Marksist.org, Onur Haftası dosyası kapsamında Deniz Deniz ile bir söyleşi gerçekleştirdi.
Savaşa, ırkçılığa ve her türlü ayrımcılığa karşı mücadele eden antikapitalist LGBTİ+ aktivist Deniz Deniz, hareketin bugünkü durumunu, diğer sosyal adalet mücadeleleriyle kurulan bağları, OHAL dönemindeki uygulamaları ve solun LGBTİ+ hareketinin mücadelesine bakışını anlattı.
Röportaj şöyleydi:
- Yakın dönemin ilk kuşak LGBTİ+ aktivistlerinden birisisin desek yanlış olmaz herhalde. İlk Onur yürüyüşünün yapıldığı 2000'li yılların başını, aradaki serüvenini düşününce hareketin bugün geldiği noktayı nasıl değerlendiriyorsun?
Bence tam olması gerektiği gibi. Çünkü artık bu sistem için, bu çark için bir tehlikeyiz ve ben de hep bunu arzuladım. Ezberlenmiş, öğretilmiş sistemsel şeyler için korku yaratmayı ve tehlikeli olmayı hep istedim. Şu anda da ne kadar korktuklarını görüyoruz. Bu artık ne kadar görünür olduğumuzu, ne kadar sözümüzün geçtiğini ve ne kadar bu sistem için tehlike olduğumuzu gösteriyor.
- Türkiye'deki LGBTİ+ hareketinin son 10-15 yıllık tarihinde başka mücadelelerle, eşitlik, adalet talep eden hareketlerle etkileşimi nasıl oldu sence?
Yurtdışından bazı etkileşimler vardı ama Türkiye çapında etkileşim çok azdı. Şu anda destek veren birçok örgütten geçmişte destek göremiyorduk. Bu destek giderek arttı fakat Gezi’den sonra görünür oldu. Daha fazla diğer örgütlerle içli dışlı olundu, çünkü o zamanda bir ortak mücadele yürütüldü. 2005’lerden sonra Onur yürüyüşlerinin kalabalıklaşması, daha çok görünür olmak, birçok noktada söz sahibi olmak diğer örgütlerin de ‘ya burda bir şey oluyor’ demesini sağladı. Ben 2003’teki ilk Onur Yürüyüşü yapıldığında, aynı zamanda 169 tane sivil toplum örgütünün koordinasyonunu da yapıyordum Irak’ta Savaşa Hayır Koordinasyonu’nda. Bu 169 tane örgüte Onur Haftası davetiyesi yolladım ve onlardan destek veren örgüt sayısı sadece ikiydi. Anarşistleri saymıyorum. Şimdi baktığımızda bu, çok daha fazla sayıya ulaşmış durumda. Diğer örgütlerle iş birliği yapılıyor, ortak paydalarda ortak işler yapılıyor. Bu da iyi bir şey. Beni daha çok ilgilendiren, geçtiğimiz sene yapılan Onur Haftası’nda mültecilerle ilgili bölümler vardı. Mülteci eşcinseller, mülteci translar da var. Bu bir dünya meselesi çünkü. Homofobi, transfobi ve birçok fobi dediğimiz şeyin sınırı yok. Bu dayanışmanın artması benim için çok önemli. Yurtdışından insanlarla konuşuyorum, burda şöyle bir problemimiz var, buna karşı ne yapabiliriz konusunda fikir alışverişi yapıyoruz. Başka ülkelerle böyle bir iş birliğimizin olması beni çok sevindiriyor.
- Son dönemde özellikle Avrupa'da hareketin ana akımlaşması, sisteme karşı politik söyleminin silikleştirilmesi bir tartışma konusu. Türkiye'de de belki "görünürlük" söylemiyle yürütülen tartışmalar bu bağlamda değerlendirilebilir. Ancak her şeye rağmen Türkiye'deki LGBTİ+ aktivizmi muhalif, politik söyleminin muhafaza etmeyi başarıyor, birçok Avrupa ülkesinden farklı olarak. Sen bu durumu neye bağlıyorsun, nasıl değerlendiriyorsun?
