Aralık ayında Çin’de başlayan, Şubat ayı içinde Dünya Sağlık Örgütü tarafından “tüm dünyayı saran bir pandemi (salgın)” olarak adlandırılan Covid-19 virüsünün etken olduğu koronavirüs salgını, ne yazık ki 7 haftadır artık ülkemizde ve gündemimizde. 10 Mart’ta Sağlık Bakanlığı resmen ülkemizde bu hastalığa yakalanmış ilk olguyu bildirerek, salgının boyutlarını ve alınması gereken bazı tedbirleri açıklamaya başladı. Bugün itibari ile ülkemizde test yapılarak tanı konulmuş hasta sayısı 107 bin, kaybettiğimiz hasta sayısı 2 bin 700. Dünyadaki durum ise, hasta sayısı 3 milyonu geçerken, yaşamını yitiren hasta sayısı 200 bini geçti.
Hastalık ilk olarak Çin’in Wuhan kentinde görüldü. Arkasından yakın çevremizde İran ve İtalya’da hastalar ve ölümler başladı. Bu ülkelerdeki deneyimlere bakarsak önümüzdeki haftalar çok önemli. Bu virüsün yayılma hızı çok yüksek ve tüm ülkede özellikle metropollerde ölümcül yayılma maalesef ki beklenen bir durum. Örneğin Güney Kore’de hasta bir kişinin, kısa sürede hastalığı 1260 kişiye bulaştırdığı görüldü.
Bu salgınla ilgili temel olarak üç kurum önemli; 1- Devletin sağlık organizasyonunu yapan Sağlık Bakanlığı, 2- Halkın yönlendirme ve yönetimini yapan yerel yönetimler, 3- Bilimi ve uzmanlık alanını temsil eden meslek örgütleri yani Türk Tabipleri Birliği (TTB) ve uzmanlık dernekleri.
Krizin resmi olarak açıklandığı gün ve öncesi bu üç kurum arasında yapılan bir organizasyon yoktu. Neden? Krizi yönettiğini söyleyen -son dönemlerde belki de Sağlık Bakanlığı'nın yetersiz de olsa yaptığı olumlu bir iş- bakanlık siyaseten olaya baktığından, süreci birlikte götürmek zorunda olduğu yerel yönetim ve TTB ile iletişim halinde değil. Görsel medyada Bakan’ın ana muhalefet liderine bilgi vermesinin ne kadar önemli olduğu vurgulanıyor ama kentsel nüfusun önemli kısmını ilgilendiren büyükşehirlerde bakanlığa bağlı sağlık müdürlüğü ve belediye arasında işbirliği yok. Tabip odaları kendi çabaları ile olaya müdahale etmeye çalışıyor ama yetmiyor.
Sağlık Bakanlığı 10 Ocak tarihinde 31 kişilik Bilim Kurulu oluşturulduğunu söylüyor. Yani devlet bu tarih itibariyle doğumuzda İran, batımızdaki İtalya’daki durumu görmüş ve gereken tedbirleri, hem de bilimsel olarak alacak bir bilim kurulu kurmuş. Buraya kadar olağan, ancak ne yazık ki 10 Ocak- 10 Mart arası hiçbir şey yapılmamış. Ne hastaneler hazırlanmış ne salgın senaryoları çizilmiş ne de sağlık çalışanları ve halkımız için koruyucu ekipman hazır edilmiş. Çin’de aylardır süren bu salgına, okulları iki hafta kapatarak başlayan iktidarın tüm çabası üretimin aksamaması. Yani yüzbinlerce insanın öldüğü bu salgında yine yük işçi sınıfının üzerinde. Üretim aksamasın, kapitalizm, patronlar zarar etmesin. Bugün hala zorunlu olmayan alanlarda sadece az zarar etmek amacıyla, on binlerce işçi kardeşimiz hiçbir koruyucu tedbir alınmadan çalıştırılmakta, hatta bu konuda önlem almak isteyen iş yeri hekimleri ve işçiler tehdit edilmektedir.
