Sağlık nedir, kadın sağlıkçılar bunun neresindedir?

15.04.2020 - 14:34
Haberi paylaş

Tarihsel süreçte şekillenen toplumsal cinsiyet rollerinde bakım her alanda kadın işi olarak görülüyor.

Çocuk bakımından başlayarak, hasta, engelli, yaşlı bireylerin bakımı her zaman kadına bırakılmış. Tarih boyunca kadın algısı, zayıf ve irrasyonel olarak görüldüğü için kadınlar üst düzey sağlık hizmetlerinden dışlanmışlar. 

Kadın ve erkekler sağlık hizmetlerinde farklı konumlarda yer alıyorlar. Bu durum kadın ve erkeklerin toplumsal rollerinden ve kadın erkek eşitsizliğinden kaynaklanıyor. Sağlık hizmetlerinin kişilerin sağlıklarını koruma, geliştirme ve iyileştirme bağlamında önemli yeri var.  Sağlık, temel bir insan hakkı olup, tüm dünyada en yüksek düzeyde verilmesi gereken bir hizmet. (Geldiğimiz noktada neoliberal politikaların bu düsturu nasıl paramparça ettiğine hepimiz şahit oluyoruz) Sağlık hizmetleri derken, sadece hasta olunduğunda müdahale edilen bir durum olması da neoliberalizm ile alakalı. Esas önemlisi, sağlığın korunması değil, hasta olup hastaneye gidilmesi ve bundan kazanılacak para. 

Sağlık çalışanları arasındaki eşitsizlik

Sağlık sektörü emek yoğun olduğu ve kadın istihdamının fazla olduğu sektörlerden biri. Sağlık sektörü sağlık profesyonellerinin farklı konumlarda emek sarf ettiği parçalı bir iş alanı. Toplumun kadına yüklediği rol, onların sağlık hizmetlerindeki konumunu da etkilediğini görüyoruz. 

Sağlık Bakanlığı’nın 2015 yılı istatistiklerine göre tüm sektörlerde (Sağlık Bakanlığı, üniversite, özel sektör vb.) çalışan hekim sayısı 141.259, hemşire sayısı 152.803, ebe sayısı 53.086, diğer sağlık personeli sayısı 145.943’dir (Sağlık İstatistikleri, 2015). Sağlık sektöründe istihdam edilenlerin çoğunluğu kadındır. OECD verilerine göre Türkiye’deki kadın doktor oranı %40’tır.

Geçmişte sağlıkla ilgili uygulamalardan genellikle kadınlar sorumluydu. Özellikle Orta Çağ'da kadınlar bitkisel tedaviler yaparak sağlığı geliştirmeye, hastalıkları önlemeye tedavi etmeye çalışmışlar. (Bu her ne kadar tartışmalı bir konuysa da cadı diye yakılan kadınların çoğu bir şekilde iyileştirme yöntemleri geliştirdiklerini düşünen ya da sahiden bunu gerçekleştiren kadınlardan oluşuyordu) Geleneksel tıptan modern tıbba geçiş sürecinde kadınlar tıptan uzaklaştırılarak, erkek egemen bir saha yaratılmaya başlanıyor. Hekimlik mesleğinin iyi kazanç getirmesi bu eşitsizliği körüklüyor. 

Özellikle kadınlarda aile rollerinin erkeklere göre daha fazla oluşu, işyerindeki rolleri üzerinde baskı oluşturuyor ve daha fazla stres yaşamalarına neden oluyor. Bu sebeplerden ötürü kadın hekimler nöbet yükünün daha az olduğu, acil girişimlerden uzak olan, daha az yorucu uzmanlık alanlarını tercih ediyorlar. Örneğin daha fazla sorumluluk gerektirdiği halde Türkiye’de patolog sayısında kadınların oranı erkeklere göre daha yüksek. Bu durum gece nöbetlerinin sık olmamasına bağlanmaktadır. 

