Kamuoyunda İç Güvenlik Paketi olarak bilinen 1/995 esas numaralı kanun tasarısı, TBMM Genel Kurulu'nda görüşülmeye başlandı. Peki paketin içinde neler var ve yasalaşması hâlinde Türkiye yurttaşlarını neler bekliyor?
Uluslararası Af Örgütü'ne konuşan avukat ve aynı zamanda insan hakları savunucusu Nalan Erkem, İç Güvenlik Paketi'nin yasalaşması hâlinde yaşanacak değişiklikleri anlattı.
İç güvenlik paketinin bu hâliyle yasalaşması hâlinde polis ne gibi haklara sahip olabilecek?
Tasarıyla getirilen değişiklikle polise anayasa sınırlarını aşan bir arama yetkisi veriliyor. Mevcut hâliyle PVSK (Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu) 4. Maddesi'nde düzenlenmiş olan önleme aramasında, kişiler ve araçlar durdurulabilir, kimlik kontrolü yapılabilir, kişinin üstü elle aranabilir ve aracının dışarıdan bakmakla görülebilen kısımlarına bakılabilirdi. Bu hâliyle dahi uygulamada, kişilerin keyfi olarak durdurulmaları, uzun süre bekletilmeleri ve taciz boyutuna varan aramalardan dolayı sıklıkla şikayetler alınıyordu. Özellikle bireylerin toplumsal gösterilere katılımının engellenmesi aracı olarak önleme araması ve durdurma sıkça kullanılan bir yöntemdi. Yeni düzenleme ile arama ve yakalama konusunda kişilere Anayasa ve CMK ile sağlanan güvenceler kaldırılmaktadır.
Yeni düzenleme ile neler olacak?
Anayasa'nın 20. Maddesine göre “Usulüne göre verilmiş hâkim kararı olmadıkça; yine bu sebeplere bağlı olarak gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde de kanunla yetkili kılınmış merciin yazılı emri bulunmadıkça kimsenin üstü, özel kâğıtları ve eşyası aranamaz ve bunlara el konulamaz.” Değişiklikte ise arama sürecinden savcı tamamen çıkarılarak, kolluk amirinin yazılı emrine dahi gerek kalmadan, polisin gözüne kestirdiği kişi ve araçları durdurma, kişinin üstünü, özel eşyalarını, aracının kapalı kısımları dahil her yerini arama olanağı getirilmektedir. Ancak arama yapıldıktan sonra, yapılan işlem 24 saat içinde hakim onayına sunulabilecektir. Oysa ki Anayasa'da hakim, savcı ya da acil hâllerde yetkili merciin yazılı emri dışında kimsenin üstünün ve özel eşyalarının aranamayacağı açık ve net belirtilmesine rağmen, getirilen değişiklik kişilerin polis tarafından keyfi bir şekilde aranması, dolayısıyla özel hayatın gizliliği, seyahat özgürlüğü dahil temel anayasal haklarının ihlaline yol açacaktır.
Tasarıda polisin ifade alma yetkisinde de birtakım değişiklikler söz konusu. Bu ne anlama geliyor?
Tasarıyla, polise müşteki mağdur ve tanıkların ev ve işyerlerinde ifadelerini alma yetkisi getiriliyor. Bu birçok bakımdan tehlikeli bir düzenleme, çünkü ifade alma bir yargı yetkisidir ve asıl olan mahkeme, hakim veya cumhuriyet savcısı tarafından ifadenin alınmasıdır, kolluğun ifade alması istisnaidir. Bu düzenlemeyle yargısal yetki kolluğa devredilmiş olmaktadır. Soruşturma ve yargılama süreçlerinde CMK ile ifade almaya ilişkin, kişilere getirilen güvenceler (işkence, kötü muamele, aldatma, yorma, çıkar vaat etme yasağı, avukat yardımından yararlanma hakkı gibi) ortadan kaldırılmakta ve kişi korumasız bırakılmaktadır.
Bu bağlamda polise başka ne gibi yetkilerin verilmesi planlanıyor?
