Çerkes Soykırımı: Bir halkın trajedisi

21.05.2022 - 09:06
Haberi paylaş

Çerkes Soykırımı’nın 158. yıldönümü...

Kafkasyalılar için 1859 yılı önemli bir kırılmanın başlangıcıydı. O yıl Ruslara teslim olmak zorunda kalan İmam Şamil’in esir alınmasının ardından Doğu Kafkasya’da büyük ölçüde hâkimiyetini kuran Çarlık orduları tüm güçlerini Kuzey Batı Kafkasya’ya, yani Çerkesya’ya yöneltti.

O güne kadar vatanlarını dağınık bir şekilde de olsa savunmaya çalışan Çerkesler, 1861 yılı 13 Haziran’ında başkenti Soçi olan Çerkesya Devletini ilan ettiler ve daha örgütlü bir direniş hattı oluşturmaya çalıştılar. Gerek sayısal, gerek teçhizat bakımından orantısız bir düşmana karşı gerçekleştirilen bu direniş, 21 Mayıs 1864 yılında yenilgiyle sonuçlandı. Çarlık Orduları 21 Mayıs’ta Soçi’yi ele geçirdiler.

Savaş boyunca dağlarda direnen Çerkeslerin savunmasız köyleri Rusların uyguladığı hunharca katliamlara sahne oldu. Bugün Rus Askerî Arşivlerinden çıkan belgeler, katliamların boyutunun soykırım kavramıyla ifade edilmesi gerektiğini gösteriyor.

Çerkeslere fazla bir seçenek bırakılmadı: Ya Kuban nehrinin ötesindeki bataklıklara gidecekler ya da Osmanlı topraklarına sürgün edileceklerdi. Bataklıklar seçenek gibi gözükse de, Çarlık Rusya’sı Çerkeslerden kurtulma kararını çoktan vermişti. Osmanlı İmparatorluğu ile yapılan anlaşmalar ve görüşmeler sonucunda Çerkesler için yeni ve dramatik bir hikâye başlamış oldu: Sürgün.

Bilmedikleri, tanımadıkları bir coğrafyaya sürgüne giden Çerkeslerin yaşadıklarının en yakın tanığının Karadeniz ve Karadeniz’in liman şehirleri olduğunu söyleyebiliriz. Teknelere balık istifi yerleştirilen Çerkes kitlelerinin Karadeniz’de haddinden fazla doldurulan gemilerin batması sonucu yok olup gittiği biliniyor. Sürgün limanlarına ulaşabilen Çerkesleri ise açlık, sefalet ve salgın hastalıklar karşıladı.

Osmanlı’nın iskân politikası

Osmanlı İmparatorluğu’nun tarihi boyunca uyguladığı iskân politikası, 1864 yılında geldikleri bu sürgün coğrafyasında Çerkeslere de uygulandı. Kesinlikle toplu olarak yerleştirilmeyen Çerkesler, Balkanlardan Ortadoğu çöllerine kadar birçok coğrafyada iskân edildi. Anadolu’da azalan Müslüman nüfusun oranını artırması gereken devlet, özellikle Hristiyan nüfusun yoğunlukta olduğu bölgelere yerleştirdiği Çerkesler ile bu oranı lehine çevirmeye çalıştı. Ayrıca güvenlik sorunu yaşadığı bölgelerde asker ihtiyacını karşılayacak olan yine Çerkesler oldu.

İmparatorluğun çeşitli bölgelerine dağınık olarak yerleştirilen Çerkesler arasından özellikle sürgün esnasında ve öncesinde İstanbul’a yerleşen kesim incelemeye değer. Saray çevresini de oluşturan bu Çerkes eliti, Osmanlı’nın son döneminde bürokraside oldukça etkin olmalarının yanında, özellikle II. Meşrutiyet’in getirdiği görece özgürlük ortamında ilk Çerkes örgütlenmelerinin de öncüleri oldular.

