14 Mayıs seçimleri: Karamsarlığa yer yok! Mücadeleye devam!

15.05.2023 - 15:47
Haberi paylaş

Devrimci Sosyalist İşçi Partisi (DSİP) cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçimlerinin ilk turunda ortaya çıkan siyasi tablo üzerine bir değerlendirme yayınladı. 

DSİP'in değerlendirmesi şöyle:

14 Mayıs seçimlerinde ilk bakışta solun, demokratların ve işçi sınıfının canını sıkacak bir sonuç çıkmış gibi görünüyor. Sandıkların yüzde 99.01’i açılmış durumda ve cumhurbaşkanlığı yarışında Erdoğan yüzde 49.36 ile önde. Kılıçdaroğlu ise yüzde 44.99 oy oranıyla ikinci sırada. Sinan Oğan yüzde 5.21’le üçüncü sırada.

Resmen ilan edilmese de cumhurbaşkanlığı seçimleri ikinci tura kaldı. 

Seçimin meclis ayağında ise ittifaklarda iktidar ittifakı yüzde 49.31’le 321 milletvekili, ana muhalefet ittifakı ise yüzde 35.18’le 213 milletvekili kazanmış görünüyor.

Muhalefetin ellerini kollarını bağlamak

Öncelikle, devletin tüm olanaklarının iktidar ittifakının hizmetine sunulduğu bir seçim kampanyası yaşandı. Öyle bir boks maçı ki iktidar ringde Millet İttifakı’nın elini kolunu sımsıkı düğümleyip maça başladı ve üstüne üstlük hakem de iktidarla birlikte muhalefeti yumruklayıp durdu. Bu seçim gecesi de sürüp giden eşitsizlikti.

Hele Yeşil Sol Parti’ye yapılan sadece ellerini kollarını bağlamak değil, gözlerini de bağlamak ve sadece hakemin yardımını değil seyircilerin de yardımını alarak sürekli yumruklamak şeklinde oldu. Onlarca Yeşil Sol Parti üyesi seçim öncesinde gözaltına alındı, tutuklandı.

Devletin tüm olanakları Erdoğan’ın hizmetindeydi.

Devlet kaynakları, ordu, polis güçleri, devlet hazinesi Erdoğan’ın seçim kampanyasına amade şekilde süren bir seçim dönemi yaşandı.

Üstelik bu seçim gecesi süren bir haksızlık olarak yaşandı. Bir devlet kuruluşu olan Anadolu Ajansı, seçim verilerini iktidarın manipülasyon aygıtı olarak işledi. 

Buna rağmen Erdoğan cumhurbaşkanlığı seçimini kazanamadı.

Daha da ötesi, seçimin en büyük kaybedeni, gerçekte Adalet ve Kalkınma Partisi. 

AKP geriledi, Erdoğan güvenoyu alamadı

AKP 2018 seçimlerinde Türkiye genelinde toplam 20.621.531 oy almıştı, oy oranı ise yüzde 42.7’ydi. 14 Mayıs’ta ise AKP yüzde 35.43’e geriledi. Yaklaşık 7 puanlık bir oy kaybı söz konusu. 

AKP hemen hemen ilk kez seçmenin karşısına çıktığı 2002 seçimlerinde aldığı oy oranına kadar (34,28) geriledi.  

Erdoğan ise 2018 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde 26.330.823 oy almıştı. Erdoğan’ın oy oranı ise %52.59 idi. Şimdi, estirilen teröre rağmen aldığı oy yüzde 3 gerilemiş durumda. AKP ve Erdoğan açısından daha vahim olan ise en güçlü olduğu Karadeniz bölgesinde yüzde 8-9 puan oy kaybetmiş olması. Samsun’da 9, Sinop’ta ise 2018 seçimlerine göre AKP oyları 13 puan eridi. Trabzon’da yaklaşık 8 puan oy kaybetti. 

AKP Kürt illerinde de oy kaybetti. Bitlis’te yüzde 44.82’den yüzde 37.4’e, Kars’ta yüzde 37’den, yüzde 25.5’e geriledi. Güneydoğu Anadolu bölgesinin toplamında 2018 seçimlerine göre yüzde 39.9’dan, yüzde 35.8’e geriledi. Doğu Anadolu bölgesinde ise yüzde 42.2’den yüzde 34’e geriledi.