Cinsiyetçi düzen ve ayrımcılık

Yine kadın hekimler, erkeklerin egemen oldukları cerrahi dallarının dışında, kadın rolüne uygun olan çocuk sağlığı ve hastalıkları, aile hekimliği, kadın doğum, cildiye, kulak burun boğaz gibi alanları daha çok tercih etmektedir. Tıp fakültelerinin kadın doğum birimlerinde çalışan kadın hekimlerin akademik kadrolardaki istihdamının incelendiği bir çalışmada, tüm çalışan hekimlerin sadece %42,6’sının kadın olduğu tespit edilmiştir. Tıpta uzmanlık eğitiminde de toplumsal cinsiyetin önemli bir faktör olduğunu görüyoruz. Yapılan bu çalışmalar sonucunda istihdamda kadın erkek eşitsizliğinin önlenmesine yönelik politikaların geliştirilmesi, kadın hekimlerin önündeki engellerin belirlenmesi ve toplumsal cinsiyet algısının ele alındığı tıp eğitiminin geliştirilmesi gerektiği söyleniyor.

Kadın hekimlerin akademik alanda yer almasında, iş ve ev hayatlarının göz önünde bulunduran düzenlemelere ihtiyaç var. Aynı çalışmanın önerileri doğrultusunda kadın ve erkek hekimler arası maaş, istihdam sayısı, yönetici atama tecrübeleri, gönderilen konferans, verilen burs, sekreterlik gibi destek hizmetlerden yararlanma olanaklarının belirli aralıklarla izlenmesi ve raporlanması, toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanmasına katkıda bulunacağı da aşikâr.

Genel düzeydeki eşitsizlik

Kadın çalışanların çalışma yaşamı ile ilgili sorunları iki aşamada ele alınabilir. Birinci aşama işe girişte yaşanan sorunlar, bu sorunlar sosyo-kültürel yapının kadın çalışmasına olumsuz bakışı, yine aynı nedenle kadınların öğrenimlerinin yetersiz görülmesi, sadece kadınlara özel iş alanlarına yönlendirilmeleri, düşük ücret teklifleri, uygun olmayan çalışma şartlarının önerilmesi, iş arayışında güvensizlik ve deneyimsizlik, işe alımlarda cinsiyet ayrımcılığı şeklinde sıralanabilir.

Kadınlar çalıştıkları ortamda, erkeklerin yaşadığı birçok sorunu yaşamakla birlikte kadın olmalarından kaynaklanan problemler ile de mücadele etmek durumunda kalıyorlar. Genellikle nitelik gerektirmeyen, uzun çalışma şartlarına sahip, düşük ücretli işlerde erkeklere alternatif olarak görülen kadınlar, işe alımlarda da eşitlik olmayan durumlarla karşılaşıyorlar. Bunun yanı sıra çocuk bakımı ve aile yaşantısı kadının iş hayatında yer almasını engellemekte ve çocuk sahibi olan kadınların kreş problemi, eşit iş koşullarına rağmen eşit maaş uygulaması olmamasından dolayı iş yaşamında kadına yönelik şiddet ve tacizin olması gibi sorunlarla da karşı karşıya kalıyorlar. 

Türkiye’nin nüfusu 2016 yılı itibariyle 79 milyondan fazladır. Toplam nüfusun %49,8’ini kadınlar oluşturuyor. Toplam nüfus içinde iş gücü 30 milyon 658 bin kişiden oluşuyor. Türkiye’de istihdam oranı ise %44,8. İstihdam edilenlerin %18,3’ü tarım, %19,8’i sanayi, %6,5’i inşaat, %55,4’ü ise hizmetler sektöründe yer alıyor. TÜİK (2016) verileri incelendiğinde işgücüne katılan kadınların eğitim durumları bakımından ele alındığında; okuma yazma bilmeyenlerin oranının %16,1 olduğu; ilköğretim %26,6, lise ve dengi okul %59,3, üniversite mezunlarının ise %40,8 düzeyinde olduğu ifade ediliyor. 

