İzmir’de düzenlenen “Umuda, barışa, Demirtaş’a” buluşmasında, Antikapitalistler aktivisti ve DSİP GYK üyesi Ozan Tekin de konuşmacı olarak yer aldı.
Tekin’in konuşmasından öne çıkanlar şöyleydi:
“Bu buluşmalar hepimize moral veriyor ve umudumuzu artırıyor. Selahattin Demirtaş ve HDP için gösterilen irili ufaklı her çaba çok önemli, çünkü çok eşitsiz şartlarda seçime gidiyoruz. Başkan adayımızın televizyona 10 dakika bağlanması dahi engellendi. Bunun için her çabanın, kazanılan her bir oyun çok önemli olduğunun bilinciyle hareket etmemizde fayda var.
Egemenler krizde, her yerde mücadeleler sürüyor
Dünyaya baktığımızda, bir yönüyle çok karanlık. Trump başkan seçildi, her yerde otoriterliğin ve milliyetçi hareketlerin yükseldiğini söylemek mümkün. Ama bir yandan da bütünüyle çözümlenmiş bir şey yok. Örneğin İrlanda’da birkaç gün önce kadınların kürtaj konusunda seçme hakkını sağlayan bir referandum %70’e yakın oyla kabul edildi. Böyle bir zafer kazandık. Akdeniz ülkelerine baktığımızda, hepsinde egemen sınıflar krizde. İspanyol başbakanı Rajoy, Katalonya’nın özerkliğini engelleyen kişi, güvenoyu alamayarak düşüyor. İtalya’da ciddi bir hükümet krizi var. AB “demokrasisi” içerisinde seçim sonucunda hükümet kurulamıyor ve belirsizlik var. Yunanistan’da dün bir genel grev vardı ve AB-IMF’nin Yunan işçi sınıfına dayattığı anlaşmaya karşı işçiler hayatı durdurdu. Dolayısıyla her yerde egemenlerin krizi ve bizim mücadelemiz de sürüyor.
Yerli milli koalisyon da krizde
Türkiye’de de aslında seçim sürecine buna benzer bir krizle gidiyoruz. İki yıla yakın süredir Türkiye’yi yöneten AKP-MHP koalisyonu krizde. Tayyip Erdoğan’ın süngüsü düşük. Her zamanki siyaseti domine eden Erdoğan yerine Muharrem İnce’ye laf yetiştirmeye çalışan bir Erdoğan var. Mitingleri küçük geçen bir hükümet. Muharrem İnce’nin Habertürk’teki programda Nagehan Alçı’yı “perişan ettiğini” kabul eden AKP’liler görüyorum.
Geçtiğimiz sene Nisan ayında yapılan referandumdaki %51.5-%48.5 dengesi hangi yönde değişmiştir? Bu referandumun ardından bir de CHP’nin başlattığı ama onun boyutlarını çok aşan, iki milyon kişilik bir mitingle sonuçlanan Adalet Yürüyüşü gerçekleşmişti. Şu an görünüyor ki bu dengeleri hükümetin lehine değiştirecek hiçbir şey olmuş değil arada.
İlk darbeyi Gezi direnişinde vurmuştuk
Peki bu noktaya nasıl gelindi? Hükümete ilk darbeyi beş yıl önce bugün Gezi direnişiyle vurmuştuk. Aylar boyunca milyonlarca kişi sokaklardaydı. AKP’nin ciddi anlamda ilk kez zorlandığı uğrak olmuştu. Bundan birkaç ay sonra iktidar müttefiki Gülencilerle köprüleri attı, Ergenekoncuları hapisten salmaya başladı, eski devlet artıklarıyla ittifak kurdu. Bunun ardından 2015’in ilk yarısında Kürt sorununda çözüm süreci bitirildi ve savaş politikalarına dönüldü. Savaşa karşı çıkan herkesin muazzam ölçüde baskılanması anlamına geliyordu, barış akademisyenlerinin başına gelenlerdeki gibi. 2016’ın ortasında darbe girişimi oldu. Bunu sokakta halk püskürttü. Bu süreçten daha demokratik bir yönelimle çıkılabilirdi. Ancak hükümet tercihini böyle yapmadı, faşist parti MHP ile ittifak kurdu.