Bir başka vahim yönü de polise kişilerin işyerine ve evine, yani özel alanına girme yetkisi vermektedir. Polisin şiddet pratiği de düşünüldüğünde düzenlemenin en vahim yanlarından biridir. Özellikle işyerinde ya da evde her türden şiddetin mağdurları olan kadınların, ensest ya da taciz mağduru çocukların, cinsel kimliği ve cinsel yönelimi nedeniyle zaten sürekli baskı görmekte olan LGBT bireylerin, özel yaşam alanlarında her türlü baskı ve yönlendirmeye açık, avukat yardımı alamadan, hatta suçun faili ile aynı ortamda bulunmanın baskısıyla ifade vermek zorunda kalmalarına yol açacağı gibi maddi gerçeğin ortaya çıkmasını da engelleyecek ve cezasızlığa da yol açacaktır.
Tasarının bu hâlinde polisin silah yetkisi hususunda da birtakım değişikliklerden bahsediliyor...
Polisin silah kullanma yetkisi Anayasa'nın 17. Maddesi'nde sınırlı bir şekilde sayılmıştır ancak bu yetki sınırlıyken dahi son yıllarda Gezi'den Cizre’ye pek çok yerde tanık olduğumuz öldürme olayları düşünüldüğünde yeni düzenleme ile kimsenin yaşama hakkının güvencede olmayacağını rahatlıkla söylemek mümkündür. Sapan, demir bilye, molotof kokteyli, havai fişek gibi yanıcı maddeler dahi silah kapsamına konularak bunlara karşı polise silah kullanma yetkisi getiriliyor.
Bu yetki nasıl yorumlanabilir?
Bu düzenleme polisin silah kullanma konusundaki yasalara aykırı uygulamalarını yasal hâle getirme çabası olarak değerlendirilebilir. Diğer bir amaç da polisin toplumsal olaylarda öldürdüğü çocuk ve gençlere dair devam eden davalarda cezasızlığı sağlamak. Oysaki uluslararası standartlara göre polislerin ancak kendisinin ya da bir başkasının canına yönelik çok yakın ve ciddi bir tehlikenin varlığı durumunda ve tehlikeyi bertaraf edecek ölçüde silah kullanma yetkisi vardır. Ancak bizde son yedi yılda çoğu çocuk ve genç 183 kişinin polis tarafından öldürülmüş olmasına karşın, var olan yetkilerin kısıtlanması yerine daha da genişletilmesi, kimsenin sokağa çıkarak itiraz etmemesini sağlamaya yönelik bir düzenleme olup yargısız infazlar döneminin geri gelmesi anlamını taşımaktadır. Bu süreçte en büyük tehlike altında olanlar da çocuklar, çünkü onlar çocuk ve her zaman ceplerinde bilye ya da sapan bulunabilir ve bu onların öldürülmeleri için meşru bir neden hâline getiriliyor ne yazık ki.
Yeni iç güvenlik paketinin yasalaşması hâlinde dinlemelerde ne gibi değişiklikler olacak?
Yapılan değişikliklerle polis ve jandarmaya hakim kararı olmaksızın, Emniyet Genel Müdürü veya istihbarat daire başkanının emriyle 48 saate kadar dinleme olanağı verilmektedir. Ancak bu sürenin sonunda yani zaten dinleme yapılmış, kişinin özel alanına müdahale edilmiş, haberleşmenin gizliliği hakkı ihlal edilmiş olduktan sonra bu dinleme kararı hakim onayına sunulacaktır. Bu hakim onayının gerçek bir yargı güvencesi taşımaktan öte yapılan dinlemelerin yasal hale getirilmesini sağlayan bir onay makamı olacağı açıktır. Üstelik dinlemeleri onaylama yetkisi de yerel mahkemelerden alınarak yalnızca Ankara’da görevlendirilecek bir ağır ceza mahkemesi hakimine verilecektir. Böylece iktidar sahiplerinin istedikleri kişileri dinlemesi kolaylaştırıldığı gibi kişilerin kendilerinin dinlenip dinlenmediği, dinlendiyse bunun yasal dayanaklarını sorgulama ve hak arama olanakları da tümüyle imkansız hale getirilmektedir.
Paketin, toplantı ve gösteri yürüyüşleri hususunda neler getirmesi ve götürmesi bekleniyor?
Barışçıl toplantı ve gösteri hakkına dair AİHM'in Türkiye aleyhine vermiş olduğu 40'tan fazla ihlal kararı bulunuyor. Bu kararlarda kişi ve grupların barışçıl gösteri hakkını engelleyen, barışçıl göstericiler hakkında polise direnme ve benzer suçlardan dolayı yaygın olarak dava açılmasına yol açan, barışçıl olmayan gösterilerdeki barışçıl göstericilere yönelik şiddet kullanılması ve dava açılmasına, gösterilerde aşırı güç kullanan polislerin cezasız kalmasına yol açan yasa ve uygulamaların AİHS'i ihlal ettiği belirtiliyor ve Türkiye’den bu ihlalleri ortadan kaldıracak yasal değişiklikleri gerçekleştirmesi isteniyor.
