ginsburg’un yerini alacak yargıcın da Kasım’da yapılacak başkanlık seçiminden sonra atanması yönünde çağrılarda bulunuyor.

Yüksek Mahkeme’de, seçime bu kadar yaklaşılmışken sağlanacak Cumhuriyetçi çoğunluk, Trump’ın aşırı sağ gündemini, yani sınıfsal kazanımların hiçe sayılması niyetini pekiştirecektir.

Bu koltuğa oturmayı başaran dört kadından ikincisi olan Bader Ginsburg, kadın haklarının önemli mimarlarından biri olarak tanınıyordu. Bir hukukçu olduğu 70’li yıllarda, cinsiyet eşitsizliğine son verecek yasa tekliflerinin kabul edilmesi için çabaladı. Onun çabaları, kadın özgürlüğü hareketinin yürüttüğü kampanyalarla desteklenip kazanıma dönüştürülüyordu. Kadınların hak kazanımı mücadelesi, gücü elinde bulunduranlar için, bu hareketin taleplerine kulak verme zorunluluğu doğurmuştu.

Bader Ginsburg, 1993’te ABD Başkanı Bill Clinton tarafından Yüksek Mahkeme’ye atandıktan sonra da mücadeleyi bırakmadı. “Kararlar nerede alınıyorsa, kadınların orada bulunması gerekir” diyordu; “Kadınlar istisna değildir; o merciler onların hakkıdır.”

Ne var ki ABD liberalleri ve anaakım Demokratları tarafından, sisteme meydan okumayıp içinde yer almayı seçmekle eleştirildiği de oldu. Aşırı sağcı Yüksek Mahkeme yargıcı Antonin Scalia ile dostluğundan övgüyle söz edenler de yok değildi.

Hukuk sistemi, asli mücadelenin kazanımına giden yol değildir. Bazı kazanımlar olur, ama bunlar sınırlı çerçevede gerçekleşir ve geri çekilmeleri de gayet olasıdır. Örneğin kürtajı yasallaştıran federal yasaya rağmen, kürtaj yasağını sürdüren 17 eyalet mevcut. Ve şimdi bu kazanım da tehdit altında.

Kapitalizmde tanınan yasal hakların, çoğunlukla bu uğurda yürütülen mücadelelerin sonucunda elde edildikleri unutulmamalı. Ayrıca uğruna savaş verilen bu hakların bağışlanması, mücadelenin sonlandığı anlamına gelmiyor. Kadın haklarına yapılacak olası saldırılar, kazanımların yitirilmemesi için yürütülecek bir mücadeleyi harekete geçirmelidir. Bu da tıpkı öncekiler gibi, biz sıradan insanların mücadelesi olacak; Demokrat Parti’nin değil.

Isabel Ringrose

(Socialist Worker'dan çeviren Tuna Emren)

Bültene kayıt ol