Bunların bir geçiş süreci olduğunu düşünüyorum. Avrupa’yı düşündüğümüz zaman bizim çok fazla ilgilendiğimiz, hayatımıza bedel olan şeylerle ilgilenmiyorlar. Hakları birçok ülkede alınmış durumda, giderek de artmaya devam ediyor. Benim en çok istediğim şey cinsel kimliğimin sıradanlaşması. Ben cinsel kimliğimle ilgili bir şeyle ilgilenmek istemem. Hayatımı “huzurlu” bir şekilde yaşamak isterim, gündelik sorunlarımla ilgilenmek isterim. Korkunç bir ülkede yaşıyoruz. Mini etek giydiği için bir kadın otobüste dayak yiyebiliyor ve bunu yapan kişi serbest bırakılabiliyor. Baktığımız zaman dünyanın her yerinde homofobi, cinsiyetçilik var ama bizi bu anlamda koruyan bir şey yok. Avrupa’nın bizden farkı biraz da bu, onları koruyacak yasalar var. O ülkelerde birine “ibne” demek suç sayılıp dava açılabiliyor. Bizim geçtiğimiz Onur Yürüyüşü’nde uğramadığımız şiddet kalmadı ve bunun üzerine açılan davada hiçbir sonuç alamadık. Maalesef ki ilgilendiğimiz şeyler ve bu anlamda mücadele ettiğimiz şeyler çok fazla. Ben fazla olmasını istemiyorum. Her yıl yapılan Pride’da gayet güzel güzel yürüyorduk, hiçbir sorun yaşamadan. Şimdi Pride yasaklandı. O yasakçı zihniyet, bunun dinle gelmesi, devlet ile gelmesi, toplumla gelmesi, aile ile gelmesi, bizim ilgilenecek alanımızı çok fazla artırıyor. Devletin baskısından çıkıyorsun aile baskısı, aile baskısından çıkıyorsun okul baskısı, iş baskısı. Birçok trans arkadaşım bana iş başvurusunda bulundu. Çünkü translar çalıştırılmıyorlar. Devlet bize vururken dini de çok fazla kullanıyor.
- Onur Yürüyüşü özellikle Gezi'den sonra adeta zirve noktasına ulaştı ama son iki yılın politik iklimi kuşkusuz LGBTİ+ hareketini de es geçmedi. Bu iklimin etkisi nasıl oldu?
Gezi sürecinde LGBTİ+ hareketi çok fazla mücadele verdi, dolayısıyla bunun yankısı da büyük oldu. Gezi sonrasında birçok insanın onur yürüyüşüne katılması fobilerinden kurtulduklarını, eşcinsellere bakış açılarının değiştiğini göstermiyor. Bir heyecandı o ve o heyecanın içinde olmak istediler. 30 kişiyle onur yürüyüşlerini başlatan biri olarak o kalabalığı görmek çok güzel ama o kalabalık “bu kadar olduk, bu mevzu çözüldü” meselesi değil. Bizim bu anlamdaki mücadelemiz hâlâ devam ediyor. Saldırı olduğunda bir sonraki yıl, Gezi döneminden hâlâ bu mücadelenin içinde olan birçok insan polislere direnirken cinsiyetçi, homofobik küfürler etmeye devam ediyorlardı. Dolayısıyla biz o Pride günü bir taraftan gazlanırken bir taraftan da insanlara “hayır, öyle küfür etmiyoruz”u anlatmaya devam ediyorduk. Çok yakın olduğumuz insanlara, en yakın olduğumuz yerde bile bir şeyler anlatmaya devam ediyoruz, mücadele böyle bir şey.
Son iki yılda içinde geçtiğimiz politik dönemin bir şeyi pek fazla değiştirdiğini düşünmüyorum. Bu hareket hayatta olabilecek her şeyi gördüğü için, aslında yaşanan her şeyde yoluna devam etti. Tabii ki her şeyden biz de olumsuz etkileniyoruz, OHAL vs. Yargıda bir sürü süreç işlemez oldu. Birçok şey bizim de enerjimizi çalıyor, birçok şey üretecekken üretemememize neden oluyor.
