25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Günü öncesinde Meltem Oral, Sosyalist İşçi gazetesine 25 Kasım'ın önemini ve kadın mücadelesini yazdı.
Kadına yönelik taciz, tecavüz, şiddet tüm dünyanın gündeminden bir türlü düşmeyen bir mesele ne yazık ki. Sadece Ekim ayında en az 20 kadının öldürüldüğü Türkiye’de çok daha can yakıcı bir konu. Özellikle ABD’de Trump’ın iktidara gelmesiye küresel çapta güçlenme eğilimi gösteren, yükselen otoriter dalgayla birlikte ‘tepeden aşağıya’ boca edilen cinsiyetçilik ve kadınların kazanılmış haklarına dönük saldırılar birbirine paralel bir şekilde ileriyor. Bu ilerleyişin karşısında güçlü bir kadın hareketi de yine küresel çapta kendisini gösteriyor. Hollywood’daki tecavüz vakalarının ortaya çıkmasıyla birlikte popüler kültürde yaşanan tartışmalar, ABD’de tacizci yargıç Kavanough’ya karşı kararlı eylemler, McDonald’s işçisi kadınların tacize karşı grevleri, ara seçimlerde Temsilciler Meclisi’ne giren kadın sayısının tarihi bir rekor kırmış olması ABD’deki kadın mücadelesinin hareketliliğine dair sadece birkaç örnek. Üstelik Brezilya’nın diktatörlük sevdalısı yeni başkanı Bolsonaro’ya karşı sokakları dolduran yine kadın hareketi oldu. Dünya çapındaki bu örnekleri arttırmak mümkün. Çok açık ki küresel çaptaki kadın hareketi; tacize, tecavüze ve şiddete sessiz kalmayan Avrupa Parlamentosu vekilinden Hollywood oyuncusuna, üniversite öğrencilerinden işçi kadınlara birbirine güven veriyor.
Küresel hareketin ‘yüzde 99 için feminizm’ veya ‘antikapitalist feminizm’ gibi sloganları sahiplenmesi ise ekonomik ve politik kriz koşullarında kadın mücadelesinin sadece bir ‘eşit haklar’ mücadelesi olmanın ötesinde, kapitalizmi hedef alan ve sistem karşıtı farklı mücadelelerle birlikteliği savunan bir çizgide olduğunu gösteriyor.
Türkiye’de de popüler kültür camiasında yaşanan son gelişmeler, zaten her zaman gündemde olan kadına şiddet tartışmalarını başka bir safhaya çıkarttı. Oyuncu Talat Bulut Yasak Elma dizisinin setinde kostüm asistanı bir kadını taciz etti ardından başka kadınlar da aynı isim tarafından tacize uğradıklarını açıkladılar. Dizinin set işçileri Bulut’u sette istemediklerine dair metinler yazdılar.
Yakın zamanda bir başka dizi Yaşamayanlar’ın setinde oyuncu Elit İşcan meslektaşı Efecan Şenolsun’un kendisini taciz ettiğini açıkladı. Üst üste yaşanan bu olaylar üzerine dizi/film sektöründe çalışan kadınların bir araya gelme çağrısı yaptığı gün şarkıcı Sıla, Ahmet Kural’ın kendisine şiddet uyguladığını ifşa etti. Sıla’nın yaptığı açıklamayı okuyan hemen her kadın, nelerin yaşanmış olabileceğini çok iyi ‘anladı’. Kendisini aklamaya çalışan Ahmet Kural ise fail erkeklerin klasikleşmiş refleksi olarak önce inkâr etti ardından gelen tepkiler üzerine özrü kabahatinden beter bir açıklama yaptı. Bu yaşananlara ve kamuoyundaki tepkilere dair söylenebilecek çok şey var ama uzun lafın kısası, kadına yönelik şiddetin statü, meslek, mahalle, şan, şöhret ayırt etmeksizin her kadının meselesi olduğu ne yazık ki bir kez daha görülmüş oldu.
Peki nedir bu şiddet?
Kadına yönelik şiddetin kökeninde ne var? Erkeklerin şiddet uygulaması psikolojik sorunlarıyla mı açıklanmalı yoksa sadece erkek olmalarıyla mı? Öncelikle dört bir tarafı şiddetle dolu bir dünyada yaşıyoruz. Ortadoğu’da bitmeyen savaş, her ülkenin giderek yükselen oranda yaptığı askeri yatırımlar ve militarizasyon, dizilerde, filmlerde, bilgisayar oyunlarında normalleştirilen şiddet, devletin şiddeti, resmi tarihin şiddeti, ergen şiddeti, ebeveyn şiddeti, hayvanlara şiddet gibi listeyi uzatmak mümkün. Kapitalizmin varoluşu zaten şiddet. Egemen sınıfın denetimindeki bir şiddet aygıtı olan devletler varolmaya devam ettiği müddetçe, her ne kadar aile içindeki kapalı kapılar ardında cereyan etse de özel değil toplumsal, inşa edilen ve üretilen bir olgu olarak şiddet hayatlarımızda yer etmeye devam edecek. Şiddet meselesini bir takım soyutlamalardan çıkartıp politik bir mefhum olduğunu görmek önemli. Özellikle kadına yönelik şiddetin, bireyler arasında yaşansa da toplumsal bağlamı içerisinde anlaşılması gerekir. Şiddeti kurumsallaştıran devlet, yasalar sistemi, polis ve toplumsal ideolojiden bağımsız bir değerlendirme kadınların sistematik olarak neden ikincilleştirildiğini açıklayamıyor.
