DİSK'ten göçmen emeği sempozyumu: 'Mülteciler yaşadığımız sürecin sorumlusu değil'

20.06.2022 - 13:00
Haberi paylaş

Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu 20 Haziran Dünya Mülteciler Günü dolayısıyla İstanbul’da “Mültecilik, Göç ve Göçmen Emeği” sempozyumu düzenledi.

Sempozyumda mültecilerin yaşadığı sorunlara dikkat çekildi göç sorununa ilişkin çözüm önerileri sunuldu.

Geri gönderme tartışmaları, göçmenliğin nedenleri ve sonuçlarının tartışıldığı sempozyuma akademisyenler, siyasi partilerin temsilcileri ile işçiler ve mülteciler katılım sağladı.

Sempozyumun açılış konuşmasını DİSK Genel Başkanı Arzu Çerkezoğlu yaptı. Emperyalistlerin kışkırttığı savaşlar ve artan küresel eşitsizlikler nedeniyle göç dalgasının hızlandığını söyleyen Çerkezoğlu, mültecilerin gittikleri yerde düşük ücretli, güvencesiz şekilde çalıştırılarak istismar edildiğini söyledi.

Mültecilerin işsizliğin, yoksulluğun sorumlusu değil mağdurları olduğuna dikkat çeken Çerkezoğlu, mültecileri Türkiye işçi sınıfının bir parçası olarak gördüklerini ve mültecilerin güvencesiz ve ucuz iş gücü olarak görülmesine karşı sendikal ve sosyal güvenlik haklarının sağlanmasını savunmaya devam edeceklerini dile getirdi.

Sempozyumda yapılan konuşmalardan özetler şöyle:

Didem Danış: İktidarın göçmenlere yönelik politikası zamanla değişmeye başladı. Irkçı saldırı ve ayrımcı söylemler nedeniyle sığınmacıların güvenliğine dair kaygılar çoğaldı. Yani o kucak açan misafir, ensar, muhacir diyen hükümetin iç siyasi kaygılar ve özellikle de oy çekincesi ile kamuoyu tepkisine karşı daha mesafeli durmaya doğru döndüğünü görüyoruz. Şu son dönemde Süleyman Soylu'nun ifade ettiği seyretme politikası söylemleri, giderek daha yükselen geri göndermeler, geri gönderme merkezlerinde alıkonmalar, özellikle kayıt başvurularında Suriyelilerin yaşadığı sorunlar gibi çok ciddi krizler yaşanmakta olduğunu görüyoruz. 

Biz Türkiye'yi eleştiriyoruz, 1951 uluslararası Cenevre sözleşmesine göre mülteci statüsü vermediği için. Bugün artık 2014-2022, 8’inci yılındayız, 8 yıl devam edecek bir geçici koruma statüsü olamaz zaten yapılan düzenlemelerde de hep bunun bir, maksimum iki yıl olacağı varsayılıyor oysa biz sekizinci yıla geldik

Antep'te İlk defa parkları bu kadar boş gördüm. Bunun en önemli sebebi bu ırkçı ve ayrımcı söylem ve politikalardır. Bazen evlerine bir hırsız dahi girse polise başvurmaktan korkuyorlar. Çünkü geri gönderilme durumları var. Buna hangi aktörler neden oldu? İlk başlarda AFAD ilgili konumdaydı. Ancak son dönemlerde İçişleri Bakanlığı’na bağlı Göç İdaresi Başkanlığı etkin. Bu da ilk başlarda meselenin insani olarak ele alındığını, şimdi ise ‘güvenlik’ sorunu olarak ele alındığını gösterir.

Cenk Saraçoğlu: Mültecilerin emeği sömürülüyor. Bu sömürü düzeyi aynı şekilde Türkiye işçi sınıfına da uyarlanmaya çalışılıyor.

