'Eylemimiz on binlerce işçiye ulaştı'

20.04.2023 - 14:30
Haberi paylaş

Kadıköy ve Kartal Belediyesinde çalışan ve Genel-İş Sendika üyesi Cevahir Hasdemir, Kadim Fırat ve Yavuz Yalçın, Kartal Belediyesi önünden başlayıp 31 Mart’ta Ankara Genel-İş Genel Merkezi önünde son bulan bir “Adalet Yürüyüşü” gerçekleştirdi. Genel-İş Genel Merkez önünde  “Kayyum darbedir, kayyuma hayır, demokrasi işçilerle gelecek” pankartı açan işçilerden Kadim Fırat yürüyüşe ilişkin sorularımızı yanıtladı. 

- Sizleri “Adalet Yürüyüşü” yapmaya iten nedenler nelerdi, neden bu yürüyüşü yapmaya ihtiyaç duydunuz?

Kadim Fırat: Sendika Genel Merkezi 22 Ocak’ta yapılan Şube seçimlerini, elindeki tüm imkanları kullanarak destekledikleri adayın kazanmasını arzu etti. Fakat Kartal ve Kadıköy işçisi iradesini Genel Merkeze değil 5 yıldır sınıf sendikacılığı yapmaya çalışan, işçi hareketine yol açmaya kilitlenmiş, işçilerin gündelik sorunlarına çözümler bulmaya odaklanmış sınıf siyaseti anlayışına yöneltti ve bu yönelim kazanınca 2 ay sonra şubeye kayyum atadılar. Kartal Belediyesinde çalışan işçilere yeni şube açıyorum edasıyla şube bölündü ve 2 ay önce seçimlerde en az oy almış olan önceki şube başkanını atadılar. Seçilmiş yöneticileri devre dışı bıraktılar.

3 Mart’ta Kadıköy Belediyesinde 9 Müdürlükte işyeri sendika temsilciliği seçimleri yapıldı. İçlerinde benim de olduğum 12 temsilci seçildi. Normalde görevlendirme yazıları 1 saatte yazılır, şube ve işverene bildirilir. 3 hafta boyunca atamamız yapılmadı.

Bu 2 gelişmeye dikkat çekmek, protesto etmek, bize teslim edilen işçi iradesini çiğnetmemek için Genel Merkezin önünde basın açıklaması ile sonlanacak 5 günlük adalet yürüyüşü planladık.

- Fiili olarak üç kişi bu yürüyüşü gerçekleştirdiniz işçiler arasında ve sendika içinde bu yürüyüşe ilişkin yaklaşım nasıl, nasıl tepkiler aldınız?

Yürüyüşümüz,  seçilmiş şubeye kayyum atamak, temsilcileri görevden almak, seçilmiş temsilcileri görevlendirmemek, toplu iş sözleşmelerini işçilerin onayı dışında imzalamak, işverenle işbirliği yaparak Toplu İş sözleşmelerini enflasyon altında imzalamak, disiplin soruşturmaları ile öncü işçileri susturmak, işten attırmaya çalışmak, şube seçimlerine müdahale etmek gibi Genel Merkezin son derece olumsuz pratiklerini yargılamaya yönelikti.

Bu konularda ortaya bir irade koyduk. Amacımız, işkolunda bulunan bütün işçilere seslenmekti. Yürüyüş öncesi, esnasında ve sonrasında ürettiğimiz fikirler, içerikler ve eylemimiz on binlerce işçiye ulaştı. Güzel dönüşler aldık. 

Haksızlığa, hukuksuzluğa, işçi iradesinin çalınmasına karşı Ankara yolunu açtık, şimdi daha deneyimliyiz. 

Belediye Şirket İşçileri, kendinden çalınanları almak için önümüzdeki zamanlarda bu yollarda olacak. Sadece sendikalara karşı değil işverenlere de karşı.

- Bundan sonrasına ilişkin nasıl ilerlemeyi düşünüyorsunuz, talepleriniz neler olacak?

Bir yandan gündelik çıkarlarımız için mücadele edeceğiz. Her türlü işçi hakkı için kavga vermeye devam edeceğiz, daha mücadeleci ve demokratik sendika yaratmak için çabalayacağız. Bir yandan da sınıfın genel çıkarları için haykırmaya devam edeceğiz. Emek mücadelesi bir günlük mücadele değildir, bunun bilincindeyiz. Her uğrakta sömürü, haksızlığa, anti-demokratik uygulamalara karşı durmaya devam edeceğiz. Ve bunlar birikiyor. 

