Meltem Oral ve Nuran Yüce kazanılmış haklara yönelik müdahaleyi, kadına yönelik şiddetin arka planını ve kadın hareketinin politik çatlakları derinleştiren etkisini analiz ediyor.
Her gün kadın cinayetlerinin yaşandığı bir yerde, iktidar oturmuş şiddeti önlemeyi hedefleyen bir sözleşmeden çekilmeyi tartışıyor. Kadınlarla erkeklerin eşit olmadığını düşünen, nafaka ve kürtaj gibi haklara karşı olan, istismarcılara af isteyen bir grup marjinal erkek İstanbul Sözleşmesi’ne de göz dikmiş durumda. Ancak toplumun çoğunluğu şiddeti önlemeyi amaçlayan bu sözleşmeden çekilmeye karşı. AKP’li kadın milletvekilleri ve iktidara yakın kadın derneği KADEM de sözleşmeden çekilmeye karşı olduklarını açıkladı. Şiddeti önlemeye dönük bir sözleşmeye karşı olanlar, yani şiddet cezasız kalsın diyenler kendilerince toplumsal meşruiyet kazanmak için LGBTİ+ düşmanı iddialarla sözleşmeyi karalamaya çalışıyor. Dünyada yükselen otoriter iklimin bir sonucu da İstanbul Sözleşmesi’ne dönük saldırılar. Her ülkenin sağcı muhafazakarları benzer uyduruk iddialarla sözleşmeye karşı çıkıyor. Peki İstanbul Sözleşmesi aslında ne diyor?
İstanbul Sözleşmesi ne diyor?
İstanbul Sözleşmesi birdenbire ortaya çıkmadı. Sözleşme’nin ardında kadınların yıllardır verdiği mücadele, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları, Kadına Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Ortadan Kaldırılması Sözleşmesi (CEDAW) ve pek çok yasa var. İstanbul Sözleşmesi yıllar içinde tespit edilen eksikliklerin giderilmeye çalışıldığı şimdilik en kapsamlı uluslararası sözleşme. Sözleşmeyi önemli kılan da bu kapsamı. Sözleşme dört temel unsuru birlikte ele alıyor. Toplumsal cinsiyet temelli şiddetin önlenmesi, şiddete maruz bırakılanların korunması, faillerin cezalandırılması, şiddetin ve ayrımcılığın ortadan kaldırılması için toplumsal cinsiyet eşitliği temelli politikaların geliştirilmesi. Esas olarak şiddetin önlenmesi için devletin yükümlülüklerini açıklıyor. Sözleşmenin Türkçe çevirisinde “aile” vurgusu yapılsa da aslında evlilik bağı, aile ilişkisi, partnerlik gibi koşullar gözetmeksizin şiddete maruz bırakılan tarafın korunması ve güçlendirilmesi için devletin sorumluluklarını belirliyor.
Sözleşme taraf devletlerin sorumlu oldukları hükümleri uygulamak konusunda herhangi bir şart koşamayacaklarına dair çok açık ve geniş kapsamlı bir tanıma sahip. “Mağdurların haklarını korumaya yönelik tedbirlerin, cinsiyet, toplumsal cinsiyet, ırk, renk, dil, din, siyasi veya başka tür görüş, ulusal veya sosyal köken, bir ulusal azınlıkla bağlantılı olma, mülk, doğum, cinsel yönelim, toplumsal cinsiyet kimliği, sağlık durumu, engellilik, medeni hal, göçmen veya mülteci statüsü veya başka bir statü gibi, herhangi bir temele dayalı olarak ayrımcılık yapılmaksızın uygulanmasını temin edeceklerdir”, yani bu kriterler şiddete maruz bırakılan birinin korunması için sözleşmenin belirttiği yükümlülüklerin uygulanmamasına bir gerekçe olamaz diyor. Yani Kürtçe tercüman olmadığı için Fatma Altınmakas’ı karakoldan evine geri yollayamazsınız diyor. Bir grup marjinal sağ muhafazakâr erkeğin dayatmasıyla sözleşmeden çekilmenin tartışıldığı günlerde, Fatma, İstanbul Sözleşmesi uygulanmadığı için öldürüldü.