- 8 Mart gece yürüyüşleri ve onur yürüyüşleri her yıl öfkenin, coşkunun parladığı kitlesel eylemlerine hâline geldi. Ancak bu kitlesellik gündelik mücadeleye aynı şekilde kanalize olamıyor sanki. Ertesi güne neden bir şey kalmıyor?
Bence bu 8 Mart kadın yürüyüşüne katılan kadınların ya da onur yürüyüşüne katılan LGBTİ+ hareketinin düşüneceği bir şey değil. Çünkü 8 Mart yürüyüşüne katılan kadınlar, ertesi gün kadın olarak mücadeleye devam ediyorlar, Onur Yürüyüşü’ne katılan LGBTİ+ler de ertesi gün mücadeleye devam ediyor. Ben 8 Mart’a politik olarak katılmıyorum ama ertesi günü kadın mücadelesiyle ya da LGBTİ+ hakları mücadelesiyle ilgileniyorum. Bu bence LGBTİ+ olmayan ve kadın olmayan kişilere sorulması gereken bir soru. Onur Yürüyüşü’ne katıldınız ama ertesi günü fobinizi ne kadar yendiniz? Ya da “8 Mart’ı destekleyen paylaşımlar yaptınız ama ertesi gün bir erkek olarak neler yaptınız?”
Burada biraz da korku faktörünü düşünmemiz gerekiyor. Hrant Dink davalarından da biliyoruz bunu, mahkeme önlerinde 15 kişi olduğumuzu da biliyorum ben. Ama Hrant öldüğünde tarihte gördüğüm en kalabalık yürüyüş gerçekleşti. Azınlığın içinde görünmek istemiyorlar, kalabalık insanlara cesaret veriyor. Kalabalığın içinde daha korkusuz olabiliyorlar. Korkulacak çok şey de var, bunun için insanlara bir şey diyemem. Onur Yürüyüşü için bile korkan birçok insan var. Devletin yapacağı şey dışında, dışarıdan gelecek saldırılardan, patlamalardan korkuyor insanlar. Bu insanların kaygısını anlayabiliyorum. Ertesi güne daha az insan kalıyor olması bir gösterge değil benim için. Ermeni Soykırımı anmalarına gittiğimde ya da başka birçok eyleme gittiğimde maalesef o çemberin küçüldüğünü görüyorum. Bunun geçici bir süreç olduğunu düşünüyorum. İnsanların bu korkuyu, bu kaygıyı yeneceğini düşünüyorum. Hep böyle gidemez.
- Genel olarak sol nasıl bir imtihan veriyor sence LGBTİ+ mücadelesinde?
Bu soruların yanıtlarını tamamen LGBTİ+ hareketi açısından düşünüp yorumluyorum ve öyle cevap veriyorum. Birçok anlamda ilerleme görüyorum solda. Aslında LGBTİ+ hareketiyle beraber kendi iç özeleştirilerini de verdiklerini gözlemliyorum. Bu hem benim için hem de hareket açısından iyi bir şey. Katı solcu geçmişten gelen biri olarak, bu değişim bireysel anlamda da bana iyi geliyor. Hiç konuşulmadığı, konusunun açılmadı yerde şimdi insanlar bununla ilgili atölyeler yapıyorlar, konuşmacı çağırıyorlar LGBTİ+ hareketinden. Sol, homofobiyle, cinsiyetçilikle, transfobiyle ilgili özeleştirisini vermeli. Bu meseleye daha çok önem verildiğini görüyorum. Bu yeterli mi? Tabii ki değil ama hayatta hiçbir şey yeterli değil. Bu anlamda ilerlemenin bir sınırı yok. Ben de eşcinsel biri olarak her gün yeni bir şey öğreniyorum. Bu anlamda kendimi geliştirmemin bir sınırı yok.
Röportaj: Berkay Bağcı & Meltem Oral