Yerli-milli ittifak ezilenlerin nefes almasını sağlayan her kazanıma saldırıyor
En pespaye hâliyle milliyetçiliğin geri döndüğü, eski devletin bütün reflekslerinin tekrar uygulanmaya başladığı bir döneme girdik. Kemalizme dokunan her şeye milliyetçi bir mutabakatla saldırılmaya başlandı. Suriye’de iki senedir savaş politikası izleniyor. Sosyal medyada tutuklama meselesinde Türkiye rekorlar kırıyor. Son 10-15 yılda işçi sınıfının ve ezilenlerin elde ettiği ne kazanım varsa, ifade özgürlüğü adına, örgütlenme özgürlüğü adına, hepsi geri alınmaya çalışılıyor. Bir yandan kadınlara saldırıların pervasızlaştığı bir dönem, diğer yandan grevler yasaklanıyor ve Erdoğan patronlara ‘Grevleri yasaklamak için OHAL ilan ettik’ diyor. Bütün ezilenlerin nefes almasını sağlayan ne kazanım varsa, bunlara saldıran bir koalisyon bu yerli ve milli AKP-MHP ittifakı.
Toplumu baskı altına alma stratejisi duvara tosladı
Bir yandan da şunu görmek mümkün: Hükümet, MHP ve BBP ile birleşmesiyle, toplumda %60-65 arası desteği olan bir koalisyonla her şeyi yapabileceğini ve her türlü baskıyı uygulayabileceğini düşündü OHAL dönemine girilirken. Bu strateji duvara tosladı. İlk olarak 16 Nisan referandumunda, “Evet”i savunan partilerin oyundan %12-13’lük bir kayıp yaşandı. Bugün de bunun böyle devam ettiğine inanmak için çok sayıda nedenimiz var. Çok sayıda anket bu trendin devam ettiğini gösteriyor. AKP’nin yayınladığı anketler dahi parlamento seçimlerinde zorlandıklarını gösteriyor.
Dolayısıyla AKP’nin bir yenilmezlik sihri olduğuna dair yanılgıdan kurtulmalıyız. Bu yanılsamayı besleyen şeyler, AKP’nin devamlı hile yaptığı veya Türkiye halkının koyunlardan oluştuğu iddiaları. Ben Türkiye toplumunun, nasıl ki zamanında Kemalistlere tepki göstererek AKP gibi bir partiyi iktidara getirdiyse, bugün bunun tam tersi bir senaryo oluştuğunda, AKP MHP ile ittifak yapıp tüm toplumu ceberrut devlet mekanizmasıyla baskılamaya çalıştığında buna karşı da bir tepki göstereceğini düşünüyorum.
Demirtaş’ın özgürlüğünü savunmak oy kaybettirmiyor
Bugün Millet İttifakı’ndaki partiler Selahattin Demirtaş’ın özgür olması gerektiğini savunuyorlar. CHP, Saadet Partisi ve hatta İyi Parti dahi bunu söyledi. Üç yıldır uygulanan onca savaş politikasına rağmen, Afrin operasyonuyla estirilen milliyetçi havaya rağmen, demek ki bugün Demirtaş’ın özgürlüğünü savunmak Türkiye toplumunda muhalefet için oy kaybettirici bir şey olarak görülmüyor. Bu, AKP-MHP’nin uyguladığı politikaların Türkiye toplumunda bütünüyle hakim olamadığını göstermesi açısından iyi bir örnek.
AKP iktidara geldiğinde 3Y ile mücadele edeceğini söylüyordu: Yoksullukla, yolsuzlukla ve yasaklarla. Bunda bir dönem, toplumun geniş kesimlerini buna ikna ederek kendi etrafında birleştirmesiyle, başarılı olduğu söylenebilir. Ama bugün hepsinde tam tersi bir durumla anılır hâle geldi. Geçtiğimiz ay AKP’nin kendisi bir anket yaptırdı, kendi tabanında en çok sıkıntı duyulan şeyler nelerdir diye.
