Türkiye adım adım iflasa gidiyor. Kredi iflas riskini gösteren CDS primi yeni bir rekora daha imza attı. Derinleşen ekonomik krize bağlı olarak artan CDS, 900 puanı geçti. Türkiye’nin CDS primi iki yıl daha 900‘ün üzerinde seyredecek.
CDS primi bir ülkenin dış borçlanmasındaki en önemli göstergelerden birisi. CDS, aslında bir çeşit sigortalama işlemi. Herhangi bir ülkeye veya şirkete borç verenlerin, o borcun geri ödenmemesi ihtimaline karşı aldığı sigorta poliçesine CDS deniyor.
Covid salgını, Rusya’nın Ukrayna’yı işgali, yükselen enerji fiyatları, enflasyonun yükselmesi, dış borçların artması, kurların yükselmesi Türkiye’nin CDS’ini yükseltiyor.
Yüksek CDS nedeniyle borç alma koşullarının kötüleşmesi döviz temininde sıkıntılara, kredi döviz borçlarının ödenememesine yol açıyor. Borçların ödenememesi veya erteleme talep edilmesi durumunda o ülke ekonomisi iflas etmiş oluyor.
İflas demek, Türkiye için yakıt, elektrik, ekmek bulunamaması demektir. Ayrıca dış borç ödemeleri için daha fazla TL ayrılması demektir. Bu durumda para daha hızlı değer kaybeder, emekçi kesimler daha hızla yoksullaşır.
Döviz bulmak giderek zorlaşıyor
İktidar döviz sıkıntısını aşmak için Kur Korumalı Mevduattan (KKM) sonra şimdi de Gelire Endeksli Devlet İç Borçlanma Senetlerini (GES) çıkarmaya karar verdi. KKM ile piyasadan yaklaşık 50 milyar dolar toplamıştı, ama topladığı tüm dövizleri arka kapı yöntemi ile sattı. Merkez Bankası rezervleri eksi 60 milyar dolarda kalmaya devam etti.
Her hafta gereken 5 milyar dolar yeni döviz ihtiyacı için çıkarmaya çalıştığı GES’lerin de döviz sorununa çare olması mümkün değil. Bu yolla milyarlarca lira para devlet bütçesinden bankalarda hesabı olan bir avuç zengine (yaklaşık 500 bin kişi) aktarılacak. Faizleri düşürdüğünü iddia eden hükümet, KKM ve GES’ler yoluyla zenginlere halkın sırtından yüzde 110’lara varan faizler ödüyor.
Hükümet döviz ihtiyacı sorununu çözemiyor
Dolardaki yükseliş hükümet tarafından sürekli ekonomik darbe olarak açıklanıyor. Oysa ekonominin dönmesi için ihracat ve turizm gelirlerinden elde edilen dövizlerin dışında, Türkiye’nin her yıl en az 30-40 milyar dolar daha dövize ihtiyacı var. Ukrayna’nın Rusya tarafından işgali sonrası artan petrol ve doğal gaz fiyatları bu rakamı biraz daha yukarıya çekti.
Hükümet uyguladığı politikalarla, yargı sistemini siyasallaştırarak, haksız cezalar vererek, liyakate dayalı atamalar yapmayarak, MB, TÜİK vb kurumların özerkliklerine müdahale ederek güvenilirliğini ortadan kaldırdı. Bu yüzden döviz girişleri neredeyse tamamen bitti, hatta var olan yabancı yatırımcılar bile Türkiye’den kaçmaya başladı, yeni borç alma maliyetleri olağanüstü yükseldi. Türkiye aldığı her borç için bugün fazladan yüzde 9 risk faizi ödüyor.
Enflasyonla mücadele sınıf mücadelesidir
Hükümet sürekli para basıyor, bu da enflasyonu daha da artırıyor. Hükümetin zaten enflasyonla mücadele diye bir programı ve çabası yok. Enflasyon aslında bir tür vergi. Hükümet bu vergiyi toplamaya devam ediyor.
Enflasyonun asıl kaybedeni, ücretleri sabit olanlar, işçiler, memurlar. Diğer kesimler ürettikleri mal ve hizmetlere bir miktar zam yapıyorlar, ama işçiler ve memurlar bunu yapamıyorlar.
Bu nedenle enflasyonla mücadele aslında bir sınıf mücadelesidir. Enflasyonun ortadan kaldırılması için hükümete baskı yapmalıyız, gösteriler yapmalıyız. Enflasyonla elimizden gelirlerimizin çalınması, ücretlerimizin satın alma gücünün düşürülmesi hırsızlıktır, bu hırsızlığa dur demeliyiz.
Siyasi iktidarın tüm yetkilileri derhal istifa etmeli, şirketlere yapılan para aktarımları durdurulmalı, dövize endeksli bütün yatırımlarda TL’ye dönülmeli, yeni saraylar yapmak gibi bütün gereksiz harcamalar durdurulmalı, büyük masraflara neden olan mevcut cumhurbaşkanlığı sarayı kapatılmalıdır.
(Sosyalist İşçi