Pandemi sürecinde kadınlar

18.06.2020 - 11:33
Haberi paylaş

Bir twitter hesabından atılan “kocam isterse çalışabilir” tweeti sosyal medyada, toplumsal cinsiyet kalıplarını tersine çeviren bir dalgaya dönüştü.

Kadınların çocukluktan itibaren duyduğu bütün cinsiyetçi deyimler, ifadeler, yorumlar tersine çevrildi. Toplumda egemen olan cinsiyetçi ezberlerin saçmalığı bir nebze olsun görünür kılınmış oldu. Sadece erkekliği değil ikili cinsiyet sistemini, heteronormatif kalıpları teşhir eden paylaşımlar da yapıldı. Sosyal medyanın sınırlı alanında gerçekleşmiş olsa da bu dalga, son yıllarda daha da güçlenen kadın hareketinin yansımasıydı. Mesele sadece her kadının hayatı boyunca maruz bırakıldığı cinsiyetçi söylemlerin erkeklere uygulandığı zaman aslında ne kadar saçma olduklarının ortaya çıkması değil. Mesele bu söylemlerin kadına yönelik her türlü şiddeti meşrulaştırıyor olması. Şiddetin payandası olan bu söylemlerin tersine çevrilerek parçalanması, işlevsizleştirilmesi çok önemli. 

Kadın cinayetleri sürüyor

Sosyal medyada #erkekyerinibilsin dalgasının sürdüğü günlerde birçok kadın erkekler tarafından öldürüldü. Haziran ayının ilk iki haftasında en az on bir kadın öldürüldü. Kadınlar Birlikte Güçlü kampanyasının geçen haftasonu kadın cinayetlerine karşı önlem alınması talebiyle yaptığı eylemde ifade edildiği üzere, Haziran’ın ilk on gününde Nasiba Mamatklova, Ayşegül Aktürk, Carmen Florentina Aydoğan, Miray Yılmaz, Nargül Yıldız, Güler A., Eda Nur Şahin, Hatice Çelik, Nermin Yumuşak, Özlem Çakar ve Aslıhan Alkılınç öldürüldü. Aleyna Çakır’ın ölümü intiharmış gibi gösterilmeye çalışılıyor. Ümitcan Uygun tarafından şiddete uğradığının kanıtı olan bir video sosyal medyada yayınlanmış olmasına rağmen şüpheliler tutuklanmıyor, cinayet ihtimali araştırılmıyor.

Pandemi koşulları şiddeti arttırıyor ve daha da görünmez kılıyor. Mor Çatı Kadın Sığınma Vakfı koronavirüs salgını süresince kendisine ulaşan kadınların aktarımlarından yola çıkarak bir raporlama yapıyor. Mayıs ayı raporu, kadınların yasal haklarını kullanmasının önünde zaten varolan engellerin arasına salgının eklendiğini gösteriyor. Mekanizmanın tıkanıklığına salgın bahane ediliyor. Polis, savcılık, Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmet Bakanlığı yetkilileri kadınları yanlış yönlendiriyor. Rapora göre salgın nedeniyle kendi evini kapatıp ailesinin evine dönmek zorunda kalan bir kadına, babası ve abisinin uyguladığı şiddeti şikâyet etmek için gittiği karakolda “evli olmadığı için işlem yapılamayacağı” söylenmiş. Yani Türkiye’nin en az bir karakolundaki polisler, kadınların kocaları olmayan erkekler tarafından şiddet görebileceğini ve şiddet faillerine herhangi bir ceza verilemeyeceğini düşünüyorlar. Bu polislere göre babanız, abiniz, erkek kardeşiniz, enişteniz, amcanız, dedeniz, partneriniz veya sokaktan geçen herhangi birisi size şiddet uygulayabilir. 

