Filistin'e Özgürlük Platformu, Gazze'de süren soykırımın birinci yıldönümünde İsrail Konsolosluğuna yürüdü.
Levent Metro çıkışında buluşan eylemciler, sloganlar ve Filistin bayrakları ile işgal devletini teşhir etti.
Yürüyüş sonunda okunan açıklamanın tam metni:
"Bir yıl hem acı ve yıkım dolu hem de ilham verici bir direniş dönemi oldu.
Bu bir yılda 76 yıldır Filistin’de gerçekten nelerin yaşandığını bir kez daha gördük. Bir süredir İsrail’in bir işgal devleti olarak soykırıma odaklanmış korsan bir yapılanma olduğunu unutulmuştu. Siyonist propaganda hegemonya kurmuş ve iki devletli çözümün bir çözüm olduğunu ve buna da Filistin’de direniş örgütlerinin karşı çıktığını hakim bir fikir haline getirmişti.
Oysa, biz yıllardır Filistin’le dayanışma örgütleyenler biliyoruz ki İsrail söz konusu olduğunda giriş cümlesi, bu devletin soykırımcı bir işgal devleti olduğu olmalıdır. Bu gerçek bir daha asla unutulmamalıdır.
İsrail’in emperyalist ülkeler tarafından desteklenen yerleşimci sömürgeci mantığı son bir yılın her bir ayında, gününde ve saatinde daha da görünür hale geldi.
The Independent gazetesi bugüne, 7 Ekim' özel bir manşet attı ve şöyle yazdı:
1 sene içinde:
41.870 insan öldürüldü
Ölenlerin 11 binden fazlası çocuk, 6 binden fazlası kadın
36 hastaneden 31'i hasarlı
70 bini ev, 164 bin bina yıkıldı
Tıbbi müdahale gereken hasta 12 bin
Rejimin apartheidçi karakteri konusundaki netliğimiz Filistin halkını imha eden terör politikalarına karşı tam bir yıldır aralıksız ses çıkartmamızı da sağladı. İsrail 1948'den bu yana etnik temizlik, sürgün ve cinayet yoluyla apartheid politikaları uyguluyor ve emperyalizmin bölgedeki uç karakolu gibi çalıştı. Son bir yıldır bu şiddeti yoğunlaştırmış durumda.
Son bir yılda Nakba sürecini ve emperyalist ülkelerin hem Nakba sürecine verdikleri desteği hem de son bir yılda soykırım sürecine verdikleri desteği görmezden gelenlere de ses çıkarttık. Gazze’de nelerin olduğunu ısrarla anlatmaya çalıştık. Filistin direniş örgütleri sadece İsrail’le mücadele etmiyor. Çelişki içindeki emperyalist dev güçlerle de mücadele halindeler.
Nakba, “Filistinlilerin şiddet kullanılarak yerlerinden edilmeleri, mülksüzleştirilmeleri ve toplumlarının, Filistin kültürünün, kimliklerinin, siyasi haklarının ve ulusal isteklerinin yok edilmesidir.” şekline tanımlıyor. Nakba, ısrarla altını çizmek zorundayız ki Filistin’in Filistinsizleştirilmesi sürecinin adıdır.
İsrail devleti Nakba’yı bir ara politika, bir geçiş tedbiri olarak uygulamıyor. İsrail devleti soykırım yapmak için kurulmuş bir devlet. Bu bir yılın tüm dünyaya gösterdiği bu. Tarık Ali’nin kısa süre önce verdiği bir röportajda “İngiltere ve ABD'deki Filistin hareketinin şaşırtıcı, çok olumlu ve gelecek için cesaret verici olduğunu düşünüyorum. Yeni nesil, İsrail'in ABD desteğiyle Filistin'e saldırı başlattığını anlıyor. İsrail'in ne olduğunu görüyorlar.” derken altını çizdiği bir nokta bu aslında.
İsrail öyle büyük, şımarık ve cezalandırılmayacağından emin bir vahşet uyguluyor ki işgal devletinin doğası herkes açısından görünür oluyor. Siyonizm’in en aşırı savunucuları dışında kaşan herkes bu gerçeği kavramış durumda.
Bu gerçeğin farkına varılması süreci dünyanın her yerinde eylemleri başlatıyor, büyütüyor ve kararlı bir hake getiriyor. Stadyumlar, konser salonları, meclis binaları, kent meydanları, limanlar, kampüsler her yer Gazze için sesini yükselten milyonlarca insanın eylemlerine tanıklık ediyor. En başta Filistin halkının direnişi, ardından tüm dünyada büyüyen eylemler İsrail’in korsan, soykırımcı niteliğini gözler önüne serdi. Hem Uluslararası Adalet Divanı hem de Uluslararası Ceza Mahkemesi soykırım ve savaş suçları konusunda bu devleti ve yöneticilerini damgalamış durumda. İkili direniş adını verebileceğimiz mücadele Filistin ve bölgedeki intifada ile küresel intifadanın birlikte varlığı İsrail’in en büyük baş belası olarak görülebilir.