Erdoğan ise seçimi birinci bitirmesine rağmen 2018 seçimlerinde yüzde 52.5 oranında oy almıştı, şimdi yaklaşık 3 puanlık bir gerileme söz konusu.

AKP’den giden oylar

Sorun, AKP’den giden oyların, Millet İttifakı’na değil, Cumhur İttifakı içindeki partilere yönelmiş olmasında. Tek kişilik bir parti olan Erbakan’ın oğlunun partisi neredeyse yüzde 3’lük bir oy oranına sahip oldu, YRP, Türkiye genelinde 1,5 milyondan fazla oy aldı, 5 milletvekili çıkarttı. Anketlerin yüzde7 civarında gösterdiği MHP, geçen seçime göre 1 puanlık bir kayıp yaşasa da anketlere göre 3 puan daha yüksek oy aldı. “Kadınları sahiplendirme yasası” çıkaracağını söyleyen Hüdapar ise AKP listelerinden meclise girdi. Bu durum, Millet İttifakı’nın problemini de gözler önüne seriyor. 

6’lı Masa’nın asli problemi, çok uzun süre, özünde sağa karşı sağ bir zemini inşa etmek, elbette burjuvazinin bir başka kesiminin programını savunduğu için işçi sınıfı ve ezilenlerin sorunlarını keskin bir şekilde gündemine almamak, bunun yerine onu da utangaç bir şekilde yaparak güçlendirilmiş parlamenter rejim diye bir şeyin arkasına saklanıp “eski” Türkiye’ye özlem ifade etmek, seçim takviminden çok önce, bir seçim olacağı kesinleştiği andan itibaren tüm mücadelelerden kaçıp her sorunu seçime havale etmek 6’lı Masanın stratejisinin çökmesine neden oldu.

Ana muhalefet korkunç ekonomik krize karşı sokak sokak bir mücadeleyi değil, elbette sandık gününü beklemeyi önerdi.

Yolsuzluklar ayyuka çıktığında, insanlara yine seçimi adres gösterdi.

Deprem felaketinin ardından iktidarın istifasını isteyen büyük mitingler önermek yerine, sorunu sandığa havale etti.

İnanılmaz boyutlardaki siyasal çürümeye karşı biriken öfkenin açığa çıkmasına izin vermedi.

Krizin faturasını net bir şekilde patronlara ödeteceğini ilan etmedi. 

Ne açık açık Kürt sorununda çözümü savundu ne de göçmenlere yönelik olarak iktidar blokundan daha ileri politikalar savunabildi.

İktidar blokunun yozlaşmasına, çürümesine ve ekonomik krizin doğrudan iktidarın işini sandıkta görebileceğine inandı. Sınıf mücadelesinin yerine sağcı bir meclis aritmetiği hesapları yerleştirilince de iktidar blokundan kopması muhtemel oylar 6’lı Masaya yönelmedi. 

Bir araştırmacının ifade ettiği gibi “Anketlerde aşırı sağın seçmen kitlesinin bir kısmının mahcup olduğunu, yaptıklarının arkasında duramadığını görüyoruz ama aşırı sağı destekliyorlar bu ülkelerde çok genel ve yaygın bir durum.” üstelik bu sadece Türkiye’ye özgü de değil. “Brezilya'da, Macaristan'da, Amerika'da da herkes kendi iç dengeleri yüzünden bu hatanın yapıldığını düşünüyor. Dört farklı ülkenin dördünde de aşırı sağın kazanımları anketlere yansımıyor, sandığa yansıyor.”

Milliyetçiliğe karşı milliyetçilik, sağa karşı sağ alternatifler iktidar blokunun işine yaradı. 

Böylece aşırı sağa karşı sağcı muhalefet hem meclis seçimlerinde başarısız oldu, çoğunluğu iktidara kaptırdı hem de cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Erdoğan’ın gerisinde kaldı.

Milliyetçiliğe dikkat, göçmenlerle dayanışmaya

Uzun bir süredir AKP iktidarlarının yaptığı en büyük kötülüğün tüm siyasal alanı sağa çekmesi ve merkez muhalefetin de Erdoğan’ın açtığı bu sağcılaşma kapısından girmesi olduğunu vurguluyoruz. Seçimlerin en ağır sonucu muhalefette ya da iktidarda milliyetçilerin oylarındaki belirginleşme. MHP bir önceki seçime göre 1 puan düşse de yüzde 10, İYİP 2018 seçimleriyle hemen hemen aynı oy olan yüzde 9, Zafer Partisi yüzde 2.25, BBP yüzde1. Cumhurbaşkanı adayı Sinan Oğan’ın yüzde 5.2, 2.800 bin oy almasını da ekleyince yüzde 25’lik bir “aşırı sağ”, ırkçı, göçmen düşmanı oydan söz etmek mümkün.

