AKP’nin iktidara geldiği günden beri, bu partiye çeşitli nedenlerle oy verenlerin aşağılanmasına bir örnek de sosyal yardımlara bağımlı olan kitlelerin durumudur.
En yoksul yüzde 20 için devletin verdiği paranın payı yüzde 20’den yüzde 40’a çıktı. Bu durum Erdoğan’ın istikrar vurgusuna başka bir açıdan daha bakmanın önemli olduğunu gösteriyor. Bu kitlelerin bir kesimi aslen, devletin sosyal yardımlarını kendi parti yardımları olarak yutturan AKP mekanizmasının yerinden edilmesiyle çok önemli bir gelir kapısının kapanacağını düşündü. AKP’nin bu kitlelerle kurduğu lütuf ilişkisini allak bullak edecek olan, sosyal yardımların herkesin hakkı olduğu ve bu yardımların sermayeden, patronlardan, devletin savaş ve silah harcamalarından kesilerek daha da artırılacağı yönünde keskin bir propagandadır. Bu propaganda, Kılıçdaroğlu’nun işçi sınıfı oylarıyla seçimi önde bitirdiği Ankara, İstanbul, İzmir, Antalya gibi büyükşehirler ve Marmara bölgesi gibi yerlerde işçi sınıfının en can yakıcı sorunlarını dile getiren bir propagandayla birleşmediği sürece, işçi sınıfının daha sert fakirleşen ve büyükşehirlerde yoksullaşmanın acılarını daha sert yaşayan kesimlerinin bu rejimden kaçışının emekçilerin geniş kesimlerini peşinden sürükleyecek bir politika hâline gelmesini engeller. Elbette 6’lı Masa’nın böyle bir perspektifi yoktur ama yine de ezilenlerin gerçek sorunlarına yoğunlaşmak yerine iktidarla milliyetçi hamaset yarışına girerek yenilgiyi kaçınılmaz hâle getirdi.
Bu yenilginin solun, seçmenlerin çoğunun moralini bozmasının ve ortalığı “acil özeleştiri yapmalıyız” çağrılarının kaplamasının nedeni, seçim sürecinden bir başarısızlık destanı çıkartılmasıdır. Oysa sadece bir milyondan biraz fazla bir kitlenin taraf değiştirmesi iktidar oyununu baştan sona değiştirecekti. Bu toplumun yarısı Erdoğan’ın Türk usulü başkanlık rejimine onay vermiyor. Biliyoruz ki Erdoğan’a ikinci turda oy verenlerin de bir bölümü bu rejime onay vermiyor. Bu yazıda açıklanmaya çalışılan gerekçelerle oy veriyor. Çok önceden AKP’nin MHP’yle kurduğu ittifakı bir mecburlar koalisyonu olarak adlandırmış ve bu koalisyonun her bir adımının aynı zamanda çürümenin koalisyonu anlamına geldiğini vurgulamıştık. AKP’nin devletle faşistlerle kurduğu iktidar koalisyonu, her saniye AKP’nin kitle desteğini azaltsa da bu parti kendi tabanını, devlet baskısını kullanarak sağcı fikirleri destekleyen bir kitleye indirgedi. AKP, bu kitlenin ve zaman zaman yakınlaştığı faşistlerin ruhunu okşayan politikalardan geri adım atamazdı, çünkü bu kitleyi kaybetmek tuzla buz olmasına yol açardı. Bu nedenle, milyonlarca insana “bu kadar da olmaz ki!” dedirten adımlardan vazgeçmiyorlar ve seçim sürecine bu politikaları tırmandırarak girdiler.
Tüm aşırı sağcılar gibi LGBTİ+’ları düşmanlaştıran seçim kampanyası, Kürtlerin özgürlük mücadelesini terörle eşitleyen seslerle yan yana gitti. Önümüzdeki dönemin mücadele alanları belli: seçimlerin bittiği gün iktidarın hiçbir vaadine kanmadan “faturayı üstlenmeyeceğiz” diyerek mücadele takviminin ilan edileceği gün olmalıdır. Kürt sorununda çözüm için mücadele seçimin hemen ardından gündemi kaplamalıdır. OHAL döneminde Kürtlerde açılan tüm yaralar hızla onarılmalı ve yeni bir çözüm süreci dinamiği devreye sokulmalıdır. Kadınların, LGBTİ+’ların tehlikeli bir şekilde hedef tahtasına konmasına karşı herkes yan yana gelmelidir.
Seçimlerde ana muhalefetin asli meselesi, Türkiye kapitalizmini onarmaktı. Sosyalistlerin asli meselesi “Batsın Türkiye kapitalizmi” diyerek, işçi sınıfı ve ezilenlerin mücadelesinin ideolojik, sendikal, yerel, politik her düzeyde bir adım daha birleşik bir karakter kazanmasını sağlayarak burjuvazinin ve devletin saldırılarını püskürtmektir.
İşte göçmen sorunu olarak adlandırılan sorun burada devreye giriyor.
Ümit Özdağ gibi, gittiği her yerde ardından göçmenlere yönelik şiddet eylemi başlatan nazilerle mücadele burada devreye giriyor.
Seçimlerden önce olduğu gibi seçimler biter bitmez, göçmenlerle dayanışma ve ırkçılığa karşı geniş mücadele ağlarının kurulması yaşamsal bir öneme sahip.
Seçimlerin hemen ardından siyasal istikrarsızlıkla mücadele geniş emekçi kitlelerin göçmen işçilerle birleşik direnişi olmadan başarı kazanamaz. Bu krizin faturasını kimin yükleneceğini de gösteren asli alan olacak.
(Sosyalist İşçi)