Türkiye’deki sığınmacı ve mülteci düşmanlığı sadece 'ötekiye' bir düşmanlık değil. Bu, Türkiye’deki son 20 yılda yaşanan ideolojik, siyasal ve iktisadi dönüşümlerin yaratığı fay hatlarıyla ve önemli dönüşümlerle çok alakalıdır. Türkiye’nin ideolojik hedefleri var. Türkiye, burada siyasal ve ekonomik nüfuzunu artırmaya çalışıyor.

Hale Gönültaş: İktidara yakın medya kuruluşlarının haber dili iktidarın politikalarına göre şekilleniyor. ‘Göçmenler misafirimizdir' üzerinden dil kuruyorlar. Fakat Afganistan’dan göçmenlerin gelmesi, ekonomik krizin daha da artması, göçmen karşıtlığı yapan bazı siyasetçilerin oy topladığının görülmesi üzerine, muhalefetin ve iktidarın söylemlerinde değişiklik yaşandı.

Taha Elgazi: “Mülteciler bir sorunun kaynağı değildir. Mülteciler bir sorunun mağdurudur. Siyasi partiler, siyasetçiler ve çoğu basın kuruluşları mültecileri ana sorun olarak gösteriyorlar.

Suriye'de fizik öğretmenliği yaptım, yine fizik bilimi üzerine doktora yaptığım sırada savaşın başlamasıyla "Ailemi ölümden kurtarmalıyım" diyerek Türkiye'ye sığındım. Türkiye'de yaşama tutunmak için hamallık yaptım. Kendi iradem, kendi kararımla yüksek lisansımı bırakıp buraya gelmedim. Hepimiz bugün ya mülteci ya da iç mülteci durumundayız. İstanbul'da herkes bir iç mülteci. 'Merhaba'dan sonra 'Nerelisin?' diye soruluyor Türkiye'de. Biz ölümden kaçarak buraya geldik. Herhangi bir insan çadırda yaşamak için buraya gelmez. Şu an bu salonda bulunan hemen herkes göçmen konumunda yer alıyor. Ya dış ya da iç göçmendir. Mültecilik, sadece başka bir ülkeden gelmek değildir. Köyünden çıkmak da mülteciliktir.

Son aylarda Suriyelilere dönük ırkçı saldırılar arttı, bu saldırılara siyasetçilerin söylemlerinin neden olduğunu söylemek mümkün. "Irkçılık inşa ediliyor." Ana muhalefet partisi mültecileri iktidara karşı koz olarak kullanıyor, aynı zamanda iktidar da bizi AB’ye karşı kullanıyor. Biz hem soldan hem de sağdan kullanılmaya çalışıyoruz. 

Suriyeliler evlerinden, işyerlerinden ve sokaklardan alınıp sınır dışı ediliyor. Ben solcu olsaydım kendimden utanırdım. Neye solcuyuz? Kadın meselesinde mi solcuyuz? Geçen gün Antep’te yetmiş yaşındaki Leyla Muhammed’e yumruk atıldı. Türkiye’de kadınları ve haklarını savunan onlarca STK var. Bir tanesi ziyaret etti mi? Onun hakkını savunan oldu mu? Olmadı. Neden? Çünkü Suriyeli.”

Saniye Dedeoğlu: “Birçok mülteci kayıt dışı işlerde çalıştığı için onlara ücretlerde yarı yarıya azaltma dayatılıyor. Tarım, inşaat, tekstil gibi sektörler bu rekabetin en yaygın yoğun yaşandığı yerlerin başında geliyor. İş piyasasında; özellikle emeğin talep göstermediği, yerli işçilerin yapmak istemediği işlerde ağırlıklı olarak göçmenler kullanılıyor, evde bakım işleri gibi. 

Suriyelilerin gelişiyle beraber yerli emekle ücret rekabeti de yükseldi. Sermaye ve devlet arasında kurulan bir ittifakın sonucu olarak ortaya çıktı bu. Emek sömürüsünün mikro ölçekte belli sektörlerde kendi dinamikleri içinde anlaşılması gerekiyor. Örneğin Türkiye’de mevsimlik tarım işçiliği, toplumdaki en alttaki gruptakilerin o işi belli bir süre yapıp sonra o işi daha alt katmandaki işçilere devretmesiyle açıklayabiliriz. Mevsimlik tarım işçiliği gibi çok enformel bir işe baktığımızda; toplumda en alttakilerin yaptığı bir iş.