Son beş ayda %15 daha fakirleştik
Birincisi ekonomi. Bunu hepimiz son günlerde kendi hayatımızda yakıcı olarak hissediyoruz. 2018’in ilk beş ayında %15 fakirleşti Türkiye halkı. Bunun yanı sıra Erdoğan’ın Londra’da ‘Başkan seçilirsem Merkez Bankası’na daha doğrudan müdahale edeceğim’ açıklamasının ardından yaşanan döviz kuru dalgalanması hepimizi bir kez daha yoksullaştırdı. AKP’yi iktidara getiren 2001 ekonomik krizinin ardından Kemal Derviş’in hayata geçirdiği neoliberal politikaların Türkiye ekonomisine getirdiği rahatlamanın sonuna geldiğimiz, yapısal bir krizle karşılaşacağımız bir döneme gireceğimiz görülüyor. Seçimlerden sonra iktidara kim gelirse gelsin işçi sınıfına bir kemer sıkma ve sosyal yıkım paketi dayatılacak, adayların vaatlerinden bunu anlıyoruz.
Seçmeni AKP’nin devletçi çizgiye kaymasını sorun olarak görüyor
İkincisi, AKP’nin kuruluş prensiplerinden uzaklaşması ve devletçi bir partiye dönüşmesi. Bu, Ergenekoncularla ve MHP ile girilen ittifakın sonucu olarak gerçekleşti. AKP bir dönem savunduğu her şeyin tam tersini savunuyor şu an. En çarpıcı yer ise Kürt sorunu. Dün FoxTV’de HDP liderlerine soruyorlardı, “Terörist başı Öcalan ile görüşülmesini mi savunuyorsunuz?” diye. Bu, beş yıl önce Türkiye’de resmi devlet politikasıydı ve iki buçuk yıl sürdürüldü. Kürt sorununun inkârla, imhayla veya asimilasyonla çözülemeyeceği on yıllar süren ve 50 bin kişinin yaşamını yitirdiği bir savaşın sonucunda ortaya çıkmıştı. Son üç yıldır bu tabloyu geri döndürmek için devlet tarafından ciddi bir çaba var. Ama işte bundan birkaç yıl önce toplumun %67’si çözüm sürecini destekliyordu. Devlet için Afrin operasyonuna karşı çıkan herkesin tutuklandığı, Kürtçe şarkı söyleyenlerin dahi başına bir işler geldiği bir döneme geçmek o kadar da kolay olmuyor, AKP tabanında dahi Kürt sorunu önemli bir tartışma meselesi olarak karşımıza çıkıyor.
OHAL döneminde yaşanan haksızlıklar her kesime dokunuyor
Üçüncüsü, OHAL uygulamalarıyla yaşanan haksızlıklar. Kamuda on binlerce kişi tasfiye edildi. On binlerce kişi hapse atıldı. FETÖ’cü diye tutuklanan birçok kişi ilk mahkemede serbest bırakılıyor. Bu süreçte aileler paramparça oldu. Abdulkadir Selvi referandumdan önce yazmıştı, her dokuz kişiden birini etkiliyor bu haksızlıklar diye.
Millet İttifakı çözüm değil
AKP-MHP baskıcı rejiminin karşısına çıkan ittifak da sağcı ve bir milliyetçiliğin karşısına bir başka milliyetçiliği koymaya çalışıyor. Millet İttifakı’ndan bahsediyorum. Bu aslında biraz da HDP’yi dışarıda bırakma ittifakı gibi kuruldu. Tabii ki buna AKP-MHP-BBP blokuyla eşit kötüymüş gibi davranmamak lazım. Bir tanesi ülkeyi yönetiyor ve olan her şeyden sorumlu. Ayrıca bir taraf bizim adayımız Demirtaş’ı hapse atanlar. Diğer taraf hiç olmazsa buna karşı çıkıyor durumda. Ama sağcılığın karşısına sağcılıkla çıkılması da bizim onay vermeyeceğimiz bir şey. İyi Parti sonuçta MHP’den kopmuş, zamanında onun bütün ırkçı politikalarının ortağı olan ve bundan vazgeçtiğine dair de elimizde yeterince verinin olmadığı bir yapı. Muharrem İnce bundan birkaç gün önce Suriyeli mülteciler bayramda memlekete gittiklerinde onları geri almamayı düşündüğünü söyledi. Benzer açıklamaları zaman zaman Kemal Kılıçdaroğlu da yapıyor.