Sözleşmeye karşı çıkanlar; partneri, kocası, babası, abisi, damadı, eniştesi veya çevresindeki herhangi bir erkek tarafından şiddete uğrayan kadınlar veya çocuklar şikayetçi olamasın, şiddetten korunmasın, şiddet uygulayanlar cezalandırılmasın istiyor. Sözleşme “aileyi yıkıyor” derken kastettikleri “şiddet devam etsin, boşanma olmasın”. Bu açıkça cinayetleri teşvik etmektir. Aynı şekilde sözleşmeyi bahane ederek uydurdukları yalanlarla LGBTİ+’ların haklarına saldırıyorlar. Ne yazık ki iddia ettikleri gibi sözleşme eşcinsel evlilikleri yasal olarak tanımıyor, çünkü konusu bu değil. Türkiye’de henüz eşcinsel evlilikleri yasal olarak tanınmıyor.
Haklarımıza dönük saldırıları savuşturmanın yanı sıra bu hakları kazanmak için de mücadele edeceğiz elbette.
İstanbul Sözleşmesi uygulansın
Türkiye İstanbul Sözleşmesini hem ilk imzalayan hem de parlamentoda onaylayan ilk ülkeydi. Tayyip Erdoğan Türkiye’nin sözleşmeye çekincesiz imza koymasıyla övünürken birçok ülkede “ekonomik kriz” nedeniyle çıkmayan uyum yasalarının Türkiye’de 6284 sayılı koruma kanunu ile çıkarıldığını ve bunun gereklerinin yapılacağı iddia ediliyordu. Ancak sözleşmenin taraf ülkelere birçok sorumluluk yüklemesine rağmen Türkiye’de gerektiği gibi uygulandığını söylemek mümkün değil. Yani sözleşmeden çekilme tartışmasını bir an evvel kapamak yetmez, gerektiği gibi uygulanması lazım. İstanbul Sözleşmesi’nin uygulanıp uygulanmadığını denetleyen uzmanlardan oluşan GREVIO’nun 2017’de yayınlanan Türkiye raporu manzarayı ortaya koyuyor. Rapora göre şiddet davalarında cezasızlık süreklilik kazanmış . Cinsiyetçi zihniyet, faillerin ceza indirimi almasına yol açıyor. Şiddeti önlemek, maruz kalanı korumak, faili kovuşturmak ve bütüncül politikalar geliştirmek konusunda devlet gerekli tedbirleri almıyor. Cinsel şiddet kriz merkezleri açılmıyor, sığınak sayıları yetersiz, şiddete maruz bırakılanlar devletin politikaları uygulamamasından dolayı yetkili makamlara şikayetçi olmakta çekinceler yaşıyor. Toplumsal cinsiyet eşitsizliğini ortadan kaldırmaya yönelik bütüncül politikalar geliştirilmiyor. Aksine son yıllarda artan bir hızla nafaka, kürtaj, 6284 sayılı kanun ve İstanbul Sözleşmesi gibi kadınların kazanılmış haklarına karşı bütüncül bir saldırı yürütülüyor.
Devlet şiddeti önlemiyor
2014-2019 yılları arasında 94 kadın devlet koruması altındayken, aile yakınları olan erkekler tarafından öldürüldü. 2019 yılında Türkiye genelinde kadına yönelik şiddetle ilgili 4 bin 76 suç duyurusunun yüzde 82,4’üne, yani 3 bin 357’sine “kovuşturmaya yer yok” kararı verildi.
Her yıl yüzlerce kadın, şikâyet etmesine, karakola başvurmasına rağmen öldürüldü, öldürülüyor. Bu yılın Temmuz ayında 36 kadın erkekler tarafından öldürüldü. 11 kadının ise şüpheli şekilde ölü bulunduğu raporlandı. Kadınların 11’i evli oldukları erkek, 5’i birlikte olduğu erkek, 5’i tanıdığı biri, 4’ü eskiden evli olduğu erkek, 2’si akrabası, 2’si babası, 2’si eskiden birlikte olduğu erkek ve 2’si de oğlu tarafından öldürüldü. Kadınların öldürülme nedeni ise genellikle boşanmak istemeleri, ilişkiyi reddetmeleri; kısacası “hayır” demeleri.
6284 sayılı kanun İstanbul Sözleşmesi’nde devlete ait olduğu belirtilen yükümlülüklerin uygulanması için 2012’de yürürlüğe girdi. Ancak 6284, İstanbul Sözleşmesi’nin devleti yükümlü kıldığı kapsam törpülenerek kanunlaştı. Sözleşmenin toplumsal cinsiyet eşitsizliğini ortadan kaldırmaya dönük yaklaşımı yok sayılarak “aileyi korumak” hedefiyle kanun hazırlandı. Israrlı takip suç sayılmadı. Bu eksikliklerine rağmen 6284 sayılı kanunda şiddeti önlemek ve maruz bırakılanı korumak için var olan hükümler uygulanmıyor. 6284’ün gerekleri yerine getirilse Sevtap Şahin hâlâ hayatta olabilirdi. Sevtap Şahin gördüğü şiddetten dolayı evli olduğu erkek Özcan Şahin tarafından öldürüldüğü güne kadar 60’a yakın şikâyette bulundu. Polisin, devlet kurumlarının sayısız ihmali sonucunda, göz göre göre öldürüldü.