Yoksulların rekabetinden kim kazanıyor çok iyi biliyoruz. Tekstil, turizm, tarım Türkiye’nin öncü sektörleri; bu sektörlerle küresel rekabete giriyoruz ve bu emek yoğun sektörlerin temel stratejisi üretimde en kırılgan grupları içermesi. Bu yoksulların rekabetinde sermaye kazanıyor."

Sibel Karadağ: “2015 yılı Türkiye tarihinde hem iktisadi hem siyasi anlamda bir köşe taşı, pek çok şeyin yaşandığı bir dönem. Haziran 2015 yılında AKP ilk seçim yenilgisini aldı ve 1 Kasım sürecine giden dönemde Türkiye’den AB’ye olan büyük göç hareketinin de yaşandığı uzun bir yaz dönemi idi. 

2018 yılına kadar en ucuz iş gücü Suriyelilerdi. Suriyelilerin kendi içerisinde geçici statülerinin olmasıyla kendi içlerinde direngenliklerini kurmaya başlamalarıyla işverenler gözünü Suriyeliden Afganlara, Pakistanlılara çevirmiş oldu. İş gücü piyasasında hukuki olarak varlığının tanınmadığı, kayda geçmediği emek gücü istediler. Ağır beden emeği gerektiren işlerde çalışan ve özellikle ihracata dayalı istihdam alanlarında çalışıyor bugün mülteci işçiler. Vatandaşlığı olmayan o coğrafyada geçici olarak duran daha da altı legal statüsü olmayan bir işçinin ücreti nasıl belirlenir peki? Henüz verilebilmiş bir cevap yok. Yaşamının kaydı dahi olmayan bir insanın ücreti, ertesi gün yine işe gelebileceği, hayatta kalabileceği kadar bir forma çekiyorlar onu. Kullan-at emeği bu. Elden çıkarılabilir, belli bir süre kullanılan legal statüsü olmayan vatandaş olmayan emek demek." 

Selmin Kaşka: “Türkiye’de göçmenlerin kendi aralarında örgütlenme dayanışma mekanizmalarını görüyoruz ama bir kolektif özne değiller. Çünkü böyle bir olanakları yok; vatandaş değiller, hakları yok, düzensiz ya da ikamet izni olduğu halde çalışma izni olmayan yani yarı düzensiz dediğimiz işçiler var. 

Bir şekilde Suriyeli mültecilerin geçici koruma statüleri var ama Türkiye dünyanın çok çeşitli ülkesinde göçmen aldı ve bunların çoğunluğu düzensiz göçmen. Türkiye’de sendikalar mülteciler için ne yaptı? Bugün çalışma izni olan, sendikalar içinde kaç üye var? Göçmenlerin kayıt olmaları, kayıtlı olduktan sonra sendikalı olması çok zor. Türkiye 90’lardan beri esas olarak düzensiz göç alıyor. Bunlar önünde sonunda emek göçü oluyor. Ancak sendika ve göçmen ilişkisi hiçbir zaman çok önemli bir konu olmadı. Göçmenler de sendikaların gündeminde değil ağırlıklı olarak. Yani göçmenleri görmezden gelenlerin bir kısmının da sendikalar olduğunu görüyoruz. 

Sendika göçmen ilişkisi nasıl kurulur bunun üzerinde durmamız gerekiyor. Doğrudan sendika üyesi olmasa da danışma masaları kurarak mültecilerle yan yana gelen sendikaların örnekleri dünyada var. Çalışma izni meselesi sendikaların aktör olmasını gerektirir. Türkiye’deki sendikaların ve göç çalışanların yaratıcı formüller üzerine düşünmeleri gerekir. Sendikalar düzensiz ve geçici koruma altında olup kayıt dışı çalışan göçmenleri gündemlerine almalı.”

