Mimar Esra Akbalık ile Türkiye’de doğal felaketlerin neden hızla kitlesel katliamlara dönüştüğünü konuştuk.
Önce arka arkaya iki depremin üstüne sel, hızla felaket haline geldi. Türkiye’de bu sıra dışı doğa olaylarının kitlesel ölümlere yol açmasının nedenleri nelerdir?
Esra Akbalık: Doğa olaylarının aslında beklenen, hazırlıklı olunması gereken doğal süreçler olduğunu göz ardı etmek, sanırım en temel neden. Afet, felaket, asrın felaketi gibi; doğa olaylarının yıkıcılığını tarif etmek üzere ürettiğimiz tanımlar da aslında söz konusu yıkımlardaki sorumluluğu perdeliyor. Bilimsel verilere dayalı senaryolar, istatistikler, insan yerleşimlerinin belirlenmesinde izlenmesi gereken temel prensipler gibi pek çok bilgi, doğal koşullara hazırlıklı yaşamı kurabilmek için üretiliyor. Gezegen, insan kaynaklı hızlı bir krizin içindeyken; olması zaten beklenen doğa hareketlerinin yıkıcılığının bu derece kitlesel olması, izlenen politikalar ile birebir ilişkili.
Sadece kısa vadeli ve eşitsiz kazançlar üzerine inşa edilmiş yapım ve yerleşim alışkanlıkları, zaman içinde, ne zaman ve nerede başladığı belirsizleşen yaygın bir davranış biçimine dönüşüyor. Mekânın, sermaye birikimi için bir meta olarak en güçlü kaynak olması, barınmanın ötesinde, onu, her kademede bir spekülasyon aracı haline getiriyor. Kapitalizmin, yaşama dair en temel şeyleri birer tüketim/takas nesnesi haline getirme becerisi sayesinde, inşaat sektörü en büyük sektörlerden biri durumunda. Bunun hiç kesintiye uğramaması için de vazgeçilmemesi gereken tüm prensipler, kolayca yok sayılan birer detay haline geliyor: Meslek insanları detay, denetim zaman kaybı, yasalar ise ihtiyaca göre düzenlenebilir.
Bu zincirleme kuralsızlıklar sonucu geleceğe dair hiçbir akılcı önlemin alınmamış olması, yıkımın korkunç boyutlarda yaşanmasına neden oldu. Önlenemeyen yıkımları; hiçbir esnekliği ve güveni kalmamış resmî kurumların yetkisizliğiyle, kurtarılamayan hayatlar ve üretilemeyen acil çözümler izledi.
Bu iktidarın tüm canlıları felaketlerden koruyacak şehirler ve yaşam alanları inşa etmesi mümkün mü sizce?
20 yıl boyunca yapılanlar ve yapılamayanlar göz önüne alındığında, pek mümkün görünmüyor. Hemen her yıl Karadeniz’de, İstanbul’da dolgu alanlarında ve dere yataklarında yaşanan su baskınları, toprak kaymaları, orman yangınları ve depremlerde yaşanan yıkımın boyutları, mevcut iktidarın doğa ve tüm canlılar ile olan ilişkisinde, kentsel ve kırsal, sağlıklı yaşam alanlarının kurulmasında hiçbir vizyonu ve bilgiye/kültüre dayalı bir yaklaşımı olmadığını gösteriyor. İnsan dışındaki tüm canlı türlerini “beyaz et”, “telef olmak”, “bedeli ödenen büyük ve küçük başlar” gibi kelimelerle telaffuz eden bir dilin arkasında, en nazik ifadeyle, tek boyutlu ve sorumsuz düşünce sistemi var. İnsanlar, kentler doğanın bir parçasıdır ve “hükmetmek” değil “bir arada yaşamak” ilkesi ile birlikte var olabilirler. Bu ana fikir, bölgesel ve küresel pek çok krizin de anahtar kavramı ve maalesef bu iktidarın en tutarlı yaklaşımı, “bir arada yaşamak” ilkesini her alanda, her veçhesiyle yok sayması.
Acil ve uzun vadeli çözüm önerileriniz nelerdir?
Arama kurtarmanın en acil gündem olduğu zamanlarda karşılaştığımız koordinasyonsuzluk ve hantallık maalesef, hazırlıksız olunduğu için yaşanan yıkımların ardından acil, kısa ve orta vadeli adımlara da yansıdı. İlk temel prensibin, yıkım olmayacak ya da en aza indirecek bir hazırlık olması gerektiği, evrensel bir ilke. Bu da hayatı örgütleyen tüm alanlara yayılan bir farkındalık ve hazırlık sürecini getiriyor. Gerçeklerin içselleştirilmesi ve tehditlerin, korku değil iş birliği ve güven duygusunu çağrıştırdığı bir zemine kavuşmak gerekir. Bu oldukça uzun vadeli ve toplumun tüm paydaşlarını kapsayan bir hedef. Tüm politikalar, sağlıklı çevrelerde ve insan onuruna yaraşır bir yaşamın koşullarını talep etmenin temel bir insan hakkı olduğu üzerine inşa edilmeli. Kapitalizme içkin olan kar odaklı bakış açısının en keskin çelişkileri mekân üretiminde kendini gösteriyor. Antikapitalist bir mücadele hattı, yaşanabilir yaşam alanlarının inşasını tüm boyutlarıyla kapsayan bir alan olarak çok önemli.
Kısa vadeli olarak da deprem bölgesinde yaşanan fiziksel koşulların acilen düzeltilmesi için şeffaf ve kapsayıcı bir iş birliği gerekiyor. Yıkımın üzerinden 40 gün geçti ama hala en temel ihtiyaçlar karşılanabilmiş değil. Tekil ve geçici destekler, yerini güçlendirici ve güven verici koşullara bırakmalı. Çocukların, kadınların, göçmenlerin ve tüm kırılgan grupların güvenliğinin garanti edilmesi gerekiyor. Tüm alanların yeniden inşası, çok ciddi ve boyutlu bir planlama sürecini gerektiriyor. Kısa vadede tamamlanacağı ilan edilen tekil yapılar, deprem sonrası yeniden inşa anlamına gelmiyor. Alelacele üretilen, belli kişi ve firmalara verilen projeler, bölgede yaşayanları dışlayan tek boyutlu derinliksiz çözümler olmaktan öteye gitmeyecektir. Yaşamı yeniden kurmak, yaşayanlarla ve uzun vadede, umut ve güven ile mümkün olabilecek.
(Sosyalist İşçi)