Unutmamak gerekir ki “İsrail ABD için hem bir varlık hem de bir yükümlülüktür.” ABD’nin her yönden desteği olmaksızın İsrail’in pervasız cinayetlerini sürdürmesi mümkün değildir. Ama ABD İsrail’i aynı zamanda küresel emperyal gerginlik içinde değerlendirebileceği bir etken olarak da görüyor.
Bu yüzden soykırımcı işgalin birinci yılında çok net söyleyebiliriz ki bir tarafta İsrail ve suç ortakları, işbirlikçileri varken diğer tarafta Filistin halkı ve onunla dayanışmayı her alanda özgürlük mücadelesinin başat öğesi olarak görenler var.
Bu aynı zamanda Türkiye’de Gazze için örgütlediğimiz mücadelenin de altını çizmek anlamına geliyor. Yaklaşık 10 ay önce, Filistin’e Özgürlük Platformu olarak ilk eylemimizde şu gerçekleri vurgulamıştık:
“İsrail askeri yetkilileri 10 bin kez saldırı gerçekleştirdiklerini hiç utanmadan açıklayabiliyor. Dile kolay, dünyanın en ağır baskısının uygulandığı açık hava hapishanesi olan Gazze on bin kez bombalandı. Binlerce patlama, ölüm, yaralanma, yıkılan binalar, ölen canlılar, yok olan ekosistem, bir bölgenin topyekun yaşanamaz hale getirilmesi, bölgede yaşayanların yok edilmesi, sürülmesi, evsiz bırakılması, biz burada, şu anda bu basın açıklamasını yaparken süregiden dehşet sahneleri… Bu yüzden, tüm dünyada, İsrail bir soykırım yapmakla suçlanıyor. Bizler, İsrail’in hemen durdurulması için tek bir saniye bile kaybetmeden harekete geçilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Tüm yurttaşları, sivil toplum kuruluşlarını, sendikaları, barışı savunanları, savaşlara, işgallere ve ırkçılığa karşı olanları, İsrail’in ABD destekli savaş suçlarıyla dolu işgaline karşı, Filistin’in özgürlüğü için birlikte, yan yana ses çıkartmaya çağırıyoruz.”
Bu çağrımızı yeniden tekrarlıyoruz.
Ama bir başka çağrıyı daha büyütmek zorundayız. Bu da Türkiye’de iktidara yönelmek zorunda. Bir yandan Filistin’den yanaymış gibi görünüp aynı zamanda İsrail’le ikili anlaşmaların sürdürülmesi kabul edilemez.
Ticareti kestik diyorsunuz ama inanmıyoruz. Ticareti gerçekten kesin.
Socar’on petrolü Türkiye üzerinden İsrail’e aktarılıyor. İsrail bu petrolü Gazze’yi, Lübnan’ı, Suriye’yi bo0mbalamak için kullanıyor.
Socar’ı kapatın! Bu kanlı paraya ihtiyaç yok! Yöneticilerini deport edin.
Basın açıklamamızı bitirmeden önce bir yıldır ısrarla söylediğimiz bir noktayı bir kez daha tekrarlamak istiyoruz. Biz hem Siyonistlerin ırkçılığına hem de antisemitizme hiçbir şekilde taviz veremeyiz. Birisi Filistin halkına karşı işlenen soykırım suçuna taviz vermektir diğeri ise Türkiye’de ırkçılığa karşı taviz vermek demektir.
İsrail sadece korsan bir devlet değil aynı zamanda bir terör yapılanması olduğunu da özellikle son üç haftada uyguladığı savaş yöntemleriyle gösterdi.
Önce Hamas lideri Haniye’ye suikast düzenledi.
Ardından çağrı cihazlarına ve telsizlere yolladığı sinyallerle bninlerce kişiyi yaraladı, onlarca insan öldü. Ağır yaralılar var.
Günlerce Lübnan’ı bombaladı ve en sonunda Hizbullah lideri Hasan Nasrallah’ı 12 savaş uçağıyla 85 ton bomba atarak katletti. Suikastlerine, beyrut’u bombalamaya ara vermiyor İsrail.
İsrail soykırım suçu işleyen bir terör devletidir.
Bu yüzden bu devlete yönelik her tepkinin asli sorumlusu bu işgal devletinin kendi saldırganlığı, sömürgeciliği ve acımasızlığıdır.
Bizler Lübnan halkının yanındayız.
Bizler Filistin halkının yanındayız. Onun ilham veren direnişinin yanındayız. Siyonizm’le tüm gücümüzle mücadele etmeye devam edeceğiz. Öldürülen on binlerce Filistinliyi unutmayacağız. Keskin nişancılar tarafından katledilen Ayşenur Ezgi Eyli’yi unutmayacağız.
Soykırımcılarda hesap soracağız ve “Nehirden denize özgür Filistin” demeye devam edeceğiz. Filistin halkı özgür olana dek mücadeleye ara vermek yok!
İntifada kazanacak,
Lübnan’ın hesabı sorulacak,
Gazze-DİRENİYOR/Lübnan direniyor/Filistin direniyor/Direnen halklar kazanacak,
Irkçılığa geçit vermeyeceğiz,
Katil İsrail katil ABD,
Vanayı kapat ticareti kes/Socar’ı kapat ilişkiyi kes."