Adem Maarastawi: “Çalışma izni göçmenlerin en büyük sıkıntısı. Bunu hâlâ çözemedik. Çalışma izni almak için çok zor bir süreç geçirilmesi gerekiyor o da işveren kabul ederse ki çoğu işveren kabul etmiyor kabul etse de pek çok şart koyuyor. Bazıları diyor ki ben sigortanı yatıracağım ama sen bana bu yatırdığım sigortanın ücretini geri vereceksin diyor. Hangi hakla? İnsanlar çalışma izni alana kadar evden çıkmaktan korkuyor. Bir arkadaşımız çalışma izni olmadığı için çıkamıyordu hastaneye gitmek için çıktı ve yakalandı. Sınırı dışı edildi ve ertesi gün çalışma izni çıktı. Ama çoktan sınır dışı edilmişti, şimdi bir kampta oturuyor.

Bir diğer problemimiz sağlık. 2022 yılının ilk 5 ayında 38 göçmen işçi hayatını kaybetti. Bunlar sadece bir rakam olabilir. Ama bu rakamların ardında can var. Bir diğer problemimiz ise ırkçılık. İstenmeyen Suriyeliler, istenmeyen Afganlar… Normalde işte çalışırken anlaşıyor ama ırkçılık öyle bir boyuta geliyor ki birbirlerini döver noktaya geliyor. Göçmen işçi daha ne olduğunu anlamadan dayak yemiş oluyor. Bir başka sorunumuz ise seyahat izni. İşçi dediğimiz sadece bir yerde çalışan değil. Ben taşımacılık sektöründe çalışıyorum şehir dışına çıkmam gerekiyor ama çıkamıyorum. Bu yüzden işten çıkarılabilirim. Zaten iş bulmak zor. Şehirler içinde bile dolaşamıyoruz. Herhangi bir denetime yakalanırsak sınır dışı ediliyoruz. Maaşlarımız zaten büyük sorun, asgari ücret altında ücret alan çok.  Zam istediklerinde de işten çıkarılıyor ve savunacak kimseleri de yok. Çalışma imkânı verelim ki bu insanlar yaşasın. Göçmenler dil sorunu yaşıyorlar. Türkçe bilmeyen göçmen sokakta rahatça Arapça konuşamıyor. Bu topraklarda farklı kültürler diller var oysa. 

İşçiler arasında çalışma izni alanlar da 5 yıl süresi dolunca vatandaşlık süresi doluyor bazıları vatandaşlık alınca sıfırdan başlamış gibi oluyor. Daha önce hiç çalışmamış gibi görülüyor sigortası komple siliniyor. Onun haricinde çalışma saatleri, fazla mesai yapmak zorunda kalıyor. Aslında fazla mesai de istiyor daha çok kazanmak ailesine para göndermek için. Ama bazıları da yapmak zorunda kalıyor, işten atılmayla tehdit ediliyor. Tazminat hakkımız da yok. Ücretlerimiz az verildiği gibi genellikle de geç veriliyor. Bazı arkadaşlarımız kimi çalıştığı firmalardan ücretlerini hiç alamadı bile. Ben 1,5 yıl önce çıktığım bir firmadan hala içeride kalan ücretlerimi alamadım mesela. Göçmenler de sürekli borç almak zorunda kalıyorlar. Ek iş yapmak zorunda kalıyorlar. Tatil günlerimiz olmuyor. Suriye’de durumlar çok zor olduğu, can güvenliğimiz olmadığı için oraya da dönmek istemiyoruz. Geçici koruma statüsündekilerin çalışma izni çıkarılsın istiyoruz. İşçi hakları eşit olsun, işçi sağlığı ve güvenliği sağlansın istiyoruz. İşçiler istismar edilmesin. Irkçılığa karşı çalışmalar yapılsın istiyoruz.”

