Sosyalist İşçi gazetesinde yayınlanan seçim değerlendirmesi:
14 Mayıs seçimlerinde 27.133.837 oyla, yüzde 49.52 oranıyla Erdoğan birinci olmuştu. Kılıçdaroğlu ise 24.594.932 oyla ve yüzde 44.88 oranıyla ikinci olmuştu.
28 Mayıs seçimlerinde ise Erdoğan 27.834.692 oyla cumhurbaşkanı seçildi. Oy oranı yüzde 52.18. Kılıçdaroğlu ise 25.504.552 oyla ve yüzde 47.82 oranıyla seçim yarışını kaybetti.
Erdoğan ilk tura göre oyunu yaklaşık 700 bin artırırken Kılıçdaroğlu yaklaşık 1 milyon artırdı.
Seçim sonuçlarının ardından müthiş bir yenilgi havası ve özeleştiri sürecine girip sakince durumu değerlendirelim önerileri hâkim fikirler hâline geldi.
Seçim sonucunda bir yenilgi alındığı çok açık elbette. Ama karalar bağlamadan önce resme yakından bakmak gerekiyor.
Öncelikle 14 Mayıs seçimlerinde Hüda-Par’ın oyuyla birlikte 2002 dönemi oylarına gerileyen AKP en büyük kaybedendir. İktidar partisinin Erdoğan’ın iktidar aparatına dönüşmesiyle birlikte en çok oy alan parti vasfını korusa da 7 puanlık kayıpla en çok kaybeden parti olması, önümüzdeki dönem açısından altı çizilmesi gereken bir öğedir.
Bu iki tablo bu gerçeği açığa seriyor. “AKP 2018’e göre 75 ilde oy kaybetti. Orta Anadolu’daki kayıp büyük. Çoğu yerde 2002’nin bile gerisinde.
Fakat cumhurbaşkanlığı seçimlerini Erdoğan’ın kazanması, bir süreliğine AKP’nin gerileyişini unutturacak ve başka tartışmaların devreye girmesine neden olacaktır.
Bu tartışmalara yanıt vermek için cumhurbaşkanlığı seçimlerinden önce ve hemen seçimlerin ardından öne sürülen bazı iddialara yakından bakmak gerekiyor.
Seçime endekslenmek seçimi kaybetmektir
Hem milletvekili seçimlerinde hem de cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Cumhur İttifakı’nın kazanmasının asıl nedeni, seçim takvimi daha işlemeye başlamadan önce bile her türden mücadelenin seçime endekslenmesi oldu. Ağırlaşan ekonomik kriz, pandeminin hayat şartlarını kötüleştirmesi, iktidarın pandemide sadece patronları koruyan düzenlemeler yapması, 100 binden fazla insanın salgından ölmesi, kur krizinin sert bir fakirleşmeye ve ücretleri baskılamaya neden olması, siyasal alandaki çürümenin, yolsuzlukların ayyuka çıkması, özellikle Şubat ayında gerçekleşen Hatay-Suriye depreminin yarattığı derinleşen öfke, muhalefet, sosyalist sol, sendikalar ve tüm emek örgütleri tarafından etrafında kitlesel eylemler örgütlemek için biraraya gelinmesi gereken konular olarak ele alınmadı. Her konu iktidarın sokağa çıkmak isteyenlere yönelik göz dağı ile muhalefetin sandığı beklemek yönündeki ısrarıyla ve elbette işçi sınıfının şekillenmesinin düzeyi nedeniyle öncü işçiler arasında geniş işçi kitlelerini harekete geçirecek odak eksikliği yüzünden ıskalandı. İktidarı sadece sandığa endekslenmiş bir çabayla yenebileceğini düşünmek ve bu nedenle sokağa çıkmanın, kitleselleşmenin imkânlarını sürekli es geçip toplumsal öfkenin örgütlenmesine yardımcı olmak yerine set çekmek sandık mağlubiyetinin kapısını aralayan asıl etmen. Sık sık vurguladığımız gibi Trump’ı yenen sandıkta Biden değil, sokakta Siyah Hayatlar Önemlidir hareketiydi. Milyonlarca insan bu harekete katıldı. Bolsonaro’yu yenen ise Brezilya’da tüm ezilenlerin mücadelesiydi. Türkiye’de milyonlarca insanı içine katabilecek, örgütlenme sürecinin aktif bir parçası hâline getirebilecek, çok somut isteklerle örgütlenecek ve hiçbir emek örgütünün, derneğin, partinin dışında kalamayacağı bir hareket Erdoğan iktidarının milyonlarla yüzleşmesini sağlayabilirdi. Ankara’da milyonların gövde gösterisi yaptığı bir hareket, seçimi garanti altına almanın da biricik yoluydu.
