Pandemi günlerinde iş güvensizliği, maddi yoksunluklar daha da arttı.
BBC’nin gece haberlerini sunan Emily Maitlis, virüsün zengin ya da yoksul ayırt etmeden herkesi aynı derecede etkilediği, virüsün herkesi eşitlediği masalının düzeltilmesi gerektiğini; otobüs şoförleri, işçiler, hemşireler ve esnafın orantısız şekilde düşük ücretli çalışanlar olduğunu, fiziksel iş yaptıklarından evden çalışamadıklarını, virüse daha çok maruz kaldıklarını; bunun da sağlık sorunu olduğu kadar bir refah sorunu olduğunu dile getirdi. Maitlis’in bahsettiği çalışanların hepsi iş güvenliği olan insanlar. Onların durumu, ev işçisi kadınların mağduriyetiyle aynı ölçüde değil.
Gündelik, haftalık ya da aylık çalışan kadınlar evde kalamazlar sokağa çıkmak zorundalar. Orta sınıf kadınlar yani patronları “evde kal” çağrısına rahatlıkla uyarken yoksul-ev işçisi kadınların bu çağrıya uyması mümkün değil çünkü çalıştığı oranda maddi ihtiyaçlarını karşılayabiliyorlar. Salgın tehlikesiyle birçok işveren, 'işe gelme' demeye başlamış durumda ya da keyfi olarak kendi belirlediği günlerde gelmelerini istemekte. Pandemi günlerinde, hiçbir güvencesi olmadığı için çalıştığı gün ya da ay kadar para alan bu yoksul kadınların gelir düzeyinde ciddi bir düşüş olacak. Sorunun boyutu sadece para da değil. Paraya bağlı yoksunluk, evde kalmaya bağlı şiddet...
Bilindiği gibi ev işçileri, birkaç istisna dışında, yasal olarak işçi sayılmıyor. Ev işçileri ve onların işverenleri, var olan iş yasalarınca kapsanmayan enformel ekonominin bir parçası. Maalesef onların emekleri, hem çok ucuz, hem de çok pahalı. Ucuz çünkü işverenin istediği kadar çalışabilirler, pahalı çünkü hiçbir güvenceleri yok. Hastalansalar, işten atılsalar ortada kalırlar. Diyelim ki sigortaları yapıldı -ki yapılma oranı çok düşük- çalışmadıkları günün primlerini, işsizlik sigortasını dahi kendileri ödüyor. Ayrıca onların çalışma koşulları ve ücretleri sözlü ve yasal yaptırımı olmayan anlaşmalara göre belirleniyor. Bu durumda yasal düzenlemelere uygun asgari ücret, iş sürekliliği, çalışma saatleri, hastalık izni, tatiller ya da sosyal sigortaları yok. Bu şartlar altında son günlerde durumları daha da zorlaştı.
Büyük bir mağduriyet yaşayan bu kadınların genel durumunu birkaç başlıkta özetleyebiliriz.
Çalışma şartlarındaki keyfilik
Kadınların, düzenli olarak belli aralıklarla aynı evlere temizliğe gitmeleri söz konusu olduğu gibi, işverenin kendine uygun bulduğu zamanlarda çağırması şeklinde düzensiz çalışmaları da olabiliyor. Bu durum işçi kadınların gelirlerine dair bir belirsizlik yaratıyor. Aylıklı olarak çalışan bakıcılar açısından iş, çocuğun kreş veya okul yaşına kadar birkaç yıl devam edebilir. Yaşlı veya hasta kişinin bakımı ise bakılan kişi hayatta kaldığı sürece devam edebilir. Gündelikçi olarak çalışan kadınlar için bu süre daha da kısa, işveren onları işe çağırdığı sürece işleri var.
Kayıt dışılık
Türkiye’de hatta dünyada ev işçilerinin sayılarına ilişkin yeterli istatistik yapılmış değil. Kadınlar çoğunlukla çalışan olarak algılanmıyor, yasal korumalardan yoksun ve savunmasızlar.
Güvencesiz çalışma
Sosyal yardım, sosyal güvence ve iş güvencesi açısından bakıldığında, dünya genelinde ev hizmetinde çalışanlara sosyal yardım yapılmamakta, yapılanlar da çok sınırlı ve yetersiz düzeyde. Sosyal korumadan yoksun olan ev hizmetlileriyle işverenleri arasında da sorunlara neden olan işin tanımı, süresi, ücreti gibi konuların sorun niteliği kazanmasının başlıca nedeni; bu sorunlar genellikle işverenin tek taraflı olarak kendi lehine hareket etmesinden kaynaklanmakta. Ev işlerinde çalışanların işverenlerinin büyük bir çoğunluğu çalıştırdıkları kadınların sosyal güvencesi adına hiçbir şey yapmamakta. İşçi kadınların iş bulma koşulları da sorunlu. Temizlik şirketleri üzerinden iş bulunlar olsa da sayıları çok az. Kadınlar ya kocalarının bilgisi dahilinde bir evde ya komşu tavsiyesi-tanıdıklık ya da akrabalık ilişkileriyle iş bulabiliyorlar. Bu şartlarda iş bulan kadınlarla işverenleri sözlü bir anlaşma yapıyor ve bu anlaşmanın bağlayıcı bir niteliği doğal olarak yok. Genellikle yapılmayan ancak varsa da bağlayıcı niteliği olmayan, sözlü yapılan sözleşmeler iş güvencesizliğine sebep olmakta. İşten çıkarılma ya da ayrılma durumunda da herhangi bir zorunlu ödeme, kıdem tazminatı verilmemekte. Özellikle iş kazası, hastalık ve hamilelik gibi şartlarda işlerini kaybetmeleri oldukça kolay. Kısaca ev işçilerinin kaderi, patronlarının inisiyatifinde.