Nur Banu Kavaklı: “Ne gibi kaygılar oluştuğunu, birlikte yaşamın temellerini zedeleyen ne gibi algılar olduğunu görmeye çalıştık ve aslında üç temel alan çıktı karşımıza. Bunlardan bir tanesi bugün belki daha da yakıcı hale gelmiş olan ekonomik koşullar, ekonomik kaygılar, yani Suriyelilerin istihdama katılımıyla birlikte yaşanacak olan işsizliğin artması gibi ücretlerin düşmesi gibi bir kaygı vardı. Bir diğer kaygı ise güvenliğe dairdi. Bir diğer alan da kültürel uyumsuzluk. Kentler aslında konumu itibariyle karşılaşma alanlarıdır. Yani farklı grupların bir araya gelmesi gereken yerlerdir zaten kentler. O karşılaşmalar olmadıkça sadece algılar üzerinden bir değerlendirme yapıldığında kaygının ve olumsuz tutumun daha yüksek olduğunu gördük yani. Bu algı ve tutumlara temel teşkil eden verinin, çok büyük oranda yanlı, yanlış ve eksik medya ve sosyal medya paylaşımlarında dayanmasıydı.

Bizim ülkemizin tutarlı, istikrarlı, belirli bir plana göre uygulanmakta olan bir göçmen ve mülteci politikası yok. Bunun olmaması zaten en başından işleri çok zorlaştırıyor. Çünkü hâlâ geçici koruma statüsünden bahsediliyor artık. Şimdi neredeyse 10 senedir geçici koruma statüsü altında. Her göç, her insan hareketliliği içinde kalıcılığı barındırır. Yani siz milyonlarca insana oturum izni verip çalışma izni vermediğinizde aslında onları dolaylı olarak kölelik koşullarına, hiçbir geleceğini garanti altına almayan, haklarını garanti altına almayan koşullarda bir yedek işçi ordusu haline getirdiğinizi ifade etmiş oluyorsunuz. Emekliliği, yan hakları olmayan çalışma koşulları ne demektir? Ölene kadar çalışmak durumunda olmak demektir.

Kadınlar için bu süreç çok farklı. Hayat çok kısıtlı, sınırlı, ev merkezli. Ben 23 hanede 30’a yakın kadınla konuştum. Herhangi bir şekilde kenti gezme amaçlı deneyimleyen kimse yoktu. Kadınların ev dışındaki faaliyetleri eğer İstanbul'un çeşitli yerlerinde yaşayan yakınları varsa onlara ev ziyaretleri yapmak, hastaneye gitmek, varsa çocuğunu okula götürmekten ibaret.”

Mülteci Kadın Bana: “Biz buraya Suriyeli kadınlar olarak ekonomik sıkıntılar için gelmedik. Orada yaşadığımız sıkıntılar karşısında, haksızlığa uğradığımız, rejimin bize yaşattığı sıkıntılar, keyfi tutuklamalara, istismara karşı buraya gelmek zorunda kaldık. Bütün bu sıkıntılardan dolayı hayatımızı devam ettirmek için buraya geldik. Çalışan kadınlarla ilgili sıkıntıları söylemek gerekirse, kadınlar erkeklerden daha düşük ücret alıyor ve çok kısıtlı sektörlerde iş veriliyor.

Örneğin en çok hizmetçilik alanında... Erkeklerin daha fazla iş bulma imkanı var. Erkeklere daha ağır iş verebildikleri için kadınlar daha şanssız. Kadınlar yaşadığı iş yerlerinde tacize uğruyor işverenler ve çalışan erkek işçiler tarafından. Bizim oturduğumuz yerde çalışan bir işçi kadın ücretlerinin artırılması için patronla gidip konuştuğunda, patronu onu “evime gel yerleş ben sana bakarım” diye taciz etti.

Başka bir örnek vereyim; boşanmış ve eşi olmayan kadınlar daha fazla tacize maruz kalıyorlar. Çocuk sahibi olan kadınlar çocuklarını bırakıp işe gitmesi ya da işini bırakıp çocuklarına bakmak zorunda kalıyorlar. Türk vatandaşı biriyle imam nikâhıyla evlenen kadınlar da korkuyla yaşıyorlar. Her an sokağa atılma tehlikesiyle karşı karşıya ve bu erkeklerin kararına bağlı kalıyor.