İstanbul Sözleşmesi’nin önemi

İstanbul Sözleşmesi ve 6284 sayılı yasa devletin kurumları tarafından sistematik olarak ihlal ediliyor. Bu haklara karşı uzun süredir bir saldırı olduğu malum. İktidar kadın hareketinin ve genel olarak toplumun tepkisinin neticesinde sözleşmeye ve yasaya henüz dokunamadı. Ancak belli ki pratikte zaten ağır aksak uygulanan yasalar iyice işlevsizleştiriliyor. Tıpkı kürtaj hakkında olduğu gibi. Kürtaj yasal olmasına rağmen iktidarın baskıları sonucunda neredeyse hiçbir devlet hastanesi kürtaj yapmıyor. Koskoca İstanbul’da kadınların yasal kürtaj hakkını kullanabildiği devlet hastanesi sayısı: BİR! Eş onayı şart koşmadan kürtaj yapan yer ise yok. Tıpkı kürtaj hakkımızı kullanmamızın bizzat devlet tarafından engellenmesi gibi, İstanbul Sözleşmesi ve 6284’ün gerekleri de yine devlet tarafından yerine getirilmiyor. Kürtajın önündeki engeller yüzünden kadınların daha tehlikeli çözümler bulmaya itilmesi gibi, bu yasaların uygulanmaması da kadınları şiddete ve ölüme itiyor. 

Haklara erişim kısıtlanıyor, kadınların başvurabilecekleri güvenilir, erişilebilir, destekleyici kamu kurumlarının sayısı giderek azalıyor. Ancak diğer yandan bazı konularda kadın hareketinin gücü sayesinde birkaç yıl öncesine kıyasla çok daha olumlu durumdayız. Sosyal medyadaki #erkekyerinibilsin akımı, tıpkı #metoo gibi kadınların gündelik hayatta yaşadığı bir dizi tacize, ayrımcılığa karşı artık daha güçlü ses çıkardığını gösterdi. Yine sosyal medyada akademideki tacize karşı birçok kadın sesini yükseltti. Deneyimini paylaşan kadınlar, benzer tacizlere maruz kalan diğer herkese yalnız olmadıklarını hissettiriyor. Konumundan dolayı kollanan ve tacizinin üzeri örtülen failler karşısında mücadele etmeye çalışan kadınlara güven veriyor. 

Evet! Kadının beyanı esastır!

Son yıllarda sol, sosyalist, demokrat çevrelerde kendisini feminist olarak tanımlayan kimi akademisyenler dahil olmak üzere bu konularda ciddi bir düşünsel hantallık olduğu açığa çıktı. Kendisini sosyalist olarak tanımlayan pek çok kişinin şiddetin illa fiziksel olmadığına dair bir fikri bile yok. Hal böyle olunca son yıllarda bu çevrelerde ne zaman bir taciz ortaya çıksa “kadının beyanı esastır” ilkesi sorgulanıyor ve çarpıtılıyor. İstisnasız her seferinde bu sorgulama erkeği gözeten bir yerden oluyor nedense. Yine de “dokunulmaz” görülen erkeklikler çatırdıyor, üzerini örtmek, korumak ve kollamak daha zor hale geliyor ve bu çok önemli. 

Türkiye’de çok güçlü bir feminist/kadın hareketi var. Sokak gücünün kitleselliği için 8 Mart’taki “o kalabalığı hatırlamak” yeterli. Bu gücü mevcut haklarımıza dönük saldırıları püskürtmek için genişletmek, gerekli zeminleri oluşturmak gerekiyor. Pandemi nedeniyle dünyanın bir daha eskisi gibi olmayacağı söylenirken, ABD’deki hareket bunu kanıtladı. Belli ki önümüzdeki günlere ezilenlerin mücadelesi damgasını vuracak. Bu küresel öfke yalnızca ırkçılığa karşı değil, bize dayatılan her türlü baskı formuna karşı bir öfke. Irkçılığın, ayrımcılığın, erkekliğin sembolleri her yerde yıkılacak.  

Meltem Oral

(Sosyalist İşçi) 

Bültene kayıt ol