Talebimiz sendikalarda -ki onlar işçi örgütleridir - iç demokrasinin sağlıklı olması. İşçi demokrasisi temel sözümüzdür. Tarihsel deneyimler gösteriyor ki, sendika içi demokrasi ne kadar güçlüyse, işçilerin örgütlü mücadeleye katılımı o kadar güçlü oluyor. Kapitalist sömürüyü daha rahat dizginleyebiliyor, sınıf birliği daha kolay kurulabiliyor.

- Son olarak 14 Mayıs seçimler öncesinde gerçekleşecek 1 Mayıs’a ilişkin sendikaların nasıl bir çağrı yapması gerektiğini düşünüyorsunuz?

 14 Mayıs seçimlerine giderken emeğin sorunları konuşulmuyor. Emekçiler siyasetin dışına atılmış oy deposu olarak görülüyor. Düzen dışı siyaset yaptığını iddia edenlerin zihninde sınıf meselesi yeterince berrak değil. Bunlar belirgin eksiklikler.

Buna rağmen son yıllarda işçi sınıfı cephesinde belirgin bir kıpırdanma var. Kriz emekçileri mücadeleye zorluyor. Ücretler ve sosyal haklar geriliyor. Buna karşı çeşitli direnme biçimleri gelişiyor. Sendikalar bu gerilemeyi gündemlerine almıyor. Dolayısıyla sendika yönetimlerinden bir şey beklememeliyiz. Sendika üyesi işçilerin kendi ağlarını kurmasından yanayım. Bunun olanakları var. İşyeri komiteleri, birlikleri kurabilmeliyiz. Sermeye ve onun güdümlü kolları buna müsaade etmeyecektir, ama başka seçeneğimiz yok. İşçilerin gündelik çıkarları etrafında, hiçbir kimliği dışlamayan, işçilerin kendilerini ifade edebileceği, sermeye ve sendika bürokrasisinin güdümünde olmayan taban örgütlenmeleri mücadeleyi ilerletebilir. 

Taban örgütlülüğünün sendikaları zorlamadığı bir zeminde yapılan 1 Mayıs çağrıları sadece sendika bürokratlarını memnun eder. Hiçbir işçi ile tartışmadan yukarıdan kararlar alarak işçilere bildiri dağıtmalarını, basın açıklamalarına katılmalarını, sonra da devlet icazetli gösterilen yerde olmalarını emrediyorlar. İşçiler onların zavallı çıkarlarını yerine getirmek zorunda olan robotlar değildir. 

Oysa yapılması gereken aylar önce başlayan bir hazırlık, tüm işyerlerinde, içerikten, taleplerden, sloganlarına, nerede yapılacağından, kürsünün nasıl kullanılacağına kadar bir yığın meseleyi yüz binlerce işçi ile tartışmak ve yol almaktır. Ama bunun yerine dar koridorlarda konuşulup bağlanan, işçileri heyecanlandırmayan bir süreç işletiliyor. Bu sürecin tam tersinde ısrar etmeliyiz.

1 Mayıs işçi sınıfının en güzel günüdür. Nerede olursak olalım, evde, sokakta, işyerinde, alanda 1 Mayıs’ı işçi sınıfının varoluş kavgasının bir parametresi olarak görelim, bir özgürlük günü olarak hissedelim, onu çalmalarına izin vermeyelim diyelim ve Rosa Luxemburg ile bitirelim: “Gerçekten işçilere, kendi kendilerine kararlaştırdıkları bir anda, kitle halinde işi bırakmaktan daha fazla cesaret ve kendi gücüne güven duygusunu ne verebilirdi? Fabrikaların ve atölyelerin ebedi kölelerine, kendi öz birliklerini toplamaktan daha fazla ne cesaret verebilirdi? Böylece, proleter bir kutlama günü düşüncesi hızla benimsendi ve Avustralya'dan diğer ülkelere yayılmaya başladı, ta ki sonunda tüm proleter dünyayı fethedene dek.“

(Sosyalist İşçi)

Bültene kayıt ol