16 Nisan referandumunun ardından toplumun ikiye bölündüğü bir siyasi iklim içindeyiz.
Hükümet elindeki tüm olanaklara rağmen istediği sonucu, “anlamlı evet” sonucunu alamadı. “Kılpayı bir evet” çıktı. Eşitsizliğin kökleşmesi anlamına gelen OHAL koşullarında girilen referandum yarışından her şeye rağmen moralle çıkan “Hayır” diyenler oldu.
Peki şimdi hangi adımları atmak gerekir? Muhalefet nasıl bir araya gelecek? Bir araya gelebilir mi? 2019’a mı hazırlanmak lazım, yoksa yakıcı mücadele başlıklarına mı odaklanmak lazım?
Sosyalist İşçi gazetesi sayfalarını bundan sonraki birçok sayısında bu tartışmaya ayıracak. Gazetenin son sayısında aktivistlere sorulan bu soru karşısında alınan yanıtlar şöyleydi:
“Unutmamak gerekir ki biz milyonlarız”
Norayr Olgar (Nor Zartonk) : 16 Nisan referandumunu değerlendirirken tabii ki biraz da öncesindeki atmosferden bahsetmek lazım. Öncelikle OHAL koşullarında zor bir “Hayır” kampanyası yürüttük, yerellerde bunu büyük bir inatla örmeye çalıştık. Devletin ve “Evet” kampanyasının ana taşıyıcısı olan AKP’nin etrafında yuvalanan diğer yerli ve milli grupların tehditlerine rağmen sokak sokak, mahalle mahalle belki gür bir sesle değil ama büyük bir kararlılıkla başta özgürlük ve demokrasi için bir “Hayır” kampanyası yürütüldü.
Diğer yandan medyada çeşitli kısıtlamalarla nerdeyse tüm televizyonlar “Evet” kampanyası yürüttü ve öncesinde kapatılan muhalif televizyon, radyo dernek ve sivil toplum kuruluşlarıyla birlikte planlı bir şekilde “Hayır”ın sesi boğulmaya çalışıldı.
Bunlara rağmen AKP’ni yüksek oy aldığı kalesi olan yerlerde ciddi kopuşlar oldu. İstanbul, İzmir ve Ankara gibi büyük şehirlerde büyük bir itirazın sesi yükseldi. İki senedir Kürt illerinde süren çatışmalara ve yaşanan yıkıma karşı Kürt halkı iradesini bırakmadı, yıkımın, tutuklu vekillerinin ve eşbaşkanlarının hesabını iktidarın deyimiyle “sandıkta sordu”.
Neticede mühürsüz pusulalar, karartılan sonuçlar ve manipülasyonlar sonucunda ite kaka sandıklardan “Evet” çıkardılar. Ama bu teknik olarak 2019’a kadar sıkıntılı bir süreç geçireceğimizi gösteren bir gösterge olsa da siyasi olarak iktidar tarafından kazanılmış mutlak bir başarı değil.
Bu halk oylamasından halk ne çıkardı?
İktidarın her seferinde kullandığı kutuplaştırma politikası tüm çabalarına rağmen halk nezdinde istediği kadar pay bulamadı.
MHP ve diğer karanlık milliyetçi gruplarla kurmaya çalıştıkları cephe yerle bir oldu.
“Ben bu halkın önüne ne koysam yerler” hegemonyasına hem parti içerisinden hem de farklı muhafazakâr kesimlerden ‘bir dur’ denildi.
Önümüzdeki süreçte belki her şey daha zor olacak ama toplumda demokrasiye, özgürlüğe ve barışa hasret insanları tutuklasalar da televizyonunu kapatsalar da gazetelerini yasaklasalar da, yerlerde sürükleseler de teslim alamayacaklarını gördüler.
Daha 15 gün önce 1 Mayıs’ta demokratik kitle örgütlerinin ve işçilerin talepleri bu baskı koşullarına rağmen yüksek bir sesle çıktı. Şişecam’daki grevler ve KHK’lerle işten atılan binlerce memur ve akademisyen var. Şu anda 178 gündür Ankara’da süren iki öğretim görevlisi arkadaşın direnişi ve açlık grevine halkın desteği yoğun. Bu süreçte bize düşen; hem diğer halklarla dayanışıp barış için harekete geçmek hem de binlerce mağdur, hak arayan işçinin, emekçinin, eğitmenin yanında durup birlikte kitlesel bir muhalefeti inşa etmek.
Unutmamak gerekir ki biz milyonlarız ve haklı olduğumuz hepimiz için arzuladığımız barış, demokrasi ve özgürlük talebimizin arkasında daha kalabalık daha kararlı durmalıyız.