ABD’de de hemşireler diğer sağlık çalışanlarına kıyasla hastalarla en çok etkileşime geçen meslek grubu. Hemşirelerin yüzde 91’i kadın ve 2017 Ulusal Hemşire İşgücü Anketi’ne göre kayıtlı hemşirelerin yüzde 19,2’si ve lisanslı pratisyen hemşirelerin yüzde 29’u ırksal ya da etnik bir azınlığa mensup. Dahası, yabancı ülke doğumlular, ABD nüfusunun sadece yüzde 13’ünü oluştururken, yabancı ülke doğumlu hemşireler işgücünün, sektöre göre yüzde 15 ila 22’sini oluşturuyor. Bu rakamların gösterdiği üzere, Covid-19 salgını esnasında tıbbi bakımın ön saflarını oluşturacakların çoğunluğu asimetrik olarak ülkenin göçmen-karşıtı atmosferinde belirsizlik içinde yaşayan beyaz olmayan kadınlar olacak.

Salgından çıkan önemli dersler

Covid-19 salgını bize bedenlerin kırılgan olduğunu ve ömür boyu bakıma ihtiyaç duyduğunu hatırlatıyor, her ne kadar tüm bedenler bu artan kırılganlığı eşit derecede tecrübe etmese de. Bu büyüyen krizin ortasında bireylerin, toplulukların ve ulusların birbirine dolaşıklığı, çok-ölçekli kırılganlık ve bakım biçimlerini öne çıkarıyor. 

Gün geçtikçe derinleşen içinde bulunduğumuz bu halk sağlığı kriziyle beraber, özel yaşam ve kamusal yaşam arasındaki ayrım, geniş çapta müdahalelerle birlikte yeniden belirleniyor. Okulların kapanması, etkinliklerin iptali ve evden çalışma politikaları ellerinizi yıkamanıza, öksürüğünüzü kapatmanıza ve burnunuzu çekiyorsanız evde kalmanıza dair sürekli hatırlatmalarla birleşince birbirimize karşı sorumluluğumuza dair farkındalığın artmasına neden oldu. Bu durum neoliberal kapitalizm ve onun altında yatan bireysel özgürlük ve bireysel sorumluluk ideolojilerinin nasıl başarısız olduklarına dair daha geniş anlamda düşünebilmemiz için bir olanak sağlıyorlar. 

Bu salgın aynı zamanda bize hem daha niteliksiz denilen işlerin ne kadar hayati olabileceğini (hastabakıcılık, temizlikçilik, hemşirelik gibi) ve aslında bakım denilen şeyin tam da sağlık denilince ilk akla gelmesi gereken işlerden birisi olduğunu hatırlattı. Ama en önemlisi sağlık hizmetlerinin hastalığı önlemek için yapılması, yani aile hekimliğinin bir ticarethaneden çok hizmet vereceği topluluğu tanıyan, hasta olduktan sonra değil hasta olmamaları için yapılması gerekenlerle ilgili de müdahalede bulunacak bir organizasyon haline gelmesi, sağlığın sadece fiziki değil, toplumsal ve psikolojik yanları da düşünülerek adımlar atılmasının hayati önemini de gösterdi. 

Sağlık hizmetlerinin kamulaştırılması ve hastanelerin de ticarethane olmaktan çıkarılması dolayısıyla da bir rekabet ortamının oluşmasını önlemek tüm sağlıkçılar (özellikle kadın sağlıkçılar) açısından durumu radikal bir şekilde değiştirecektir.

Sibel Erduman

Yararlanılan başlıca kaynak;

Marmara Üniversitesi Kadın ve Toplumsal Cinsiyet Araştırmalar Dergisi

‘Türkiye’de sağlık hizmetleri sunumuna cinsiyet açısından bakış’

(Dosya) Salgının yükü kadınların sırtında

Bültene kayıt ol