Doğan Tarkan, ömrünü işçi sınıfının mücadelesinin kazanmasına adamıştı ama Marksist teoriyi sımsıkı kavrayan bir devrimci olduğu için, sadece ekonomik bir birim olarak işçilerin sadece ekonomik bir birim olan burjuvalara karşı mücadelesi olarak kabalaştırılan bir sosyalizm anlayışından fersah fersah uzak bir sosyalist mücadele perspektifine sahipti.
Doğan için bir işçi aynı zamanda kadın, erkek, LGBT+, Kürt, Ermeni gibi diğer ezilmişlik biçimlerini de yaşayan ya da bu ezme ezilme ilişkileri içinde emek gücü sömürüsüne maruz kalan somut insan demekti. Her türlü ezen ezilen ilişkisinde, tıpkı Lenin gibi, “ama… fakat” demeden ezilenden yana tutum alırken, bu ezilme biçimlerini basitçe kimlik sorunu olarak tanımlayan ve bu sorunları gündeme getirmenin işçi sınıfını gerçek sorunlarından uzaklaştırdığını iddia edenlerle sürekli olarak tartıştı. Doğan’la sık sık tartışma fırsatı bulanlar, onun, defalarca, “tüm ezilenlerin sorunlarına sahip çıkmayı öğrenmeden ve kendi eylemini tüm ezilme biçimlerine karşı mücadelenin eylem platformu haline getirmeden, bir işçinin sınıf bilinci son sınırına kadar gelişemez” dediğine tanık olmuştur. Doğan Tarkan’ı, Kürt halkı ve Ermeni halkının da mücadeleci bir neferi yapan, benimsediği bu perspektif kadar, Türkiye Cumhuriyetin kuruluş yapısını kavrayışındaki netlikti. Doğan, Ermeni soykırımı konusunda sol hareket içinde kafası en berrak sosyalistti. Ermeni soykırımıyla hesaplaşmak için yükseltilen mücadelenin koç başı olarak DSİP’in öne çıkmasının nedeni budur. Doğan, soykırımı tanımayan, devletin soykırımı tanıyıp özür dilemesi için mücadele etmeyen ve Kürt halkının özgürlüğü için harekete geçmeyen solcuların ve sosyalistlerin ne gerçek anlamda devlete karşı olabileceğini ne de antikapitalist olabileceğini düşünüyordu. Doğan’ın Kürt halkının uzattığı barış elini batıdan tutacak milyonlarca insanı harekete geçirmek için beslediği ve etrafına bıkmaksızın aktardığı inanç ve bu devletin Ermenilerden soykırım nedeniyle özür dilemesi için verdiği aralıksız mücadele güncelliğini koruyor. Bu mücadele kazanmadan işçi sınıfının kazanması mümkün olmayacak, işçi sınıfı kazanmadan bu mücadele istediğimiz kazanımları elde edemeyecek.
Tüm hayatını kitlesel bir devrimci solun yaratılması mücadelesine adayan Doğan Tarkan elinizde tuttuğunuz gazetenin kurucusu ve ölene kadar editörüydü. Aşağıda Doğan’ın bu gazetede çeşitli sayılarda çıkan yazılarından bölümler bulacaksınız.
İşçi sınıfının birliği
Sosyalistler için en önemli mücadele konusu işçi sınıfının birliğidir. İşçi sınıfının birliğini sağlamak her şeyin üzerinde olan bir görevdir. Çünkü elinde sayısız savaş aygıtı olan egemen sınıflara karşı işçi sınıfının tek silahı birliğidir. Bölünmüş bir işçi sınıfı sermaye karşısında daima yenilmeye mahkumdur.
Greve çıkacak bir fabrikada işçiler bölünmüşse, bir kısmı greve çıkmak istemiyorsa geri kalanının başlatacağı bir grevin işi zordur. Hele greve katılmayanlar çoğunluksa veya önemli bir azınlıksa greve çıkan işçilerin işi daha da zordur. Günlük mücadelenin her alanında işçilerin birliği önemlidir. Eğer işçi sınıfı etnik, dinsel ve politik olarak bölünmüşse işi gene zordur. Egemen sınıf karşısında bölünmüş bir işçi sınıfının kendisini savunması veya kazanımlar elde etmesi mümkün değildir.
Bunların yanı sıra işçi sınıfı içinde toplumun her yanında olduğu gibi nesnel olan bölünmeler de var. Kadın ve erkek işçiler, Kürt ve Türk işçiler gibi. Sosyalistler bu bölünmeleri ortadan kaldıramaz ama görevleri mücadelede farklı kesimleri yan yana getirmektir. Tersine tutumlar sadece egemen sınıfın durumunu güçlendirir.
(…)
Türkiye’de işçi sınıfının birliğini zayıflatan bir dizi tutum var. Her şeyden önce işçi hareketi günümüzün en derin politik ayrışmasında laik ve İslamcı olarak bölünmeye çalışılıyor. Egemen sınıf için çok yararlı olan bu bölünme kimi sol gruplar tarafından da körükleniyor. Aynı şekilde Alevi-Sünni bölünmesi, Kürt Türk bölünmesi esas olarak egemen sınıfa yaramaktadır, ama kimi sol gruplar da bu bölünmeleri körüklemektedir. Burada ince nokta solun işçi sınıfının birliğini korurken aynı zamanda işçi sınıfı içindeki iki kere ezilenlerin mücadelesini tüm işçi sınıfına mâl etmek için mücadele etmenin gerekliliğidir. Kürtler kendi dillerini bile konuşamazken, Aleviler kendi ibadethanelerine sahip olamazken, kadınlar aşağılanırken işçi sınıf özgür olamaz. Sosyalistler bu nedenle bütün bu alanlarda mücadelenin en ön safında olmak zorundadır. Oysa Türkiye solunda bu mücadeleleri küçümseyen ve hatta zaman zaman mücadelenin öbür yanına geçen tutumlar hiç eksik değildir. Bu tutum kendisini özellikle Kürt sorununda gösterir. Kürt ulusal mücadelesini tanımayan, küçümseyen tutumlar yaygındır. Hareketin boyutları ve çok zaman biçimi sosyalistlerin bir kısmını ürkütür. Devrimci sosyalistler bunlara karşı da mücadele etmek zorundadır.