Bazı kadınlar polisler tarafından taciz ediliyor. Geçen yıl bir Suriyeli kadın karakolda polis tarafından tecavüze uğradı. Bazı kadınlar kapalı giyindiği için terörist olmakla suçlanıyorlar. Bunun haricinde keyfi tutuklamalar oluyor. Irkçılığı her yerde görüyoruz. Sözlü olarak ya da fiziksel olarak şiddet görüyoruz. Bu şiddet ve linç Suriyeliler üzerinde baskı yaratıyor. Toplumdan dışlama bu linçlerle beraber artıyor.

Oysa kötülük yapan bir Suriyeli tüm Suriyelileri temsil etmiyor. Bu tablo karşısında Suriyeli kadınlar ne yapacaklarını bilmiyorlar. Özellikle kadınlara ait olan kendi oturdukları evlerden kendileri taşınamıyorlar, kadın tek başına görüldüğü zaman ev kiralayamıyor ve tacize uğruyor. Hastanelerde, özellikle doğum yaptıklarında Suriyeli kadınlar ırkçılıkla karşı karşıya kalıyor. Irkçılığa iktidar müsaade ediyor. Suriyelilerin aldığı yardım, aslında Türk devletinden değil, AB’den gelen fonlarla sağlanıyor ama başka türlü propaganda ediliyor. Jandarma, polis tarafından yapılan saldırılara sessiz kalınıyor.

Kimin yaptığı saklı kalıyor. Biz kadınlar olarak erkeklerle eşit ücret almak, göçmen ve Türk kadınların birlik olmasını, iş eğitiminin kadınlara da verilmesini, çocuk sahibi kadınlar için kreş, Suriyeli kadınları taciz edenlerin yargılanmasını ve ırkçılığın durdurulmasını istiyoruz”

Erhan Keleşoğlu: “İçinde olduğumuz rejim bir belirsizlik rejimi. Mülteci haklarının tanınmasını, istismarın son bulmasını istiyoruz. Genel olarak haklara yönelik bir taarruz söz konusu. Mültecilerin yaşadığı sorunlarla yerli halkın yaşadığı sorunlar ortaklaştı. Dolayısıyla taleplerin de ortaklaşması gerekir.

İşçi sınıfı kendi kendini inşa eden bir sınıf.  Türkiye işçi sınıfı içerisinde mültecileri görüyorsak yapılması gereken belli, birlikte hareket etmektir. DİSK’e de bu anlamda büyük görev düşüyor. DİSK Tekstil ile beraber sahada bir çalışma yürütüyoruz. Çocuk işçiliğini de ödenemeyen maaşları da iş güvenliğinin olmadığı ortamları da gördük.

DİSK, 6356 sayılı yasanın ilga edilmesi gerektiğini söylemelidir. Barajın ortadan kaldırılması gerekir. Bu Türkiye işçi sınıfına giydirilmiş bir deli gömleğidir. Bu deli gömleğini artık yırtıp atmaya ihtiyacımız var. Eğer bu deli gömleğini yırtıp atamazsak mülteciler ile bir arada örgütlenmemiz de mümkün olmayacak. Göçmenlerin mültecilerin sendikal hareket içerisinde yer almaları Türkiyeli bir işçiye göre kat be kat riskli ama buna rağmen örnekler var. Bunu yaygınlaştırmak gerekiyor örneklerini artırmak gerekiyor.

Türkiye siyasetinin fay hatları maalesef işyerlerinde belli önyargıları beraberinde getiriyor. Bunlar örgütlenmenin de önünde engel oluyor. Karamsar da olmamak gerekiyor işçiler bir kere bir arada bir eyleme girdiğinde o kadar hızlı değişip dönüşüyorlar ki.”

 

Bültene kayıt ol