Türkiye’de hâlâ kadına yönelik erkek şiddeti özelinde 7/24 çalışan bir destek hattı yok. Evli kadınların en az üçte biri fiziksel ve/veya cinsel şiddete maruz kalıyor ama sadece yüzde 11’i bunu resmî kurumlara bildirebiliyor. Cinsel şiddet kriz merkezleri yok. Haziran 2019 itibarıyla 144 sığınak var ve bunların yatak kapasitesi 3482. İstanbul Sözleşmesi’ne göre olması gereken yatak kapasitesi 8.315. Ayrıca nüfusu 100.000’in üzerinde olan en az 237 belediyenin sığınak açma zorunluluğu varken sığınağı olan belediye sayısı 32.
AKP’ye yakınlığıyla bilinen Kadın ve Demokrasi Derneği (KADEM)’nin İstanbul Sözleşmesi hakkındaki açıklaması iktidar çevresinde bu konuda kocaman bir çatlak olduğunu kanıtladı. Bazı AKP’li kadın milletvekillerinin bireysel tepkilerinin dışında KADEM’in açıklaması, söz konusu çevrede İstanbul Sözleşmesi’ne dönük saldırılara karşı en görünür yanıt oldu. Ardından sözleşmeye dair yalanları, rapor adı altında piyasaya süren erkekler kulübü Türkiye Düşünce Platformu da geri adım attı.
Ancak KADEM’in sözleşmeyi karalamak için ortaya atılan iddialara yanıtı “vallahi değerlerimize karşı değil” şeklinde. Yani şiddete maruz bırakılan kişi dini değerlere uygun değilse, şiddet meşru mudur? Israrla “erkekler de şiddete uğrarsa bu haklardan faydalanabilir” denilerek adeta şiddet uygulayıp ceza almak istemeyen erkekleri, çay demleyip “sizin de haklarınız var” diyerek ikna etmeye, sakinleştirmeye çalışıyor. Mağduriyetleri giderme kisvesi altında istismarcıların affına kapı aralayabilecek TCK 103 değişikliğini onaylıyor. Sözleşmenin toplumsal cinsiyet eşitliğine yüklediği anlamı eğip büküyor. Kadınlarla erkeklerin ancak yasalar önünde fırsat eşitliğine sahip olabileceğine dair cinsiyetçi söylemi tekrarlıyor. İstanbul Sözleşmesi’ne destek açıklarken, LGBTİ+’lara nefret saçmak bizzat sözleşmenin ilkelerine aykırı bir tutum.
Kadınların kazanılmış haklarına dönük saldırılar son yıllarda Macaristan, Polonya, Brezilya, ABD ve daha pek çok ülkede sağ otoriter siyasetin yükselişiyle birlikte hız kazandı. Polonya son yıllarda en kitlesel kadın mücadelelerinin verildiği yerlerden bir tanesi. 2016’da kürtaj yasaklarına karşı genel greve çıkan Polonyalı kadınlar şimdi İstanbul Sözleşmesi’ni korumak için sokakta. Polonya’da iktidar tıpkı buradaki ortakları gibi sözleşmenin “aile değerlerine aykırı” olduğunu iddia ediyor. Ülkelerinin İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmesine karşı sokağa çıkan Polonyalı kadınlar ve feminist örgütler, Türkiye’de mücadele yürüten kadınların sosyal medya eylemine katıldı. 1 Ağustos’ta sözleşmenin Türkiye’de yürürlüğe girmesinin 6. yıl dönümünde “İstanbul Sözleşmesinden Vazgeçmiyoruz” etiketiyle yapılan sosyal medya eylemiyle aynı anda Polonya’da “Nie Oddamy Konwencji” etiketiyle eylem yapıldı. Ayrıca 5 Ağustos’ta Türkiyeli kadınlarla dayanışmak için Polonya’daki Türkiye Büyükelçiliği önüne eylem çağrısı yapılıyor. Irkçı, cinsiyetçi, LGBTİ+ düşmanı iktidarlara karşı yaşasın küresel mücadelemiz, yaşasın kadın dayanışması!