Burada da defalarca vurguladığımız gibi seçimden önce ana muhalefetin göçmen düşmanı seçim kampanyası vurgularının olumsuz bir etkisi olduğunu görmek lazım. Muhalefet göçmen düşmanlığı yaptığında göçmenleri çok daha resmi bir düzeyde koz olarak kullanan iktidar ittifakı ve muhalefetin içinde göçmen düşmanlığı, özellikle Suriyeli düşmanlığı yapmak için kurulan partiler de meşru bir politik zemin bulmuş oldular.  

Şimdi Sinan Oğan’ın ikinci tur pazarlığını seçim akşamı konuşmasında altını çizdiği göçmen ve Kürt düşmanlığı etrafında inşa edeceğini düşünürsek, hem iktidar hem de muhalefet saflarındaki ırkçı, milliyetçi ve göçmen düşmanı partilerin oylarının yüzde 23 civarında olduğunu aklımızda tutarsak, önümüzdeki dönemde hem ikinci tur cumhurbaşkanlığı seçimi mücadelesinde hem de seçimlerden bağımsız olarak tüm önümüzdeki dönem boyunca göçmenlerle dayanışmak ve ırkçılığa ve milliyetçiliğe karşı ses çıkartmak yaşamsal bir politik öneme sahip.

HDP/Yeşiller ve Sol’da gerileme

Sol seçmenin canını sıkan ilk gelişme, Yeşil Sol Parti’nin 2018’de aldığı yüzde 11.7’lik oy desteğini 3 puan kaybetmiş olması. Üstelik bunun sadece İstanbul bağlamında aldığımızda 4 puanlık bir kayıp olarak yansıması çok daha tehlikeli bir  gerileme.

İstanbul’da TİP’in aldığı yüzde 4’lük oy bu gerilemenin nedenleri hakkında bazı ipuçları verebilir. Fakat sadece İstanbul’da değil bölgede de Hakkari, Bitlis, Kars, Tunceli gibi illerin olduğu Kürt illerinde yüzde 32’den 4 puanlık bir düşüşle yüzde 28’e gerileme varken, Diyarbakır, Şırnak, Batman, Mardin gibi illerin olduğu Kürt illerinde 2018’e göre, yüzde 38.6’dan yüzde 34.9’a bir gerileme yaşanmış durumda.

Elbette bu gerilemenin bir nedeni HDP ve Yeşil Sol Parti üzerinde esen devlet terörü, yıldırma politikaları. HDP’ye yönelik kapatma davası nedeniyle Yeşil Sol Parti’nin son anda devreye girmesi, tanıtım eksikliği. Ama politik olarak, tuhaf bir ittifak mantığının hakim hale gelmesi, TİP’le yaşanan kriz, Kürtlerin batıda ittifak kurdukları güçlerin sosyal tabanlarının hemen hiç olmaması ve bu yüzden anlamsız bir ittifak görüşmeleri sürecinin Kürt yoksullarının ve halkın gözünde yabancılaştırıcı etkisi olması, Emek Özgürlük İttifakı’nın da sokakta mücadelenin yerine esas olarak seçime endeksli bir mücadeleyi baz alması ve özellikle ırkçılık, milliyetçilik ve göçmen düşmanlığına karşı tam cepheden mücadele etmemesi önemli politik etkenler arasında. Öte yandan Yeşil Sol Parti’nin ana muhalefetle kurduğu ilişkide görünür olmamaya zorlanması, arka kapıdan, 6’lı Masa içindeki milliyetçilerin baskısı nedeniyle el altından görüşmelerin sürdürülmesi Yeşil Sol Parti açısından olumsuz bir sonuç yarattı.

Yine de bu kadar şiddetli bir baskıya rağmen Kürt halkının Kürt illerinde Kılıçdaroğlu’nu ezici bir şekilde desteklemesi, politikada verdiğin sözü tutmanın ne demek olduğunu dosta da düşmana da gösteren önemli bir örnek olarak kayıtlara geçti. 