(Sosyalist İşçi, Sayı 353, 6 Mart 2009)
Onların sosyalizmi, bizim sosyalizmimiz
(…)
Lenin ve devrim
1917 Şubat Devrimi’nden sonra Rusya’ya gelen Lenin devrimin başladığı kent olan St. Petersburg’a ayak bastığı gün istasyonda kendisini karşılayan İşçilere yaptığı konuşmada devrim ‘Rusya’da ancak başlatılabilir ama gelişmiş ülkelerde devrim olmadan, bir dünya devriminin kapısı aralanmadan devrim Rusya’da, tek bir ülkede yaşatılamaz’ diyordu.
Stalin ise dünya devriminin gerilemekte olduğunu söyleyerek Rus Devrimi’nin yalnız kaldığını iddia ediyor ve bu koşullarda önlerinde tek ülkede sosyalizmi inşa etmekten başka bir seçenek kalmadığını söylüyordu.
Onların sosyalizmi
Stalinizmin iktidarı daima dünya çapında bir destek buldu. Stalinistlerin bir sosyalizm anlayışı var. Asıl olarak ikameci, yani kendi partilerini İşçi sınıfının yerine geçiren bir anlayış bu. Stalinizm sönümlenen, yok olacak olan bir devleti değil aksine güçlü ve giderek daha da güçlenen bir devleti savunur. Stalinistler ise baskıcı, İşçi sınıfına karşı zorbalık yapan bir iktidarı sosyalizm olarak savunurlar.
Bizim sosyalizmimiz
Stalin’in karşı devrimine karşı direnenler elbette oldu. Bu direnişin en önemli ögesi Troçki ve yandaşlarıdır ve bu nedenle en ağır baskıya onlar uğradı. Devrimin Lenin ile birlikte iki önderinden birisi olan Troçki Lenin’in ölümünden hemen sonra ülke dışına sürgüne gönderildi ve daha sonra da bir Stalinist ajan tarafından öldürüldü. Troçki Stalinist tezlere karşı hem SSCB’de hem de dünya çapında marksist tezleri savundu, Stalin’in çarpıtmalarına karşı durdu.
Bizim sosyalizm anlayışımız İşçi sınıfının kurtuluşunun kendi eseri olacağını söyler. Sosyalizmi İşçi sınıfının kendisini devlet olarak örgütlemesi olarak tarif eder. Dolayısıyla bir partinin iktidarını sosyalizm olarak görmez. Stalinizmden en temel farklılığı budur.
(Sosyalist İşçi, Sayı 353, 6 Mart 2009)
Lenin, örgüt ve DSİP
(…)
Lenin için bir parti modeli yoktur ama bir örgütlenme anlayışı vardır. Daima mücadeleci, sokakta olan, sınıfın tüm öncü unsurlarını birleştirmiş disiplinli ve militan bir örgüttür.
Ne var ki Stalin ve Rus bürokrasisi Lenin'in örgüt anlayışının disiplinini bütünüyle bozmuş ve başka bir hale sokmuşlardır.
Lenin'in disiplini eylemde disiplin, tartışmada alabildiğine demokratiktir. Bolşevik Partisi daima yoğun tartışmalar yaşamıştır. Lenin bir çok defa parti yönetici organlarında azınlığa düşmüş ve tartışmayı bütün örgüte yayarak, bütün örgütün tartışmalara katılımını sağlayarak savunduğu görüşleri parti içinde hakim kılmıştır.
Lenin'in partisi Marks gibi "işçi sınıfının kurtuluşunu kendi eseri olarak" tanımlar. Bu nedenle Bolşevikler Şubat Devrimi ile Ekim Devrimi arasında geçen dönemde ellerine birçok fırsat geçmiş olmasına rağmen işçi sınıfının çoğunluğunun desteğini kazanmadan iktidarı almak için adım atmadılar.
Lenin partiyi işçi sınıfının yerine geçirmeyi bütünüyle reddediyordu.
(…)
Lenin'in örgütü mücadelecidir. Militandır. Disiplinlidir ama aynı zamanda demokratiktir. Tartışmadan karar almaz ama karar aldıktan sonra uygular.
DSİP Lenin'in örgüt anlayışı doğrultusunda hareket eden bir örgüttür. Ülkedeki gündemi oluşturan bütün politik gelişmelere işçi ve emekçi sınıfların açısından müdahale eder. Hatalar da yapar. Hatalarından en kısa zamanda öğrenmeye ve kendisini yenilemeye çalışır.
Eğer sokaktaki hareketi olumluyorsanız, daha güçlü olması gerektiğini düşünüyorsanız DSİP'e siz de katılın.
(Sosyalist İşçi, Sayı 379, 30 Ekim 2009)
DOĞAN TARKAN