Marmara depremi sırasında kurtarma ekiplerinin organizasyonunda da önemli bir rol üstlenen TMMOB Yönetim Kurulu Üyesi Mücella Yapıcı, 6 Şubat'ta gerçekleşen Maraş Depremi için kendisi gibi Gezi Davası'ndan tutuklu yapımcı Çiğdem Mater'in sorularını yanıtladı.
Bakırköy Cezaevi'nde tutuklu Mücella Yapıcı ve Çiğdem Mater, depremlerin ardından yaptıkları söyleşiyi avukatları aracılığıyla ilettiler.
Bianet'in yayınladığı söyleşide, imar barışı, kentsel dönüşüm, dolgu alanlar, bilime ve hukuka aykırı inşaatlaşma, Türkiye'e hakim rant sistemi gibi birçok konu masaya yatırıldı.
- Depremi 6 Şubat sabahı saat 08:00'de, sayımla birlikte televizyonu açınca öğrendik. İlk an ne düşündün, ne hissettin?
Öncelikle büyük bir öfke. Dokuz aydır biriken bütün öfkem bu "beklenen" fay kırıklarından boşaldı sanki. Aklımda coğrafyanın tümü, bugüne kadar sanki duvarlara söylenmiş gibi hiçbir işe yaramayan bilimsel ve teknik uyarılar bir şimşek hızıyla beynimden akmaya başladı. Ardından büyük bir çaresizlik... Yapamadıklarımız için... Sanki bütün sorumluluk bizim, biz gerekenleri halka ve idarecilere anlatamamışız gibi. Ve sonra insanlar, canlar, tarihi eserler, hatıralar, anılar, arkadaşlar, canım Hatice Can. Oralardaki dostlar, meslektaşlar ve tabii ki Adana'daki canım kardeşim ve ailesi... Yani, nasıl anlatayım ki, sen de yaşıyorsun işte...
Ezcümle, öfke, sorumluluk, üzüntü, isyan, kapatılmışlık, işe yaramazlık, hesap sorma arzusu... Karmakarışık. Ama hep "bu kadar yapacak iş varken, burada ne işimiz var" sorusu. Sanki görevden kaçıyormuşuz gibi. Tutsaklık hissini hiç bu kadar yoğun yaşamamıştım. Dedim ya, karmakarışık, duvarları yıkasım var. Sanıyorum bu hepimiz için geçerli. Ayrıca da şimdilik otuz bin canımız gitmişken, bizim hissettiklerimizi ne önemi var? Aslında sistemin asıl gizi "biz niye burdayız?" sorusunun cevabında yatıyor.
- 1999 depremi ve sonraki depremlerdeki deneyimine dayanarak soruyorum, ilk an hataları ve doğruları neler?
Canım Çiğdem, sen de oralardaydın. Marmara Depremi'nden tam iki ay önce, TMMOB olarak Kocaeli'nde "Kocaeli Depreme Hazır Mı?" sempozyumu yapmıştık. 12 Kasım 1999 Düzce (Kaynaşlı) Depremi esnasında ben, eşim mimar Memik Yapıcı, jeolog sevgili Oğuz Gündoğdu ve avukat Erbay Yucak'la birlikte, Bolu Valiliği'ne "burada bir deprem bekliyoruz, hazır olun" diye uyarmaya gittiğimizde, Vali bize "siz kimsiniz? Allah'a şirk mi koşuyorsunuz?" dercesine bakmıştı. Vali gidip biz vilayet bahçesine indiğimizde yer yer ivmesi yerçekimini sıfırlayan deprem patladı. Ve biz vilayet bahçesinde Afet Koordinasyon Merkezi'ni kurmak durumunda kaldık. İnan o gün, bugünden çok daha hızlı organize olduk. Kimseden emir ya da talimat beklemedik.
Ne yapacağımızı biliyorduk ve eğitimliydik. Nitekim akabinde asker yetişti. Askerlerin komutanının "kim bu kadın?" demeden benden emir tekrarı aldığını ve bana "komutanım" dediğini anımsıyorum. Ve madenciler... Tam iki saat sonra, ellerinde birer somun ekmek, otobüslerle koordinasyon merkezindeydiler. Ağladığımı hatırlıyorum. Aynı durum 17 Ağustos'ta da vardı. Biz TMMOB olarak, bütün meslek kuruluşlarıyla, tabip odaları, eczacılar, barolar, psikologlar, kadın örgütleri çok düzenli bir şekilde görev paylaşımlarımızı yaparak, askerle birlikte çalışarak durumu kontrol altında almaya çalıştık. Yine "devlet nerede" diye çığlıklar vardı ama en azından devletin engellemeleri yoktu.