Yeşil Sol Parti bir önceki seçime göre kaybettiği 5 vekilin dördünü TİP’e kaybetti. Kürtlerin ağrılıkta olduğu bu partinin emanet oylarla bu düzeye geldiğini savunan ulusalcıların seçim stratejisinin esas olarak Yeşil Sol Parti’den oy ve vekillik kopartmak üzere kurulmuş olması bir ittifak ruhu açısından kabul edilir gibi değil.

Şimdi mücadele zamanı: ırkçılığa, cinsiyetçiliğe ve sermayeye karşı 

Mecliste şu anda açıkça kadın ve LGBTİ+ düşmanlığı yapan partiler var.

Mecliste göçmen düşmanlığı yapan birden çok siyasi figür var.

Mecliste otoriter eğilimlerini gizlemeyen iktidar blokunun çoğunluğu var.

İktidar partisi ve ortakları bütün seçim kampanyasını kadınlara ve LGBTİ+’lara dönük düşmanlık ve “aile” vurgusu ile inşa etti. Şimdi bu düşmanlığın daha sivri uçları olan YRP ve Hüdapar gibi partiler de mecliste yer alıyor. 

14 Mayıs seçimlerinin ilk sonucu, siyasi figürlerdeki sağcıların sayısındaki artıştır. Siyaset, OHAL’in ilan edilmesi ve Türk usulü başkanlık rejiminin devreye girmesiyle daha da sağa kayıyor ve sağın sağında tehlikeli güçler kaslarını güçlendiriyor.

Ama mecliste her şeye rağmen Kürt halkıyla batıda işçi sınıfının eşit koşullarda kardeşlik ve sınıf dayanışması perspektifiyle mücadele edecek olan 62 milletvekili var.

Seçimlerde AKP en çok oy kaybeden parti.

Seçimlerde Erdoğan ilk turda kazanamadı.

Seçimler devletin tüm gücünü alan iktidar partisinin büyük gerilemesine, Erdoğan’ın ise güvenoyu alamamasına tanık oldu. 

Bunun bir nedeni var. Tüm devlet olanaklarını, seçim gecesi verileri halka ulaştırmakla yükümlü ajansların kumpaslarını dahi arkasına alan iktidar blokunun karşısında uzun bir süredir devam eden direnişler var:

Onların yenilgisini sağlayamasa da tam çaplı zafer kazanmalarını engelleyen tüm zor koşullarda direnen, eylem yapan, hakkını arayan, yasaklanan grevlerini grev yaparak aşmaya çalışan, mitingler düzenleyen, kamu çalışanlarından, kurye işçilerine, metal işçilerinden belediye çalışanlarına kadar işçilerin direnişidir. Şiddete uğrayan, öldürülen, pandemide hepimizin can güvenliği için en ön cephede savaşmasına rağmen hakkı tanınmayan, düşmanlaştırılan sağlık çalışanlarının gücüdür. Cinayetlere, şiddete, baskıya ve bu cinayetleri sistematik hale getirmek için düzenlenmiş hukuki mekanizmaya, siyasa vurdumduymazlığa rağmen direnişten asla vaz geçmeyen, her cinayetin ardında cinayeti işleyen adamların yargılanması için çabalayan, her önemli günde caddeleri on binler halinde dolduran, İstanbul Sözleşmesi için mücadeleden bir an vazgeçmeyen kadınlardır. Kürtlerin direnişidir. Binlerce temsilcisi, vekili, belediye başkanı uydurulmuş terör suçlamalarıyla hapse atılanların geri adım atmaması, Demirtaş, Kışanak gibi temsilcilerinin zindanlardan yükselttikleri umudun Kürtlerin asla gerilemeyen kitlesel gücüyle örtüşmesidir. Haklarında söylenen yalanlara, sürekli düşmanlaştırılmalarına, ardı arkası kesilmeyen linç girişimlerine rağmen, yardıma muhtaç insanlar değil işçi sınıfının bir parçası olduğunu gösteren göçmenlerin varlığı, cesareti, hayatta kalmak için gösterdikleri inanılmaz çabalardır. İktidarın göçmenleri bir pazarlık aracı olarak kullanmasının yarattığı kirli iklimi teşhir ederek ve aynı zamanda muhalefetin yalanlarına da net bir şekilde işaret ederek mücadele eden göçmen dayanışma ağlarıdır. KHK’lıların ölüm kalım mücadelesi, barış imzacılarının mahkemelerde verdiği savunmalar ve geri adım atmayan savaş karşıtlıkları, ekonomik krize karşı barınamıyoruz diyerek sokaklara çıkan öğrenciler, sürekli dışlanan, aşağılanan, hakarete uğrayan ve varoluşları düzene yönelik tehdit sayılarak hedef gösterilen LGBTİ+’ların direnişi, köyleri, dereleri, yaşadıkları topraklar inşaat şirketlerinin kar hırsı için katledilen köylülerin, çevre aktivistlerinin, iklim krizini durdurmak isteyenlerin, ağaçları ya da bir gölü korumak için verdikleri ve sık sık jandarma saldırısıyla yüzleştikleri hareketleri, Soma’da katledilen ardından da cezalandırılmaya çalışılan madencilerin mücadelesi, iş cinayetlerine karşı ses çıkartanlar, çocukların istismar edilmesine karşı mücadele edenler, Çorlu tren kazasından sonra haklarını aramaktan vaz geçmeyen ailelerin mücadelesi, Gezi direnişini darbe girişimine çevirmeye çalışan mahkemeye Gezi tutsaklarının verdiği yanıtlar, insan hakları örgütlerinin ve aktivistlerinin işkence ve kötü muameleye karşı sürekli ses çıkartması, Cumartesi Anneleri’nin geri adım atmayan direnişi, tüm yıldırma politikalarına rağmen polis şiddetini göze alarak her habere her direnişe yetişmeye çalışan gerçek gazetecilerin varlığı, 19 Ocaklarda Hrant Dink’i öldüren mekanizmayla yüzleşmek için ısrarla sürdürülen anmalar, 24 Nisan soykırım anmaları ve bu konuda gösterilen çabalar, siyasal kutuplaştırmaya prim vermeyen ve laik dindar bölünmesini güçlendirmek isteyenlere karşı bir arada yaşamanın önemini vurgulayan hareketler, Boğaziçi’nde hala süren direniş, fakirin cebinden alıp zengine veren iktidar mekanizmasının her bir adımını teşhir eden gazeteler, örgütler, aktivistlerin ısrarlı kavgası, hayvan hakları için yan yana gelen ve iktidarın bu alandaki tutumunu sürekli teşhir edenlerin dayanışması, birçok sanatçının çok zor zamanlarda sözünü söylemekten çekinmemesi ve on binlerce insanın katıldığı konserlerde tutuklu olan arkadaşlarımızla dayanışması, hukuki ilkelerin ayaklar altına alındığı sayısız davada kelimenin tam anlamıyla mahkemelerde demokrasi dersi veren demokrat avukatların ve baroların varlığı, ırkçı futbol taraftarlarına karşı sesini yükselten ırkçılık karşıtlarının varlığı, krizin faturasını ödemeyeceğiz diyen sendikaların tabanındaki emekçiler, yıllardır sürdürdükleri bazen sesli bazen sessiz direnişle haklarını almak konusunda çok önemli bir adım atan EYT’lilerin örgütlenmesi ve daha sayısız örnekle anlatabileceğimiz mücadele alanlarında ayakta duran emekçiler varlar, var olmaya da devam ediyorlar.

Şimdi umutsuzluğa kapılmanın değil, AKP-MHP-devlet ittifakını cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ikinci turunda sandığa gömecek kararlılıkla silkelenmenin, ayağa kalkmanın ve hızla harekete geçmenin zamanıdır.

Sosyalistler açısından bu mücadelede göçmen düşmanlığına karşı göçmen dayanışması, cinsiyetçi ve fobik ayrımcılığa karşı kadınların ve LGBTİ+’ların dayanışması, ırkçılığa karşı halkların dayanışması ve patronlara karşı emekçilerin dayanışmasından asla taviz verilemez.

Seçimi, bir toplama çıkarma işlemi olarak değil bir mücadele alanı olarak görmek ve Erdoğan iktidarından kurtulup derin bir nefes almak için, Kılıçdaroğlu’nun seçimi kazanması için hiçbir sağcılığa prim vermeyecek bir kampanyayı, tüm ezilenlerin omuz omuza örgütlenmesini inşa etmek en önemli görevimiz olacaktır. 

14 gün var!

Kazanmak mümkün!

DSİP GYK

Bültene kayıt ol