Avrupa'nın yükselen duvarlarına mütecavizi bir “katkı”: Geri kabul anlaşması

22.10.2015 - 11:35
Haberi paylaş

AB ve Türkiye arasında 2011 yılında müzakereleri tamamlanan "Geri Kabul Anlaşması", “Adalet, Özgürlük, Güvenlik” başlıklı 24. faslın bir gereği olarak 16 Aralık 2013 günü Ankara’da imzalanmıştı ama Almanya Başbakanı Merkel’in ziyareti ile birlikte tekrar gündeme geldi.

Avrupa Birliği'yle akdedilen bu Geri Kabul Anlaşması neyi düzenliyor? Bu antlaşma, hem Türkiye hem de Avrupa Birliği ülkeleri açısından kendi vatandaşları, üçüncü ülke vatandaşları ve vatansızlara ilişkin olarak geri kabul yükümlülükleri, geri kabule ilişkin usulleri, transit geçiş hükümleri ve masraflar gibi hususları düzenleyen 25 maddeden müteşekkil bir antlaşmadır.

2016'da bütün unsurlarıyla yürürlüğe girdiğinde, Türkiye, kendi üzerinden AB’ye düzensiz yollarla ulaşan mültecileri ve normal yollarla ulaşıp daha sonra “düzensiz” duruma düşen mültecileri geri kabul etmekle yükümlü olacaktır.

Uluslararası hukuka göre devletlerin sadece kendi vatandaşlarını "geri kabul etme" sorumluluğu bulunduğundan, AB’ye doğru artarak devam eden insan göçünde önemli bir köprü konumundaki Türkiye ile yapılacak olan bu anlaşmanın önemi daha da artmaktadır.

Anlaşma ayrıca, AB ülkesi topraklarının 20 km içine kadar sınır bölgelerinde yakalanacak düzensiz göçmenlerin “hızlandırılmış bir usulle” daha az bürokrasi ve daha çabuk şekilde Türkiye’ye iadesine imkân verebilecektir. Türkiye’den Avrupa’ya geçiş yolunda mülteciler konusunda pek de iyi sicili olmayan Yunanistan ve Bulgaristan’ın olduğu düşünüldüğünde, bu anlaşmayla kaybedenin yine göçmenler olduğu görülüyor. Çünkü Yunanistan ve Bulgaristan, göçmenlere yönelik ırkçılık, ayrımcılık ve insanlık dışı davranışlar yüzünden Avrupa Konseyi İnsan Hakları raporlarında defalarca uyarılmıştır. 

Mülteciler aleyhine maddeler içeren ve Türkiye’ye ciddi sorumluluklar yükleyen bu anlaşmanın, milyonlarca mültecinin geleceği Suriye mülteci akınından hemen önce, bu kadar uzun müzakere sürecine rağmen (2004-2011) kamuoyunda ve sivil toplum kuruluşları nezdinde yeterince tartışılmadan ve Mülteci Hakları Koordinasyonunun uyarıları dikkate alınmadan kabul edilmiş olunduğu ortadadır.¹

Tartışılan boyutları ise sadece anlaşmanın Türkiye’ye yüklediği sorumluluklar, vize muafiyeti ve AB üyeliğine etkileri konularından ibaret kaldı. Hatta anlaşma, AKP hükümeti tarafından kamuoyuna “Avrupa’ya artık vizesiz giriyoruz”  şeklinde aktarıldı. Mülteci haklarına getirdiği kısıtlamalar hiç tartışılmadı bile.

İnsan hakları ve mülteciler açısından baktığımızda ise Türkiye, Geri Kabul Anlaşması ile insani olarak çok tartışmalı bir politika izleyen AB’yi ve onun oldukça korumacı uygulamalarını, "Yükselen Avrupa duvarlarını" tahkim ediyor ve aynı zamanda duvarları kendi sınırlarına taşımayı taahhüt ediyor.

Mesela önce Antep, sonra Nusaybin ve Reyhanlı’da yükselen duvarlar ve Suriye sınırı boyunca kazılan hendeklerin hepsi, bu söz konusu sürecin birer yansımasıdır.

AB, mülteci akını öncesi bu krizin sonuçlarını öteleyebilmek için köprü ülke olan Türkiye’yi böyle ağır sorumluluklar taşıyan bir anlaşmaya razı edebilmek ve anlaşmayı cazip hâle getirmek için “vize muafiyeti” ve maddi yardım vaat etmiştir.

Ancak vize muafiyeti;

  • Geri kabul anlaşmasının etkin bir şekilde uygulanması

  • Göç hareketlerinin önlenmesi konusunda etkili tedbirler alınması

  • Üçüncü ülkelerle vize politikasını AB vize politikasına uyumlu hâle getirmesi şartlarına bağlanmıştır.