1911 yılında Çerkes Teavün Cemiyeti’ni kurdular, çeşitli yayın faaliyetleri yaptılar, sürgünden sonra Kafkasya’da kalabilen az sayıdaki Çerkes’in 1918’de ilan ettiği Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti’nin tanınması için faaliyetlerde bulundular, bu kısa ömürlü ülkenin tanınmasına yardımcı oldular.

İstanbul’da bulunan aydın kesimin dışında, geleneksel yaşam alanları olan köylerde yaşayan geniş Çerkes kitlesi ise dillerine, kimliklerine müdahale edilmeden yeni coğrafyalarına alışmaya çalıştılar. Osmanlı’nın son döneminde gerçekleştirdiği birçok nizami ve gayri nizami mücadelenin içerisinde kullanılanlar da yine bu kesimler oldu.

Cumhuriyet’in ilk diskalifiye ettiği halk

Çerkes kitlesi 1919 – 1923 döneminin kaotik ortamında siyasî kamplaşmanın her iki tarafında da yer almıştı. Saltanat yanlısı olanların en bilineni Anzavur Ahmet, Ankara Hükümeti yanlılarının en bilineni “Çerkes” Ethem’dir.

“Çerkes” Ethem hadisesinden Çerkeslerin payına düşen “hain” mitinden başka bir şey olmadı. Ankara Hükümeti adına Batı cephesinde gayri nizami şekilde savaşan Ethem’in en büyük başarıları Anadolu’da bastırdığı “isyanlar” olarak kabul edilir ve bu isyanların çoğunda Çerkesleri katletmekten geri kalmayan bir gerilla lideri olarak Çerkeslerin hafızasına kazınmıştır. Kendi birliklerinde Çerkesce konuşmayı yasaklayacak kadar buralı olmuş bir teşkilatı mahsusa subayı olan Ethem, Ankara Hükümeti ile ters düştüğü andan itibaren “Hain Çerkes Ethem” olarak anılmaya başlanmıştır. Ethem’in o güne kadar ne “hain” ne de “Çerkes” sıfatlarıyla anılması, bütün bir halkın “Hain Çerkes Miti” ile yaftalanmasına sebep olmuştur. Yakın zamana kadar “Hain Çerkes” söylemi rejimin Çerkesleri susturmak için kullandığı bir argüman olagelmiştir.

Halen sebepleri tam olarak bilinmeyen bir başka olay da özellikle Güney Marmara Çerkeslerinin sindirilmesinde önemli bir hafızayı temsil etmektedir. Gönen-Manyas Çerkes Sürgünü 14 köyün Anadolu içlerine sürgün edilmeleri hadisesidir. Boyutları açısından karşılaştırmak mümkün olmasa da kullanılan yöntemler açısından Dersim Katliamının prototipi mahiyetindeki bu sürgün, bölge halkı üzerinde etkili oldu. Yaklaşık üç yıl sonra geri dönmelerine izin verilen Çerkeslerin geri geldikleri köylerinde karşılaştıkları fizikî zorlukların yanında özellikle Jandarma nezaretinde geçirdikleri yıllar, asimilasyonun ve ehlileştirmenin bu bölge halkı üzerindeki etkilerini görmek için yeterlidir.

Bunlar dışında, Cumhuriyet rejiminin Türk olmayanlara uyguladığı “Vatandaş Türkçe Konuş” kampanyaları gibi politikalar Çerkesler üzerinde de asimile edici etki yapmıştır. Dernek isimlerinde “Türk” ibaresini kullanmak zorunda bırakılan Çerkesler kısıtlı imkânlarla sadece folklorik faaliyetlerde ya da dayanışma geceleri gibi etkinliklerde bulunabilmişlerdir.

