İzmir'de bir hastanede çalışan taşeron sağlık işçisi, sağlık sektöründeki sağlıksız çalışma koşullarını Sosyalist İşçi'ye anlattı.
Cumhurbaşkanı’ndan en sıradan AKP üyesine kadar, ezcümle dillerine pelesenk ettikleri temel iki adet başarı hikayesi var mevcut iktidarın. Birincisi duble yollar, ikincisi sağlık sisteminde yaptıkları… Bir sağlık çalışanı, o çok övündükleri sağlık sisteminin nasıl bir sömürü ve sefaletin üzerinde yükseldiğini anlatıyor. Söz konusu hastane büyük kentlerimizin birinde, isminde eğitim, araştırma kavramları olan devasa bir hastane:
“Bizler toplam elli yemekhane çalışanıyız ve tabii hepimiz taşeron işçisiyiz, bunların 10’u erkek geri kalanı kadın. Erkeklerin çoğu usta, geri kalanların ikisi kazancı, ikisi de gececi. Bu kadar kadının içinde sadece iki ‘kadın usta’ var.
Her sabah saat 10:00’da işbaşı yapıyoruz ama saat 09:45’de hepimiz iş kıyafetleriyle hazır olmak zorundayız. Paydos saatimiz ise saat 19:00 yani toplam dolu dolu dokuz saat çalışıyoruz (Gülüyor). Gün içinde 10:45-11:00 ve 16:45-17:00 arası çay ve sigara molamız var. Ama maalesef bu molaların çoğu molasız geçiyor. Zira on beş dakikalık molaları iş yoğunluğundan dolayı beş dakikaya sıkıştırmak zorundayız. Bir de bunun yanında, diyelim personelin biri elindeki çayı kazara döktü, bu bile tüm çalışanların o anki molasının iptal sebebi oluyor. Geçenlerde mola saatinde yine bir çalışana sinirlenen müdür –ki bu çok sık olur-, ‘Ben size çayı layık görmüyorum’ diye bağırıyordu. Tabii bir de 30 dakikalık yemek molamız var. Bunların dışında, mesai saatinde dinlenme odası var ama kullanmak pek mümkün değil. Ayrıca haftada bir gün de tatilimiz var.
Her şey bağırma sebebi
Esas işyerimiz kocaman bir yemekhane, gündüz mesai günlerinde ortalama 1000 personelin yemeğinin hazırlanması (öğle ve akşam için), masalarda servis açılması, toplanması, bulaşıkların yıkanması ve ortalığın toplanıp temizlenmesi, gece vardiyası için yemeklerin hazırlanması ayrıca beş katlı hastanenin ortalama her katında yatan yüz hasta ve refakatçi için (her kata iki kadın personel bakar) yemek servinin yapılması ve servisin toplanması bizim esas işimiz. Ama sadece bunları mı yaparız? Nerede?
Çalışma şartlarımızsa anlatılır gibi değil. Bir kere bir dakikacık boşluğumuz yok. Bir de bu yetmezmiş gibi ustasından müdürüne, hastane personelinden amirine, yatan hastadan refakatçisine kadar herkesin bize eften püften sebeplerden dolayı bağırma hakkı var. Yemeğin miktarı, tadı, zamanında gelip gelmemesi, az ya da çok gelmesi, hastanın ağrısı sızısı, ustanın müdürüm o gün ki ruh hâli: Bunların hepsi bağırma sebebi.
Mesai saatimiz dokuz saat dedim ama çoğunlukla daha geç çıkarız. Mesela geçenlerde iş uzadı ben saat sekizde çıktım, usta bana dönüp ‘Saat altıda çıktığın günlere say’ dedi, ‘Vallahi çok şükür ben hiç altıda çıkmadım’ dedim ki doğru. Ben değil hiç kimse altıda çıkmıyor, genelde iş yetişmediği için 10-15 dakika geç çıkıyoruz. Mesela iki gün önce, üstümü değiştirdim tam çıkıyorum, hemşire aradı, hastanın yemeği verilmemiş -ki o gün ben kat servisinde de görevli değildim- tekrar üstümü değiştirdim, yemek kalmadığı için ne varsa komposto, galeta hazırlayıp hastaya yemeğini verip öyle çıktım. Bu fazla çalışma için tek bir kuruş dahi mesai ücreti vermezler. Onu bırak geçen bayramda -bayram ve hafta tatilim dahil- tam beş gün mesai yaptım ama iki günlük mesai ücreti ödediler.
Daha neyin fedakarlığı?
Tüm bunlara karşın bize ödedikleri asgari ücret ve yüz küsur lira yol parası. Birkaç zaman önce Ankara’dan genel müdür geldi, hepimizi toplayıp nutuk çekti: ‘Efendim malumunuz ülkede kriz var, çoğu firma bu dönemde maaşları ödeyemezken biz maaşlarınızı zamanında veriyoruz, herkes işçi çıkarırken bizde böyle bir uygulama yok, çoğu firma mal alımı yapamazken bizde herhangi bir aksama yok, o nedenle şu kriz günlerinde herkesin taşın altına elini koyması lazım ki hep beraber ülkeyi düzlüğe çıkaralım…’
Ee? Kalkıp diyemiyorsun ki, o dediğiniz taşın altında uzun süredir elimiz değil gövdemiz var. Altı üstü asgari ücret veriyorsun, onu da zamanında ödemiyorsun (bizim sözleşmede ayın 5’i ila 10’u arasında yazıyormuş ama hiç birimiz sözleşmeyi görmüş değiliz). Benim kredi kartımın günü geçti mi cezasını ben ödüyorum, kredimin günü geçiyor hakeza… İş kıyafeti içinde sayılması gereken işyeri terliklerini bile bana aldırtıyorsun, işyerinde en önemli şey hijyen diyorsun ama eldivenler erken bitiyor diye fırçalıyorsun. Daha ne fedakarlığı? Ayrıca yakın zamanda bir arkadaşımız doğum yapacak ama yerine yeni eleman almıyorsun ve onun da işini bize yaptırıyorsun. E daha ne yapalım?
Gerçi benim yine evde çalışanım var, çocuklar ve eşim çalışıyorlar ama bir arkadaşımız var sadece tek maaşla ikisi üniversitede, ikisi orta okulda beş çocuğuna bakıyor, geçenlerde okulda beş lira istemişler de kadıncağız bunu dahi veremedi, daha neyin fedakarlığı? Ayrıca siz bol bol kâr yaparken bizimle paylaştınız mı ki şimdi fedakarlık istiyorsun?
Aman, aslında çekilir dert değil de çaresizlik işte.”
(Sosyalist İşçi)