Türkiye'nin bu isteğe karşılığı ne oldu?
Türkiye ne yaptı derseniz; AİHM'in önerdiklerinin tam tersi bir yasa taslağı oluşturarak toplantı ve gösteri hakkını kullanılamaz hale getirecek ağır cezalar ve keyfi engellemeleri yasal hale getirmek istiyor. Buna göre getirilen değişiklikle, bilye ve sapan ateşli silah kategorisine sokularak cezaları ağırlaştırılmakta ve cezaların alt sınırları 6 aydan 2,5 yıla çıkarılarak erteleme sınırın üzerine çıkarılmaktadırlar. Terörle Mücadele Kanunu 7. Maddesi'nde düzenlenen “toplantı ve gösterilerde yüzün kısmen ya da tamamen kapatılması” durumunda 1 yıl olan ceza alt sınırı 3 yıla çıkarılıyor. Bunun yanı sıra 2911 sayılı yasanın 39. Maddesi'ne getirilen ek maddeyle, toplumsal olaylarda kamu mallarına verilen zararın ilgililere rücu edilmesi düzenlenerek, zamanaşımı süresi iki katına çıkarılıyor.
"Protestolarda yüzün kapatılması" noktasında yapılması planlanan değişikliği nasıl yorumlarsınız?
Barışçıl toplantılarda bile “yüzü kapatmak” ya da “terör örgütü simgesi” taşıyan kıyafetle katılmak gibi muğlak, hukuka aykırı gerekçeler oluşturularak toplanma ve gösteri hakkı fiilen kullanılamaz hale getirilmektedir. Böylece biber gazından korunmak için yüzünü kapatan ya da gaz maskesi takan veya herhangi bir şekilde giysisinde amblem olduğu öne sürülen barışçıl gösterici de terörist olarak yargılanabilecektir.
Peki ya tutuklamaya değinirsek...
Toplanma ve gösteri hakkının kullanılmasını engellemeye yönelik bir başka düzenleme de 2911 sayılı yasanın 33. Maddesi'nin de CMK 100. Maddesi'nde tutuklama gerekçesi olarak sayılan katalog suçlara eklenmesidir. Bu düzenleme yasalaştığı takdirde toplanma ve gösteri hakkının kullanılmasını engellemek amacıyla her türlü toplumsal gösterilerde yaygın tutuklamaların olacağı ve bunun hakkın kullanımı konusunda kişiler üzerinde kuvvetli bir caydırıcı etki yaratacağı açıktır. Getirilmek istenen bütün bu kısıtlamalar sokağa çıkarak itiraz etmeyi neredeyse imkansız hale getirmektedir.
Polise bazı hâllerde gözaltı yetkisinin verilmesi planlanıyor. Bunun etkisi nasıl olacaktır?
Bu tasarıyla “önleyici gözaltı” kavramı getirilerek savcının görevi tamamen kolluğa devrediliyor, böylece denetim olanağı ortadan kaldırılıyor. Toplumsal gösterilerin de sayıldığı bir takım suçlarda polisin kişileri keyfi biçimde gözaltına almasının önü açılıyor. Yani yarın kadına yönelik şiddeti protesto etmesi muhtemel kadınları ya da iş kazalarında ölmek istemiyoruz deme ihtimali olan işçileri veya doğa katliamına dur deme riski taşıyan köylüleri henüz herhangi bir şey yapmamış dememiş olsalar dahi polis gözaltına alabilecek. Ayrıca bu gözaltıların CMK 91. Maddesi'nde getirilen kayıt altına alma, yakınlarına bildirme, avukattan yararlanma vb. güvencelerden de yoksun tamamen polisin denetimsiz insafına bırakılmış bir gözaltı süreci söz konusu. Tüm bunları halen savcı kontrolünde ve avukat yardımı alabilme hakkı olan gözaltılarda yaşanan işkence ve kötü muamele pratikleriyle birlikte değerlendirmek gerekir. Polise tanınan keyfi gözaltıların işkence ve kötü muameleyi arttırma, gözaltında kayıplara yol açma riski açıktır.
Tasarıdaki değişikliklerden bir tanesi de il idaresi kanunundaki değişiklik. Bu ne anlama geliyor?
