Sağdan ve soldan sermaye şak şakçıları tarafından kurtarıcı olarak sahaya sürülen Mehmet Şimşek'in çantasından bir tür IMF programı çıktı.
Katlanan iç ve dış borçlar, devasa açık veren cari açık, gerekli dövizin bulunamaması ile yönetenlerin beceriksizliğiyle oluşan devasa maliyet halka ödetiliyor.
Her IMF programında uygulananlar, Türkiye işçilerine ve emekçilerine dayatılıyor: Devalüasyon, yüksek faizler, artan vergiler, kamu harcamalarının kısıtlanması, ücretlerin düşük tutulması...
Aynı anda bankaları güçlendiriliyor, kamu bankaları aracılığıyla kapitalistler kredilendiriliyor ve iktidarın türlü teşvikleri ile vergi aflarıyla ihya ediliyor. Çok para sahipleri, Kur Korumalı Mevduat gibi yüksek faizli fonlarla ödüllendiriliyor.
Peki bunların parası nereden çıkıyor? Tabii ki bizlerin cebinden.
Ekonomik saldırı
► TL'nin değerini düşürdüler: TL, yılbaşından bu yana yüzde 28 oranında değer kaybetti. Bunun yüzde 10, 28 Mayıs seçimleri sonrası gerçekleşti. Dolarla fiyatlanan tüm ürün ve mamullerin fiyatları, kurdaki artışla birlikte katlandı.
► Faizleri yükselttiler: Merkez Bankası politika faizini artırınca, kredi kartı borçları, nakit avans ve tüketici kredileri de zamlandı.
► Düşük ücret artışları yaptılar. Sosyal yardımları da azıcık artırdılar.
► Vergileri yükselttiler: KDV oranı artırılınca ikinci büyük fiyatlama ve zam dalgası başladı.
Erdoğan'ın tercihi sonucu Mehmet Şimşek, zaten ekonomik buhranın üzerine, sosyal yıkıma yol açmaya aday. Peki bunları uygulamaktan ne umuyorlardı? Ne buldular?
İş burada bitmiyor
Umdukları, Türkiye piyasalarından kaçan yabancı yatırımcılara burada neoliberal bir mali disiplin uygulandığını göstermek. 2018'de başlayan mali kriz, Erdoğan’ Londra'da ekonomi kanalında yaptığı konuşmaydı. Şimdi tersi şeyleri uygularken, neoliberal bir mit olan Merkez Bankası'nın ve Hazine'nin bağımsız davrandığına dünya kapitalistlerini ikna etmek istiyor.
Henüz ikna edebilmiş değiller. Türkiye'ye yabancı kaynaktan sıcak para girişinde bir değişiklik yok. Finans piyasasında cirit atan günlük büyük vurguncular hariç, hiçbir yatırım gelmedi.
Dış yatırımcıları Türkiye piyasalarından çeken sadece bozulan mali yapı ve iflas riski değil, özellikle Türkiye'nin dış politikasıydı. Erdoğan yönetiminin şimdiki politik atakları, ABD ile anlaşmak, parçası olduğu gerilimleri sona erdirmek gibi bu yönde atılmış adımlar. Fakat bu adımların örneğin Suriye'de nasıl sonuç vereceğinin belirsizliği bir yana uluslararası yatırımcılar ne kadar risk olduğuna ne kadar kazanacaklarına bakar. Dünya piyasalarında esen para sıkılaştırıcı yüksek faiz politikaları getirisi onlar için çok daha cazip olabilir. Bu sadece Türkiye kapitalizminin değil, dış kredilere bağımlı olan tüm ekonomilerin sorunudur.
Geriye bir takım imtiyazlar kalıyor ki küresel sermayeye bu imtiyazları vermeye çoktan hazırlar.
Fakat ekonomiyi var eden işçilere, ücretlilere, emekçi sınıflara soluk aldırmaya niyetleri yok.
Aynı anda Türkiye'nin en büyük şirketleri, en üst sıradan en alta kadar karlarına kar katmaya devam ediyor.
İşçiler bu gidişata dur demelidir.
(Sosyalist İşçi)