Şiddet yüklü bir dünyada, toplumsal cinsiyet rollerinin yani kadınlığın ve erkekliğin inşa edildiği bir koşulda kadınlar sırf kadın oldukları için sistematik olarak şiddet maruz kalıyorlar. Kadına yönelik şiddet fiziksel, cinsel, ekonomik, sözsel, psikolojik gibi birçok yönü barındırıyor. Cinselliği kontrol etmek, denetlemek, aşağılamak, istenmeyen cinsel davranışları yapmaya zorlamak, ilişkiye zorlamak, cinsel ilişki sırasında rıza dışında güç kullanma vb. cinsel şiddettir; yumruk, tokat, tekme, saç çekme, yakma, itip kakma, boğazını sıkma vb. fiziksel şiddettir; ekonomik özgürlüğü kısıtlama, eve para bırakmama, sürekli hesap sormak, parayı kullanarak aşağılamaya çalışmak ekonomik şiddettir. Bu tanımları da çoğaltmak mümkün.
25 Kasım’da yine sokağa
25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Gün vesilesiyle kadınlar yine sokakta olacak. Son yıllarda Türkiye’deki baskıcı politik ortamda kadın hareketi sokaklara kitlesel olarak çıkabilen tek güç oldu. Bunda hem küresel çapta hareketin yükselişi hem de politik ortamın baskıcılığının kadınların hayatında ciddi oranda etkisinin olması önemli bir rol oynuyor. 25 Kasım gününün tarihi eskiye dayanıyor, Dominik Cumhuriyeti’nde Trujillo diktatörlüğünün hüküm sürdüğü dönemde, askerler tarafından gözaltına alınıp tecavüze maruz kalan ve katledilen Mirabel kardeşleri anmak üzere 1981 yılından bu yana kadınlar tarafından anma düzenleniyor. Türkiye’de 25 Kasım’lar anma gösterisinin ötesinde kadınların hayatın her alanına dair özgürlük taleplerini haykırdıkları bir eylemliliğe dönüşmüş durumda.
Cinayetlerin yüzde 75'i evde
Ulusal basında çıkan haberleri takip ederek kadına yönelik şiddetin çetelesini tutan Bianet haber sitesinin verilerine göre, sadece Ekim ayında 20 kadın öldürüldü. Basına yansımayan güvenilir rakamlara ulaşmak ne yazık ki pek mümkün değil. Cinayetlerin yüzde 75’i evde işlendi. Her türlü istatistik kadınların en çok en yakınındaki erkekler tarafından şiddete maruz bırakıldığını ve öldürüldüğünü gösteriyor.
Ailenin rolü
Küresel ve tarihsel bir sorun olarak kadına yönelik şiddetin kökleri kadına biçilen rolde gizli. Cinsiyetçilik ve kadına yönelik ayrımcılık toplumun tepesinden aşağıya doğru inşa ediliyor. Hâlâ dünyanın her yerinde kadınlar erkeklerden daha az maaş alıyor, kadın bedeninin metalaştırılması popüler kültürün olmazsa olmazı, Türkiye’de ‘kadının sırtından sopayı karnından sıpayı eksik etmeyeceksin’,’kızını dövmeyen dizini döver’ vecizeleriyle yüklü bir kültürde yetişiyoruz, geçen hafta İrlanda’da 17 yaşında tecavüze uğrayan kadının dantelli iç çamaşırı giyiyor olması gerekçesiyle mahkemenin tecavüzcüyü serbest bırakması yargı eliyle kadınlara baskının sürdürülmesinin tek örneğinin Türkiye olmadığını gösteriyor. Tüm bunlar kadının yerinin kocasının yanı, görevinin ev işleri ve üreme amaçlı seks olduğu anlatısının ürünleri.
Kadınların ezilmesi kapitalizmin sürekliliği için anahtar bir role sahip. 1846’da Marx ve Engels “ilk toplumsal işbölümü erkekle kadın arasında, döl verme bakımından yapılan işbölümdür” diye yazar ve daha sonra Engels bu cümleyi “tarihte kendini gösteren ilk sınıf çatışması erkekle kadın arasındaki uzlaşmaz karşıtlığın karı-koca evliliği içindeki gelişmesiyle; ilk sınıf baskısı da kadınların erkekler tarafından baskı altına alınmasıyla eşzamanlıdır” şeklinde geliştirir. Aile kurumu yeniden üretim sürecinin özelleştirilmesi ve işgücünün üretilmesi gibi fonksiyonları nedeniyle kapitalizm için olmazsa olmazdır. Ailenin rolü sırf birtakım ahlaki normların sürekliliğini sağlamakla filan sınırlı değil bizzat kapitalizm için bir tür varoluş meselesidir. Ailenin kutsanmasının devamlılığını sağlamak kadına yönelik sistematik ayrımcılığı üretmekten geçiyor. Aile kurumu bir sevgi yuvası olmaktan çok erkeklerin kadınları, her ikisinin de çocukları ezdiği bir toplumsal hücredir. Şiddet böylesi bir yapının ürünü, mevcut ilişki biçimlerinin bir sonucudur. Kadınlar lehine çok sayıda yasal düzenlemenin olduğu ülkelerde bile kadına yönelik şiddetin devam ediyor olmasında aile kurumunun varlığı, bu varlığı sürdürebilmek için de sistematik olarak cinsiyet rollerini dayatan bir küresel kültürün olması bir hayli etkili. Dolayısıyla her türlü şiddeti kurumsallaştıran ve sistematikleştiren kapitalizmi hedefine alan bir mücadeleye ve kadını şiddet yuvası aileye hapseden koşulları dağıtan başka bir toplumsal düzene ihtiyacımız var.
Meltem Oral
(Sosyalist İşçi)