Getirilmek istenen değişikliklerin en önemlilerinden bir tanesi de 5442 sayılı İl İdaresi Kanununun 11. Maddesine yapılan değişikliktir. Buna göre bir yargı yetkisi olan ve dolayısıyla savcılara ait olan suç soruşturma yetkisi vali ve kaymakamlara devrediliyor, suçlayan da soruşturan da hükümetin atadığı vali ve kaymakamların ve onların görevlendirdiği kolluk görevlilerinin olduğu bir ülkeyi düşünebiliyor musunuz? Kişi özgürlüğü ve güvenliği, adil yargılanma vb hakların tümüyle askıya alındığı otoriter bir baskı rejimine geçiş. Aynı yasada yapılan bir diğer değişikle vali ve kaymakamlara toplumsal olaylarda tüm kamu kurumlarının (örneğin belediyelerin) araç ve eşyalarına el koyma yetkisi de getiriliyor, yani atanmışlar seçilmişlerin her şeyine hükmedecek el koyacak yetki ile donatılıyor.
Bu değişikliğin uygulamadaki etkisi nasıl olur?
Bu tasarıyı önceden yasalaşmış ve yasalaşmakta olan diğer tasarılarla birlikte değerlendirdiğimizde bizi nasıl bir kabusun beklediğini daha net anlayabiliriz. Bir yandan HSYK kanununda yapılan değişiklik ile HSYK'nın yapısı değiştirilerek iktidarın kontrolü arttırılırken diğer yandan tüm tutuklama, tutuklamalara itirazların değerlendirilmesi, internete erişimin yasaklanması vb önemli kararları verecek sulh ceza hakimliği değişikliği yapıldı. Böylece geniş yetkilerle donatılmış sulh ceza hakimliklerine iktidarın uygun gördüğü isimlerin atanması garanti altına alınarak, tüm ülkede muhaliflerin tutuklama tehdidiyle ve tutuklanarak kolaylıkla susturulabileceği, yönetenlerce uygun görülmeyen fikirlere, bilgilere internetten erişimin anında engellenebildiği yeni bir düzen yaratıldı. Diğer yandan da Yargıtay'ın yapısı değiştirilerek kritik davalara bakan daireler yeniden dizayn edildi. Tüm bu değişiklikler birlikte okunduğunda artık bireylerin temel hak ve özgürlüklerinden ve hukuk güvenliğinden söz etmek pek olanaklı görünmüyor ne yazık ki.
Yapılması planlanan değişikliklerin anayasal uyuşmazlıklarına gelirsek eğer...
Aslında getirilen tüm değişiklikler Anayasa'ya ve Anayasa 90. Madde gereği üstün iç hukuk normu niteliğindeki uluslar arası sözleşmelere de aykırı. Getirilen değişiklikler ifade, toplantı ve gösteri haklarını neredeyse kullanılamaz ölçüde sınırlandırmaktadır. Anayasa 34 maddesinde herkesin önceden izin almaksızın toplantı ve gösteri yapma özgürlüğü güvence altına alınmış iken uygulamada bildirim yükümlülüğü bir izin alma prosedürüne dönüştürülmüştür. Barışçıl gösterilere ve barışçıl olmayan gösterilerdeki barışçıl göstericilere müdahale edilmemesi, kişi ve grupların barışçıl gösteri hakkının engellenmemesi gerekirken polisin her türlü barışçıl gösteriyi engelleme ve yasaklama pratiği herkesçe malum. İşte getirilmek istenen yeni düzenleme, polisin bu yasa dışı tutumunu yasal hâle getirme ve her türlü gösteriyi engelleme niyeti olarak değerlendirilebilir.
Son olarak bu değişikliklerin aynen yürürlüğe girmesi hâlinde Türkiye vatandaşlarını kısaca neler bekliyor?
Eğer değişiklikler aynen yasalaşırsa, hükümetlerin onay vermediği hiçbir düşüncenin kolayca açıklanamayacağı, yönetenlerin kararlarına karşı sokağa çıkarak demokratik ve barışçıl biçimde itiraz edenlerin gözaltına alınma, işkence ve kötü muamele görme, öldürülme, kaybedilme, sağ kalırsa ağır cezalarla cezalandırılma riskiyle karşı karşıya kalacağı yeni bir düzene geçmiş olacağız. Bu düzenin adının demokrasi olmayacağı çok açık.