Bugün bence en büyük fark, kendinden menkûl, adına devlet dediğimiz içi boş bir heyula var ancak bu heyulanın yarattığı korku öylesine büyük ki, biat etmiş tüm kurum, kuruluş ve kişiler neredeyse kendilerini ölümden kurtarmak için bile talimat bekler haldeler.
Diğer depremlerde en azından bu heyula yoktu. İlk andaki hataları ve doğruları soruyorsun bana ama bence ilk anın hataları bu ana gelirkenki anlayış, yönetim biçimi ve zihniyette yatıyor. Zaten tüm medya mensupları ve depremi yaşayanlar bu hataları açık açık dile getiriyorlar. Allah aşkına, hazırdaki madencileri bekletmek, onları karayoluyla sevk etmek ne demek? İletişim çağında, iletişim gibi hayati bir ihtiyacın sağlanamaması ne demek? Kimdir bu şirketler? 2018'de çıkarılan 'İmar Barışı'na karşı dilimizde tüy bitti, dermanımız tükendi. 10 milyondan fazla kusurlu binaya ruhsat verildi. Kimdir bu kanuna oy verenler? Şimdi sorumluluk bu yasada dendiği gibi mal sahiplerinin mi? Bu nasıl bir hukuki garabet? Tüm hatalar temize mi çekildi?
Aynı hata 1999 depreminden önce de vardı. 80'li yılların aflarıyla yeminli büroların sorumluluk yüklendiği binlerce kusurlu ve usulsüz yapı yasallığa kavuşturuldu. Yıkılan bir sürü bina bu kapsamdaydı.
2018'de, neredeyse Rusya-Ukrayna barışı gibi ulvi bir barışmış gibi sunulan "İmar Barışı"nda "yeminli bürolar" gibi bir kılıfa dahi gerek duyulmadı. Şimdi kim suçlu? Yedi kere inşaat durdurma kararına rağmen açılışına izin verilen ve onlarca sporcu çocuğun ve rehberin mezarı olan otelin sahibi mi? Müteahhidi mi? İzin verenler mi? Yoksa hepsi birden mi?
Koskoca Değirmendere, dolgu alanında, üzerindeki binalarla birlikte denizde hâlâ dururken, bugün dolgu alanlarda plan yapanlar, inşaat yapanlar, inşaat molozlarından müteşekkil, Maltepe-Yenikapı dolgu alanlarında miting yapanlar, İstanbul Depremi'nin eli kulağındayken, hâlâ o alanlarda deprem yardımı toplayanlar... Bunlar bilmiyorlar mı? Söylemedik mi?
Bugün bütün toplanma alanlarını imara açıp İstanbul'un ortasında sahra hastanesi, çadır alanı, helikopter pisti olarak kullanılabilecek tek alan olan Gezi Parkı'na bütün bilimsel, teknik, hukuksal kararlara karşın "ille de bina yapacağım" diye tutturan kim? Buna engel olmaya çalışanlara şiddet uygulayanlar, sekiz canı öldürüp binlerce insanı yaralayanlar kim? Hepsinin adı bizim davamızın "şikayetçi" bölümünde sıralı.
"Hepsi belgeleriyle TMMOB arşivlerinde duruyor"
Amik Gölü'nü, Amik Ovası'nı kurutup üstüne havaalanı yapanlar, TMMOB ve diğer kuruluşların ÇED raporlarına rağmen yeni ÇED raporları hazırlayanlar hangi şirketler? Bunlara onay verenler kimler?
Trakya coğrafyasının en narin yerine, ilk depremde Hatay Havalimanı'ndan bile beter hale geleceği apaçık olan, depremi bırak, rüzgârda, karda çalışamayan devasa bir havaalanı yapanlar kim? "Yeni havaalanına" müşteri sağlamak için, inşaat çetelerinin kârlarını maksimize etmek için saat gibi çalışan Atatürk Havalimanı'nı taammüden yok edenler kimler? Bizi o tek piste mahkûm edenler kimler? Sonra soru: ekipler niye gelemedi?
Bu konularda açtığımız davalarda, yürütmeyi durdurma kararı vermeyen hukukçular, bu planlara, projelere imza atanlar, rapor yazan üniversiteler, kurullarda çalışanlar kimler?
Bu usulsüzlüklere, meslek etiğini cüzdanına koyarak, imza atan, sonra da "ben yapmazsam başkası yapacak, ben daha iyi yaparım" diye kendini aklamaya çalışan koca koca, star meslektaşlarımız kimler? Yoksa müteahhitlerin ceplerine mi saklandılar?
Bunları aylarca anlatsak bitmez. Hepsi belgeleriyle TMMOB arşivlerinde duruyor, bir yeni depreme kadar.