“Demokratik perspektifi tüm insanlara sunabilmeliyiz”
Ömer Faruk Gergerlioğlu (İnsan hakları aktivisti): Referandum sürecinde “Hayır” için çok uğraştık ve aslında demokrasi için olması gereken de buydu. Kıl payı bir “Evet” çıktı veya “Hayır” çıktı ancak “Evet”e tahvil ettiler, tam olarak bilemiyoruz şu anda. Aslında bunun gibi çok zorlama bir teklifin %80 oranında reddedilmesi gerekirdi. Erdoğan’ın popülaritesi, medya imkânları ve daha birçok imkânın zorlanmasıyla %51 “Evet” çıkması bizim açımızdan sevinilecek bir durumdur. Ancak bu sonuç demokrasi bilinci açısından çok iyi bir durumda olmadığımızı da gösteriyor. Çünkü bu denli inanılmaz kötü bir teklife sadece birtakım sloganlar ve bir kişinin popülaritesiyle “Evet” demek, bu Türkiye demokrasisi açısından çok iyi bir sonuç değildir. Bu sonuç bizim demokrasi bilinci adına çok daha fazla iş yapmamız gerektiğini gösteriyor.
Ben şuna takılmıyorum “Kıl payıyla “Hayır” çıksa ne olacaktı? O sonuçla bir zafer mi kazanmış olacaktık? Bütün sorunlar bitmiş mi olacaktı?” Hayır. Aynı problemler o durumda da devam edecekti. Bu sebepten güncel olaylardan ziyade bu temel eksikliğimizi tespit etmemiz lazım. Türkiye’de sen-ben kavgası, kutuplaşma problemini aşarak hepimiz için, sadece şu kesim bu kesim demiyorum yerine göre hepimiz yanlışlıkla da olsa antidemokratik bir tutum takınabiliyoruz, çok ciddi bir demokrasi bilincine ihtiyacımız var aslında. Bu konuda çok önemli eksiklikler var. Önümüzde 2019 genel seçimleri ve cumhurbaşkanlığı seçimleri var. Buna yönelik projeksiyonlar oluşturmalıyız.
“Hayır bloku”nu bir bütün olarak görmemek lazım. Bu yüzden “Hayır bloku”nu düşünürken gereksiz bir ümide kapılmak anlamlı değil. Burada önemli olan demokratik bir perspektifi tüm insanlara sunabilmek. Mesele “Hayır”ın “Evet”i yenmesi olarak algılanırsa biz yine kaybederiz. “Evet”in içinde de gerçekten demokrasi arayışında olan çok insan var. Onları birer rakip olarak görmekten ziyade olayı bu kısır döngüden çıkararak bir demokrasi paydası oluşturabilmemiz lazım. Bu meseleyi Erdoğan karşıtı ve Erdoğan yanlısı olmaktan çıkarırsak kurtulabileceğiz.
“Hayır cephesi” bugünkü anlayışıyla devam ederse 2019’da da Erdoğan başkan olur. Olayı Erdoğan ekseninden çıkararak hepimizin kazanacağı bir yere getirmemiz lazım. Bunun için de tansiyonun düşmesi ve konuşabilmemiz lazım.
“Tek başına 'Hayır' birleştirici olamaz”
Merve Diltemiz Mol ('Hayır Gitmiyoruz' aktivisti): Benim referandum öncesindeki ve sonrasındaki mücadele eksenim aynı. “Evet”çi ve “Hayır”cı olarak ayrılmamamız gerek. Bunun için farklı farklı alanlarda bir araya gelebileceğimiz zeminler aramalıyız. Hem insanların bir araya geleceği hem de bütün farklılıkların sesinin duyulabileceği bir şey olması önemli bence. Bunun için de sürekli bir tartışma olması gerektiğini düşünüyorum. “Hayır”ın bu denli yüksek çıkması tabanda da bir rahatsızlık olduğunu gösteriyor. “Hayır” çıkınca tabi ki ben de kendimi çok iyi hissetmedim. Ancak sonuçlar bize kazanabilmenin mümkün olduğunu gösteriyor. “Evet” çıkmış olmasıyla bir an düşebiliriz ama daha sonra dönüp baktığımızda, bu sonuçlar devam edebilecek gücü bulabileceğimizi gösteriyor.
Bu dönemin bir de şöyle bir avantajı var bence: her şeyin çok kötü gidiyor olması insanlarda sıranın kendilerine gelebileceği ya da artık kaybedilecek bir şey olmadığı hissine sebep oluyor. Bu aynı zamanda mücadeleyi yükselten bir şey olduğu için bence önemli. Bu durum ileride bir şeylerin daha iyi olabileceğine dair bir inanç duymamı sağlıyor.
Tek başına “Hayır” üzerinden birleşmenin mümkün olamayacağını düşünüyorum. Bunun sebebi de “Hayır cephesi”nin ırkçılığı içinde barındıran bir cephe olmuş olması.
Kadınlar için de bu zorlu süreçler her zaman daha yıpratıcı oluyor. Tek bir kadınlık tecrübesi yok. Mesela Barış için Akademisyenler arasında medeni hali farklı olan, farklı cinsel yönelimleri olan, çocuklu veya çocuksuz birçok kadın var ve süreci birbirlerinden farklı şekilde tecrübe ediyorlar. İşinden atılmış bir kadın olarak bu süreçte bir sürü farklı kadınlık deneyimi olduğunu gördüm. Kadınların içinde bulundukları bu yıpranmışlık hali farklı kesimlerden kadınların bir araya gelmesinin önünü açıyor. Bu da farklı deneyimlerin konuşulmasını ve bir dayanışmanın mümkün olmasına olanak sağlıyor. “Hayır” bunu doğrudan sağlayan bir şey değil.