Salgının başlamasından sonra kurulan İl Pandemi Kurulları, yerel yönetim ile merkezi hükümetin temsilcilerini ve bu konuda etkin olması gereken Tabip Odalarını buluşturup ortak akıl ile çalışıp, doğru işler üreteceği beklenirken dağ fare doğurdu. Yapılan toplantılarda yerel yönetim başkanları etkili olamamakta, ticaret odasının temsil edildiği pandemi kurulunda Tabip Odası yok. Neden kurula alınmaz Tabip Odası? ilk akla gelen, 1999 depremi ve Gezi Direnişi’nde herkesin doğru haber kaynağı olan TTB ve Tabip Odaları acaba şeffaflığa mı neden olurdu? Halbuki salgın hastalıklarda zorunlu toplanması gereken İl Hıfzısıha Kurulunda Tabip Odası resmen var. Anlamak mümkün değil mi, ya da bunda anlamayacak ne var mı? Yanıtı siz verin.
Salgının yayılması, hasta ve ölüm sayısının artışı ile birlikte başlangıçta alınmayan önlemlerin önemi ortaya çıkmaya başladı. Devlet organizasyon ve koruyucu malzeme konusundaki kendi eksikliği ortaya çıkmasın diye yasaklar koymaya başladı. 7 hafta geçmesine rağmen en basit maskenin dağıtım işini beceremeyen devlet, bu savaşta en ön safta mücadele eden sağlık çalışanının giymesi gereken kişisel koruyucu ekipmanları hastanelerde yeterince ve zamanında temin edemedi. Yetersiz önlemler nedeniyle Türkiye’de koronavirüs bulaşmış sağlık çalışanı sayısı binlerin üzerine çıkarken 19 Nisan itibariyle kaybettiğimiz sağlık çalışanı sayısı 23.
Aylarca süren salgını bilim mi yönetecek siyaset mi? Yani Bilim Kurulu’nun almış olduğu her karar Sağlık Bakanlığı ve Bakanlar kurulu tarafından uygulanacak mı? Bunun cevabını son 3 hafta içinde yaşayarak gördük. Geçen hafta sokağa çıkma yasaklarının uygulanış şekli bile bir bakanın kendi kafasına göre karar alarak yüzbinlerce kişinin enfekte olmasına nasıl yol açtığını gösterdi. Bir ülke düşünün 2 ay öncesinde hazırlıklara başlıyor. Ve bundan da 2 ay önce aynı salgını yaşayan Çin örneğini görüyor. Hiç bir tedbir almadan salgın başlıyor. Yerel yönetimlerin ve sivil inisiyatifin halkla buluşmasının önü kesiliyor. Aylarca sürecek bu salgın döneminde salgın dışı hastalıkların tanı ve tedavi süreçlerinin nasıl yürüyeceği planlanmıyor. Bugün İzmir’de salgın dışı bir nedenle tıbbi hizmet alınabilecek bir tane Temiz Hastane yok. Yani halkın sağlıklı yaşam hakkı planlanmamış. Ama bu salgın çok güzel yürütülüyor. Birkaç hafta içinde salgının pik yapacağı, hatta tedavi olanların sayısının hastaneye yatan sayısından az olduğu sağlık bakanı tarafından söyleniyor ama diğer taraftan ihaleye bile gerek duymadan İstanbul’a iki tane hastane yaptırılmaya karar veriliyor. Ne zaman? İki hafta önce. Madem salgın kontrol altına alındı, yoğun bakım yataklarının doluluk oranı yüzde 60’ı geçmedi, bu acele neden? Kime inanacağız? Sağlık Bakanına mı, Cumhurbaşkanına mı? Salgında bile, hala bu ülkenin yoksul halkına para bulamayan iktidar, yandaşlarına hastane yaptırıyor.
Eğer bu ülkenin parasını ve geleceğini savaşlar, otoyollar, köprüler, tüneller ve şehir hastaneleri ile ipotek altına almasaydınız ve bugüne kadar yandaşlara, yurt dışına ödediğiniz milyar dolarları koruyucu sağlığa ve halkın sağlıklı yaşam hakkına ayırsaydınız, hiç şüpheniz olmasın ki bu salgını çok daha az kayıp ile atlatırdık. Ama kapitalizmin tetikçisi bu iktidardan bunu beklemek de aşırı saflık olurdu.
Ortak akıl ve ortak mücadeleyi bilimle yaptığımızda kazanan biz olacağız.
Dr. Fatih Sürenkök (İzmir Tabip Odası)