Milliyetçi bir yönetime karşı daha iyi milliyetçilik yapma iddiasıyla ortaya çıkan muhalefeti kabul etmiyoruz. Milliyetçilik yaptığınızda bu en sağdaki odağa yarar. Bu da şu an Türkiye’de AKP-MHP ittifakıdır.
İki sağcı cepheye karşı barış için Demirtaş ve HDP!
Biz bu iki cepheye karşı kalan her günümüzde tüm gücümüzle Demirtaş ve HDP için çalışıyor olmalıyız. Taleplerimizi ancak bu seçim alternatifiyle kazanabiliriz.
Barış istiyoruz. Türkiye devletinde tekrar çözüm politikası hakim hâle gelmelidir. Hem ülke içinde hem ülke dışında tüm savaş politikalarına son verilmesini talep eden bir seçim kampanyası inşa ediyor olmalıyız. Bugün Esad tarafından da tehdit edilen Rojava’daki Kürtlerle barışçıl bir ilişki kurulmasını savunuyoruz. Türkiye’nin içinde milliyetçi savaş ve çatışma politikalarına son verilmesini savunarak seçim kampanyası yapmak zorundayız.
Mültecilerle dayanışmak için…
Milliyetçiliği ve ırkçılığı geriletmek için HDP’yi ve Demirtaş’ı desteklemeliyiz. Yalnızca Kürtler değil, tüm ezilen kimlikler için Türk milliyetçiliğinin tekrar geri döndüğü bir dönemde yaşıyoruz. Bunu püskürtmek için Demirtaş’ı ve HDP’yi destekliyoruz. Ermeni Soykırımı’yla yüzleşme sürecinde bir mesafe katetmiştik 2007’den 2015’e kadar geçen süreçte. Bunla ilgili kazanımlarımız geri alınmak isteniyor. Biz Demirtaş’a ve HDP’ye oy istediğimizde bu yüzleşmenin devam etmesini, tüm azınlıklara yönelik nefret söyleminin bitirilmesini savunuyoruz.
Mültecilerin Türkiye’de yaşayan halklarla eşit haklara sahip olmasını istiyoruz. Demirtaş’ın belki de en ayırt edici yönü bu. AKP, Suriyelilerin önüne dünyanın en büyük duvarını dikmekle övünüyor. CHP ve MHP mültecilerin geri gönderilmesini savunuyor. 2015’te Demirtaş çıkıp enternasyonalist bir açıklama yaparak ‘Dünya hepimizin evidir, mülteciler istedikleri kadar kalabilirler. Bizle eşit haklara sahip vatandaşlar olmalarını savunuyoruz’ demişti. Suriyeli arkadaşlarımızı kovmak isteyenlere karşı Demirtaş ve HDP için kampanya yapıyoruz.
Tüm baskılara ve OHAL’e karşı HDP’yi ve Demirtaş’ı destekliyoruz. Tüm siyasi tutsakların özgürlüğünü istiyoruz. Haksız ve hukuksuzca yargılanan tüm arkadaşlarımız için, bütün bu hukuki süreçlerin geri döndürülmesi için Demirtaş ve HDP’yi güçlendirmek önemli.
Krizin faturasını patronlar ödesin!
‘Krizin faturasını biz ödemeyeceğiz, işçiler ödemeyecek’ demek için Demirtaş’ı ve HDP’yi destekliyoruz. Hükümet içine girdiği krizden çıkmak için İngiltere’ye gidip finans patronlarını ikna etmeye, IMF ile yeniden anlaşmaya çalışıyor. Muharrem İnce de Amerikancı olduğunu açıkça söylüyor, neoliberal bir yapısal uyum programı uygulayacağını dile getiriyor. Seçimden sonra kim gelirse gelsin bizden kemer sıkmamız istenecek. Bizim çıkarmadığımız bir krizin faturası bize ödetilecek. Buna karşı yalnızca Selahattin Demirtaş’ın programı yoksullardan yana bir alternatifi savunuyor.
Bütün bunlar için 24 Haziran’a kadar Demirtaş’ın ve HDP’nin oylarını artırmak için ortaya koyacağımız her çaba çok değerli."