Barış akademisyenlerinin davaları dün görülmeye başlandı. Duruşmalarda Nisan ayına erteleme kararları çıktı. Marksist.org, dünkü eyleme katılan akademisyenlere görüşlerini sordu.
Dün görülmeye başlanan davalarda yargılanan 10 akademisyenden 8’i salonda hazır bulundu. Bir akademisyen yurtdışında görevli, diğeri ise raporlu olduğu için duruşmaya katılamadı. Bireysel açılan davalar ara verilmeden arka arkaya görülürken, avukatların derhal beraat, birleştirme ve yargılamanın 301. maddeye çevrilmesi talepleri kabul edilmedi. 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun 7/2 maddesinde yer alan “terör örgütü propagandası” ile suçlanan akademisyenler hakkında 7,5 yıl ceza talep ediliyor. Avukatların ek talep süresi istemeleri üzerine ilk 10 duruşma 12 Nisan 2018 tarihine ertelendi.
"Terör denildiği zaman bir etnik grubun akla getirilmesi ırkçılıktır"
Mahkeme çıkışına avukatlardan Arın Yeniaras bir açıklama yaparak salon kapasitesinin küçüklüğünü eleştirdi. Yeniaras, “Salon kapasitesi dolayısıyla çok az kişi aldı. Biz bununla ilgili suç duyurusunda bulunduk. Kamuoyunun hatta dünyanın bu kadar yakından takip ettiği bir davanın kapalı kapılar ardında alçak sesli kararlarla ve savunmalarla yürütülmesi değil yüksek sesli bir haklılıkla gerçekleşmeli” şeklinde konuştu.
Davanın ayrımcılığa karşı olan herkesin davası olarak benimsenmesi gerektiğini belirten Yeniaras, “Hak talebimiz yerindedir, hukukidir, insanidir. İddianamede yer alan olgular dayanaksız ve gerçek dışı ithamlardır. Esasa ilişkin savunmamızı bugün başlıklandırdık, detaylı olarak da sunacağız. ‘Terör örgütleri’ denildiği zaman bir etnik grubun akla gelmesi ya da getirilmek üzere bir iddianame hazırlanması hukuka aykırıdır. Ama çok dolaysız söylemek gerekirse ırkçılıktır” dedi.
"Barış talebinin önüne geçmek o kadar da kolay değil"
Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde araştırma görevlisi iken barış bildirisi imzacısı olduğu için ihraç edilen Canberk Gürer, eylem alanında gelişmeleri Marksist.org'a değerlendirdi:
"Bu süreç başlayalı uzunca bir vakit oldu aslında. Önce Ankara'da idari soruşturmalarla karşılaştık. Savcılık süreci işlemeye başlamıştı ki darbe girişimi oldu ve ardından OHAL KHK'larının özneleri durumuna döndük. Darbe girişimini engellemek ve sonrasında buna dair önlem almak maksadıyla çıkarıldığı söylenen OHAL, bir anda barış talebinin bastırılmasının ve ifade özgürlüğünün engellenmesinin aracına dönüştü. Bugün de bu kapsamda sergilenen bir oyunun zoraki oyuncuları olarak yerimizi almış durumdayız. Buradaki toplaşma, bu birliktelik bir yandan gösteriyor ki barışın sesini kısmak, barış talebinin önüne geçmek o kadar da kolay değil; bir yandan da gösteriyor ki barış talebinin sesine ses katmak, bu sesi güçlendirmek zorundayız. Arada bir yerde duruyoruz barış mücadelesinde.
Uzun sürecek bir davalar zinciri görülüyor önümüzde. Bu davalar zincirini en az bu kadar güçlü tutmak, hatta çok daha güçlendirerek izlemek gerekiyor. Çünkü toplu bir dava açılmadı, isimlere tek tek dava açılıyor. Bu bir yalnızlaştırma, az bırakma, güçsüz düşürme taktiği gibi duruyor. Biz de bu taktiğe yenilmeyeceğimizi, yargılanan tüm hocalarımızın yanında olacağımızı ve barış talebini dillendirmeye devam edeceğimizi açık bir şekilde haykırmak zorundayız."
"Dayanışmamız sürecek"
KHK ile ihraç edilen bir diğer akademisyen, DSİP üyesi Merve Diltemiz Mol ise şu ifadeleri kullandı:
"Davaların tek tek açılması her bir barış imzacısını yalnız bırakma hedefini güdüyor. Biz bugün pek çok şehirden buraya gelerek, bu amaca ulaşamayacaklarını göstermek istedik. Bildiriyi bahane eden ihraçların çok sayıda olduğu Ankara'dan 40'tan fazla kişi buraya geldik. Dava sürecini takip etmeye ve dayanışmamızı sürdürmeye devam edeceğiz."