Cinsiyetçilik ve eşitsizlik
Neoliberal politikaların her geçen gün gelir düzeyinde oluşturduğu fark, ev işçiliğinin artmasına neden oldu. Kadınların çalışmaya başlamalarının yanı sıra aile içindeki iş bölümünün değişmemesi, çalışan kadının yükünü daha da artırdı. Farklı boyutlarda yaşanıyor olsa da gerek tüm dünyada gerekse ülkemizde toplumsal cinsiyet rolleri ve cinsiyete dayalı işbölümü bağlamında ev işleri ve çocuk, yaşlı ve hasta bakım hizmetleri kadınlar tarafından yapılan ve yapılması beklenen işler. Bu beklenti, ev dışında çalışsın ya da çalışmasın kadınları, evlerine ilişkin bütün görevleri yapmaya zorlamakta.
Yasalar da onlardan yana değil
Çoğu zaman iş ve sosyal güvenlik yasalarının koruması dışında bırakılan, yasa kapsamına alındıklarında dahi kanundaki açıklardan yararlanılarak çalıştırılan ev hizmetlileri, geleceklerini düşünemeden günü birlik yaşıyor. Devletlerin, ev hizmeti işinde yoksulluk nedeniyle ve daha iyi yaşamak için çalışan kadınların yasal olarak haklarını koruduğu söylenemez. Aşağıdaki bilgiler eğer kayıtlı çalışıyorsa bu kadınları koruyan (!) kanunlara dair:
“Kısmi süreli çalışan ev işçileri kalan sürelerini isteğe bağlı sigorta primi ödeyerek borçlanabiliyorlar. Bu borçlanmada, prim isteğe bağlı sigorta üzerinden ödense de ev işçilerinin sigortalılıkları 4/a (SGK) kapsamında sayılıyor. Ev işçileri bu süreler için isteğe bağlı olarak işsizlik sigortası primini de ödeyebilirler. Ev hizmetlerinde ay içerisinde 30 günden az çalışan sigortalılar için eksik günlerine ait genel sağlık sigortası primlerinin 30 güne tamamlanması zorunluluğu bulunduğu için borçlanılacak sürelere ilişkin genel sağlık sigortası primlerinin ödenmiş olması halinde, bu sürelere ilişkin borçlanma tutarı genel sağlık sigortası primi düşülerek yüzde 20 oranı üzerinden hesaplanıyor. 6111 sayılı Kanunla getirilen bu düzenlemelerin 4857 sayılı Kanuna göre kısmi süreli iş sözleşmesiyle çalışanlara uygulanacağı belirtilmekle birlikte Borçlar Kanunu kapsamında kısmi süreli olarak çalışan ev işçilerine de uygulanacağına SGK Başkanlığının 6111 sayılı Kanun Uyarınca Yapılacak Borçlanmaya ve Sigortalamaya ilişkin 5.4.2011 Tarihli 2011/36 sayılı Genelgesi ile açıklık getirilmiştir.” Bu uygulamaların en büyük mağduru tabii ki kadınlar. Doğal olarak işveren mecbur kalmadıkça sigortalı yapmaktan kaçınır durumda. 5510 sayılı Kanun, ücretli ve sürekli çalışan ev işçilerinin de aralarında bulunduğu 4-a sigortalılarını çalıştıran kişileri işveren, çalıştıkları yerleri de sosyal sigortacılık anlamında işyeri olarak kabul etmekte. Ev hizmetlileri, kayıt dışı çalıştırılmaları durumunda ALO 170 SGK hattına şikâyette bulunabilmekte ama kadınlar bu yönteme doğal olarak çok büyük bir ihlal olmadığı sürece başvurmayıp çalıştığı günün parasına razı oluyorlar.
Yeterli olmamakla birlikte dünyanın bazı ülkelerinde mağdur durumda olan kadınların (özellikle şiddete maruz kalanlara) dair hükümetler az da olsa önlem almaya başladı. Türkiye’de kadınlarla ilgili hiçbir bir çalışma yapılmıyor. Yine kadınlar yok sayılıyor, görünmez oluyor.
Figen Dayıcık Fırat
Kaynakça:
Gül Özyeğin, Başkalarının Kiri-Kapıcılar, Gündelikçiler ve Kadınlık Halleri, İletişim Yayınları, İstanbul, 2005.
Sinem Yıldırımalp, Türkiye’de Ev Hizmetinde Çalışanların Sorunları, Sakarya Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, 2014.
Seyhan Erdoğdu-Gülay Toksöz, Kadınların görünmeyen emeğinin görünen yüzü TÜRKİYE’DE EV İŞÇİLERİ, 2018
Didem Direk,Türkiye’de Ev Hizmetlerinde Çalışan Kadınların İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği sorunları: İstanbul ili Analizi, İstanbul Kültür Üniversitesi, İktisat Bölümü, İstanbul.