15-16 Haziran 1970: Türkiye işçi sınıfının en büyük eylemi

15.06.2020 - 12:47
Haberi paylaş

Türkiye’de grev hakkı 1963’de Kavel işçilerinin direnişi sonrası kazanıldı. 1963’den 1971’e kadar işçi hareketi sürekli bir yükseliş içinde oldu. Bu dönemde gerçekleşen 1093 grev ve direnişe 466 bin işçi katıldı.

Türk-İş yönetiminin İstanbul’da Paşabahçe işçilerinin grevini desteklememesi üzerine özel sektörde örgütlü Maden-İş, Lastik-İş, Kimya-İş, Gıda-İş ve Basın-İş sendikaları Türk-İş’ten ayrılarak Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu, DİSK’i kurdu. DİSK’in kurulduğu 1967’den sonra işçi direnişlerinde önemli bir artış söz konusu oldu. Sadece 1967-70 arasında gerçekleşen 516 direnişe 340 bin işçi katıldı. Birçok direnişin nedeni sendika seçme hakkıydı. İşçiler DİSK’e üye olmak istiyorlardı, çünkü DİSK özel sektörde, özellikle büyük fabrikalarda, işçilere daha yüksek ücret ve sosyal haklar kazandırıyordu.

Fabrika işçileri yasal grev dışında bir mücadele biçim geliştirdiler: Fabrika işgalleri.

DİSK’e katılmak isteyen fabrikaların işçileri, fabrikayı işgal ediyorlardı, üretim kaybına tahammülsüz patronlar önce polis ve jandarma aracılığı ile grevi kırmaya çalışıyor, bu olmayınca da işçilerle anlaşıyordu. 

DİSK’e bağlı sendikalar hızla güçleniyor, işçiler ise radikalleşiyordu. Bu durum patronları şiddetle rahatsız ediyordu. Çünkü bir yandan üretim aksıyor, diğer yandan işçi ücretleri artıyordu. En önemlisi yeni oluşan genç işçi sınıfı içinde mücadeleci bir gelenek yerleşiyordu. Bu işçiler mücadeleci oldukları kadar sosyalist fikirlere de yaklaşıyorlardı.

Bu nedenle patronlar DİSK’in kapatılmasını, işçi hareketinin geriletilmesini istiyorlardı. Yeni çıkarılmak istenen sendikalar yasasının tek amacı DİSK’in dağıtılmasıydı. 15-16 Haziran 1970 direnişi bu yeni yasa tasarısını durdurmayı amaçlayan bir eylemdi.

Direniş

15-16 Haziran direnişi, DİSK işyeri temsilcileri toplantısında kararlaştırıldı. Geniş bir katılımla alınan karar 15 Haziran günü İstanbul’un üç noktasından merkeze doğru yürüme biçiminde başladı. Gebze, Silahtarağa ve Levent yönlerinden başlayan yürüyüşler yol boyu işçilerin katılımı ile büyüdü. İş bırakarak yürüyüşe çıkan bir işyeri diğerinin önünde duruyor, oradaki işçilerin katılımı ile devam ediyor ve bir sonraki işyerinin önüne geliniyordu.

15 Haziran günü DİSK üyesi işçilerin yanı sıra Türk-İş üyesi işçiler de yürüyüşlere katıldı, bu çok önemliydi.

Ertesi gün, 16 Haziran’da yürüyüşlere katılan işçi sayısı daha da arttı. Büyük işçi yığınları yürüyor, karşılarına çıkan polis ve asker barikatlarını çok kolayca aşıyordu. Binlerce işçi Anadolu yakasında Türk burjuvazisinin kalbine, Bağdat Caddesi’ne girmiş Kadıköy’e doğru yürüyordu. Polis ateş açtı, işçileri öldürdü ama yürüyüşü durduramadı. İşçiler Kadıköy Kaymakamlığı’nı sardı, gözaltına alınan işçilerin serbest bırakılmasını sağladı.

Silahtar’dan gelen işçiler İstanbul Valiliği’ne yürümeye çalıştı. Sayısız barikatın arkasından Valiliğin önünde tanklarla karşılaştı. Bir işçi kolu Unkapanı Atatürk köprüsünden geçerek Taksim’e gitmeye çalıştı ama köprü açılarak yürüyüş durduruldu. Levent yönünden gelen işçilere polis ateş açtı.

Yürüyen işçilerin arasında elbette bütün sosyalistler yer aldı. Ellerinden geldiğince işçilere yardımcı oldular, ama işçilere önderlik edecek bir devrimci parti yoktu. Nitekim 16 Haziran akşamüstü hükümet İstanbul’da sıkıyönetim ilan etti. DİSK başkanı Kemal Türkler radyodan yaptığı konuşmada, direnişin bittiğini ilan etti, devrimci gençleri suçladı.

Hareket, sahip olduğu tek önderliği de kaybetti. 17 Haziran günü işçilerin Silahtarağa bölgesindeki bir kaç fabrikanın kapılarını kaynaklayarak işgal etmesi dışında gösteriler bitti. 3 gün sonra tüm hareket bitti.  

15-16 Haziran’ın hemen arkasından parlamento yeni sendikalar yasasını onayladı ama Anayasa Mahkemesi yasayı bozdu ve DİSK kapanmaktan kurtuldu. Ancak grev ve sendikalar yasası biraz daha kuşa döndü.

15-16 Haziran gösterileri işçi sınıfının var olduğunu eylemle gösterdi. İşçi hareketinin kolektif mücadele gücünün önemini gösterdi. Açık ki, 1970’de işçi hareketi içinde yer alan, devrimci bir önderlik var olsaydı gelişmeler başka türlü olabilirdi. 16 Haziran günü İstanbul işçi sınıfının eline düşebilirdi. Ertesi gün 4-5 kat ve belki daha fazla sayıda işçi ve emekçi sokağa çıkabilirdi. Hareket bütün Türkiye’ye büyük ölçeklerde yayılabilirdi. Bütün bunlar olmadı. Çünkü bu çağrıları yapacak, ertesi günü sıkıyönetime rağmen işçileri sokağa çıkaracak bir yapıyı inşa edecek devrimci sosyalist örgütlenme yoktu.

Bültene kayıt ol