İstikrar ve istihdam propagandası
Bu üstelik, AKP ve Cumhur İttifakı’nın bir anlatısını da darmadağın etmenin en etkili hatta biricik yoluydu. Erdoğan ısrarlı bir şekilde istikrar vurgusu yaptı. Bir araştırmaya göre AKP’ye oy verenlerin yüzde 60-70’i ücretli emekçiler. Yaklaşık yüzde 20’si ise çeşitli sermaye sahipleri. AKP seçmeni olan yüzde 60-70’lik ücretli emekçiler kitlesini yine seçmeni olan yüzde 20’lik sermaye sahipleri kitlesi adına sömürülmeye ikna eden bir parti. Devlet açısından bulunmaz Hint kumaşı gibi muamele görmesinin nedeni de bu. Erdoğan bu ikna adımını özellikle Türk usulü başkanlık rejimiyle beraber istikrar ve güvenlik anlatısı üzerine inşa etti. İstikrar akla gelen her alanı kapsıyor: Ücretler, aile, devlet, ordu, sosyal yardımlar, terör ve elbette ekonomi. İkinci turda Erdoğan’a oy verenler tüm bu alanlarda istikrar anlatısını kabullendikleri için, AKP’ye oy veren emekçiler bir değişime direndikleri, muhalefet değişim için bu emekçileri ikna etme potansiyeli taşımadığı ve bir hareketin sarsıcı kitlesel etkisi milyonlarca insana Erdoğan’ın anlattığının tam tersine istikrarsızlığın ve yoksulluğun mimarı olduğunu göstermediği için oy verdiler.
Erdoğan’a altın tepside sunulan fırsat
Bu seçimde değişimden yana olan, istikrarın egemen sınıf ve devlet açısından istikrar anlamına geldiğini gördüğü için hamle yapan, 14 Mayıs’ta AKP’den kopan kitlelerin sezgisel olarak birleşmek için yöneldiği muhalefete eğilim gösteren işçilerdir. İktidar Türk usulü başkanlık rejiminin yanına eklediği Türk usulü Çin ekonomi modeliyle egemen sınıf açısından muazzam önemde bir adım attı. Rejim hem ücretleri baskıladı hem işsizliğin beklenenden daha çok artmasını engelledi. Düşük ücretle istihdam, aynı hane içinde ayın sonunu zar zor getirebilecek bir toplam gelir anlamına geldi.
Erdoğan’ın vurguladığı istikrarın işçi sınıfı açısından anlamı budur. Birkaç maaş ayın sonunu, çocukların masraflarını anca karşıladığında bunun kaybedileceği bir istikrarsızlık döneminin tercih edilebilmesinin tek koşulu, bu ücret düzeyinden çok daha olumlu bir kazanımın elde edilebileceğini savunan ve bunun ancak sınıf mücadelesinin ürünü olarak gündeme gelebileceğini anlatan bir muhalafet politikasıdır.
Her mücadele fırsatının seçime endekslenmesi, rejimin esasen yoksulluk, aşırı çalışma ve kaynakları sermayeye aktarma konusunda istikrarlı olduğunu gösterecek kitle hareketlerinin doğmadan sönümlenmesine ya da daha da büyümeden durdurulmasına neden oldu. Erdoğan istikrar diye propaganda yaparken bu iddiasının kabul göreceğine dair güveni bu eylemsizlik ortamından alıyordu.
Yıllık ortalama esas iş gelirleri 50 bin lira ve altında olan kitlelerin durumu son 16 yılda işçiler aleyhine korkunç bir değişiklik gösteriyor.
Güvelik, terör, beka tezlerini dağıtmayan muhalefet
AKP’nin istikrar anlatısında başka bir etken daha yer alıyor. Bu da güvenlik. Çok uzun bir süredir altı ısrarla çizilen iç ve dış tehditler ve kokteyl terör örgütlerinin hedefinde olduğumuz argümanı bir başka açıdan daha istikrar meselesine bağlanıyor.
Erdoğan’ın kendi iktidarını Türkiye’nin bekasıyla özdeşleştirmesi, milyonlarca insanın da kötü ama katlanılabilir durumunu Erdoğan’ın varlığıyla özdeşleştirmesine kolayca evrilebiliyor. Bunun nedeni, iç ve dış tehditler ve terör tehdidi korkusunu özellikle ana muhalefetin de dillendirmesi ya da iktidardan ayırt edilemeyecek kadar silikleştirmesidir. Ana muhalefetin iktidarın milli hassasiyetlerini en az iktidar kadar paylaşması, sol muhalefetin ise bazı küçük sol partiler ve HDP/YSP dışında bu sınırların dışına taşamaması, muhalefetin milliyetçilik karşısında açıktan barışı savunan bir çizgiyi savunmaması iktidarın güvenlik anlatısının Erdoğan’ın bekasıyla alakalı olduğu iddiasını dağıtmanın önünde engel oldu.