Geçtiğimiz haftalarda Suriye'nin kuzeyinde önemli şeyler oldu.
Türkiye'nin kontrolündeki kuzeybatıda muhalifler Ankara yönetimini protesto etti. Halep, Azez ve İdlib'in merkezinde yapılan eylemlere farklı İslamcı muhalif gruplar katıldı. Hepsinin ortak noktası Ankara ile ilişkilerinin olması. Keza Türkiye'nin Suriye'deki askeri varlığının dayanak noktalarından biri yerli muhalifler arasındaki etkisiydi. Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu'nun Esad yönetimiyle barışma adımlarına dair sözleri bu protestolara neden oldu. Her ne kadar AKP'li yöneticiler "sizi satmadık" diyerek gerginliği düşürse de İslamcı muhalifler ile Ankara'nın ilişkilerinin ne denli kırılgan olduğu ortaya çıktı.
Kuzeydoğuda ise Türkiye ordusu, bulunduğu mevzilerden Rojava Kürt bölgesinin çeşitli noktalarını vurdu. Kobane şehri vurulan yerlerden biriyken, Haseke'de Suriye ordusuna bağlı bir mevzinin de vurulduğu iddia edildi. Suriye'nin kuzeydoğusu tamamen Rus ordusunun kontrolünde. Ankara'nın bu atakları ve Rojava'ya yeni bir müdahale isteği karşısında bölgede ve tüm ülkede hakim güç olan Rusya'nın dışişleri bakanı Sergey Lavrov, Türkiye'nin olası bir Suriye operasyonunun "kabul edilemez" olduğunu bizzat Çavuşoğlu'nu arayarak bildirdi.
Eş zamanlı bir çıkış da Suriye'de söz sahibi olan ikinci emperyalist devlet ABD'den geldi. ABD Dışişleri Bakanlığı, Ankara'nın Esad rejimiyle barışma politikasına kökten karşı çıktı. Ve ABD ordusu, Suriye'de İran'a bağlı askeri mevzileri bombaladı.
Erdoğan yönetiminin, ABD ile arasının hiç de iyi olmadığı biliniyor. Fakat Putin ile dondurma yiyecek kadar "dostane ilişkiler", Rojava Kürt bölgesine girmek isteyen AKP-MHP iktidarının Moskova'dan gereken desteği almasına yetmiyor. Dünyanın en büyük askeri harcamasını yapan iki emperyalist devlet de AKP iktidarının son ataklarını desteklemiyor.
Rojava'ya operasyondaki ısrar neden?
AKP iktidarının ürettiği iki gerekçe var:
1- 1,5 milyon Suriyeli göçmeni 2023 seçimlerine kadar "göndermek."
2- Suriye'nin kuzeyindeki Kürt güçlerini bütünüyle yok etmek.
Irkçı muhalefet odaklarının dayattığı gibi kaydı bulunmayan göçmenleri -seçimlere kadar- İdlib'e sınır dışı etme girişimi büyük trajediler yaratacağı kadar Ankara'nın kontrolündeki Suriye topraklarını kuşatan Esad rejimi için de bir sorun. Çünkü Ankara 2013'ten bugüne Esad rejiminin devrilmesi için bu savaşa taraf oldu. Yerli ortaklarıyla birlikte, askeri olarak kontrol altına aldıkları bölgelerde kendi düzenini kurdu. Esad rejimi ise kendisine karşı çıkan tüm muhalifleri yok edip I. Dünya Savaşı sonrası çizilen sınırlarda tam hakimiyet istiyor ve buna ulaşabilecek güçte.
AKP-MHP-devlet güçlerinin oluşturduğu koalisyonun asıl hedefi, Suriye Kürtlerinin siyasi varlığını bitirmek. Bir zamanlar PYD lideri Ankara'da ağırlanıyordu. Sonra topyekun düşman listesinin başına alındılar. İktidar bloku, Türkiye sınırları içindeki Kürtlerin siyasi çözüm talepleri ve batıda buna desteğin büyümesi sonucu çözüm sürecini sona erdirip, Suriye savaşında asıl düşmanın Suriyeli Kürtler olduğu teziyle hareket etti. Fakat YPG/PYD'yi sadece ABD desteklemiyor. Rusya da meşru bir güç olarak kabul ediyor ve varlığını tanıyor hatta koruyor. Esad rejimi ise zaman zaman Rojava yönetimiyle görüştü; onları yok etmek istese de savaş sırasında Suriye Kürtlerinin kilit rolü buna girişmekten vaz geçirdi.
İktidarın Suriye hedefi, arkasında Erdoğan’ın bulunduğu Davutoğlulu dönemde, Suriye savaşında bir taraf olup ülkedeki rejimi değiştirmek için harekete geçmeseydi. Yanlarında ABD liderliğindeki Batı emperyalizmi ve Ortadoğu'daki ortakları vardı. Bugün ise Suriye'deki ayaklanma ezilmiş, ülkenin büyük bölümünde müesses nizam kurulmuş durumda.
Suriye devriminin hikayesi her açıdan trajik. Devrime katılan bir Arap aktivistin dediği gibi, "Emperyalistler devrimlerin sırtına biner." Kendi çıkar/pazar kavgalarını sürdürürler. Sadece onlar değil bölgesel güç denilen İran, Suudi Arabistan, Katar ve Türkiye de bu emperyal maceraya dahil oldu.
Esad rejiminin vahşetinden ve savaştan kaçıp Türkiye'ye gelen sığınmacılara sınırları açmak son derece doğruydu. Suriye'de askeri maceralar yürütmek ise o kadar yanlış. Üstelik bu yanlışların devasa ekonomik maliyetini hepimiz vergilerle ödüyoruz.