AB’nin bu müzakereler sırasında, Cenevre Sözleşmesi'ne konulan coğrafya şerhinin kaldırılması teklifi de AB’ye tam üyelik şartı öne sürülerek Türkiye tarafından reddedilmiştir.

Son 20 yılda Avrupa’nın duvarlarının her geçen gün yükseldiğini görüyoruz. Bu duvarlar, bazen bu tip geri kabul anlaşmaları olarak görünürken, bazen de Yunanistan’ın yaşadığı ekonomik krize rağmen Meriç kıyısına çektiği aşılmaz 10,6 km uzunluğundaki Evros duvarı ve ayrıca nehre paralel olarak açtığı su kanalı olarak somutlaşmaktadır.

AB, bir yandan İsrail’in Batı Şeria’yı ikiye bölen utanç duvarına karşı çıkarken ve İsrail’i insan haklarına aykırı davranmakla suçlarken, öte yandan Yunanistan’a duvar örme ruhsatı vererek kendi değerleriyle çelişmektedir.

2015 yılına kadar Suriye mülteci akınından fazla etkilenmeyen AB’nin yükselen bu duvarlarını, mülteciler lehine oluşan kamuoyu baskısının yıktığını görmekteyiz. Mültecilerin geçtiği yollar üzerinde halkın mültecilere yardımları ve futbol tribünlerine kadar ulaşan bu olumlu destek, bu tip engelleyici politikalarla nasıl mücadele edileceğini, ırkçı devletleri nasıl yeneceğimizi hepimize bir kez daha göstermiştir.

Geçen ay İstanbul ve Edirne otogarlarında “Sadece geçmek istiyoruz” (Crossing no more-  -أكثر, لا  عابرون-) sloganları eşliğinde mültecilerin yapmış olduğu eylemler, maalesef benzer şekilde destek bulamadığından birkaç gün içinde polis zoruyla bastırılmış, mülteciler dağıtılarak konu gündemden düşürülmüştür. Kırklareli’de bulunan göçmenler ise yine polis nezaretinde Erzurum’da bulunan kampa kadar sürülmüşlerdir.

Böylelikle maalesef mültecilere tekrar "Ege ölüm yolunu" tek çıkış yolu olarak göstermiş olduk.

Ve unutmayalım ki mülteciler, gitmekten başka çareleri kalmadığı için Avrupa'ya gidiyorlar. Türkiye'de oturma ve çalışma hakkı gibi en temel mültecilik hakları tanınmadığı, koşulları giderek kötüleştiği ve geri dönüş umutları kalmadığı için yeni bir yaşam kurma umuduyla Avrupa'ya gidiyorlar. Hatta gitmelerinin bir sebebi de Geri Kabul Anlaşması'nın uygulanma tarihinin yaklaşmasıdır denebilir.

Esenler Otogarı'ndaki eylemin dağıtılmasından sonra İstiklal Caddesi üzerinde bulunan Saint Antoine Kilisesi önünde basın açıklaması yapan Kinane El Kahalaf isimli mülteci kardeşimizin dediği gibi “Suriye’de Esad rejiminin cezaevlerine girmemek için kaçan insanlara Türkiye’de cezaevi koşullarına yakın mülteci kampı seçeneğinden başka seçenek sunmadığımız” için ölüm teknelerine biniyorlar.²

Son olarak diyoruz ki:

“Mülteciler kardeşimizdir.

Türkiye’de insanca yaşamaları için tüm mültecilik, sivil ve toplumsal hakları tanınmalıdır. Sağlıklı ve güvenli bir ortamda yaşamaları için gerekli adımlar acilen atılmalıdır...

AB mültecilere sınırları açmalı ve güvenli-yasal sığınma ve göç haklarını acilen tanımalıdır...

Dünya 3 milyar Euro’dan, vizesiz seyahatler ve insanlık dışı mülteci kamplarından daha büyüktür. 

Üç yaşındaki çocukların cansız bedenleri üzerine kurulacak bir dünya bizim dünyamız olamaz.

Mültecilerle dayanışmamız sadece insani bir görev değil aynı zamanda yeni baştan kuracağımız bir dünyanın da mücadelesidir.

Irkçılığa, milliyetçiliğe, emperyalizme, bir avuç zenginin milyarlarca insanın canından-terinden beslendiği düzene ve mülteci çocukların artık haberlerde bile verilmeyen ölümlerine karşı enternasyonalist bir mücadeledir bu...”³

Hasan Fehmi Özer

@oozerr/Twitter

1- Mülteci Hakları Koordinasyonu'nun Geri Kabul Anlaşması'na dair tutum belgesi

2- Kinane El Kahalaf'ın Kilise önündeki ropörtajın linki : https://vimeo.com/140253187

3- Mehmet Uludağ’ın “Türkiye-Avrupa Birliği mülteci pazarlığı” adlı yazısı

Bültene kayıt ol