1960’lı yıllarda başlayan sanayileşme süreci ile birlikte gerçekleşen köyden kente göç, Çerkeslerin de köylerinden çıkarak modern şehir hayatıyla tanışmalarına sebep olmuştur. Köylerde kısmen de olsa yaşatılabilen dillerini yeni hayatlarında uzun süre yaşatmaları mümkün olamadığı gibi, kültürlerine dair birçok özellik de şehirleşme ile birlikte kaybolup gitmiştir. Aynı dönemde özellikle İstanbul ve Ankara’da kurulan dernekler vasıtasıyla folklorik çalışmalar hız kazanmış, ancak politikleşme çalışmaları kadük kalmıştır.

Üniversitelere 1970’lerde eğitim amaçlı gelen Çerkes gençleri, ülkenin politik atmosferinden de etkilenerek politikleştiler. Bu dönemde özellikle sol eğilimli gençler arasında gelişen “Sovyetlerin Kafkasyası”na dönüş fikri ile 1918 Kuzey Kafkasya Cumhuriyetini esas alan “Birleşik Kafkasya” düşüncesi, diaspora örgütleri arasında vücut bulmuş iki siyasî akımı temsil eder. Geniş halk kitleleri arasında yaygınlık kazanamayan bu akımların politik figürleri, ülkenin siyasî atmosferinin de etkisiyle sağda ve solda pozisyon almışlardır.

Stalinizmin çöküşü ve yeni dönem

Sovyetler Birliği’nin 1989’da çöküşü Çerkeslerin 1990’lı yıllarda anavatanları ile ilişkilenmelerinin de yolunu açmış, bu dönemde Kafkasya’ya gidip gelenler olduğu gibi, oraya yerleşenler de olmuştur. Soğuk Savaş döneminde demir perde ardında farklı bir asimilasyon süreciyle karşılaşan Kafkasya’daki Çerkeslerle kurulan irtibat, kimliklenme süreçlerine etki ettiği gibi, farklılıkların görünür olmasına da yol açmıştır. Kaf Dağı’nın ardının bekledikleri gibi olmadığını gören birçok Çerkes bu irtibatlanmadan hayal kırıklığı ile dönmüştür.

Yine 1990’larda Kafkasya’da yaşanan iki savaş Çerkeslerin politikleşmeleri açısından  önemlidir. Gürcistan ile Abhazya arasındaki savaş sırasında diasporadan birçok genç Abhazya saflarında savaşa gitmiş ve birçokları da Türkiye’de çeşitli eylemliliklerle kendilerini gündeme getirmiştir. Rusya’nın bağımsızlığını ilan eden Çeçenistan’ı işgali ile başlayan savaş da diasporada politik hareketliliğin artmasına sebep olmuş, ancak çeşitli sebeplerle uzun soluklu bir politik mücadeleye evrilememiştir.

2000’li yılların Çerkes Diasporası

Türkiye’de Kürt siyasal hareketinin kimlik mücadelesi başta olmak üzere, AB süreci ve diğer kimliklerin mücadeleleri sonucunda açılan kısmî demokratikleşme süreci, kendilerinin payı olmasa da Çerkesleri de etkilemiştir.

Anadil yasaklarının tartışıldığı bir ortamda, TRT’de haftada iki saat de olsa Çerkesce yayın yapılması Çerkesler arasında da ciddi bir heyecana sebep olmuş ve yeni tartışmaları beraberinde getirmiştir. Siyasal tecrübesizlikleri bu dönemde oluşan heyecanı politik alanda kitleselleştirmelerini engellese de, ciddi etkileri olduğunu söylemek mümkündür.

Türkiye’de kendi gündemlerini oluşturmak konusunda sıkıntılar yaşayan Çerkeslerin gündemine bomba gibi düşen Soçi’nin 2014 Kış Olimpiyat adaylığı önemli bir fırsatı da önlerine sunmuştur.

Soçi Kış Olimpiyatları ve yeni direniş perspektifi

Rusya Federasyonu’nun 2006 yılında yeni “Çar” Putin tarafından, Soçi’nin 2014 yılında yapılacak olan Kış Olimpiyatları için aday gösterilmesinin ardından Soçi’yi gündemine almayan ve muhalif kanatta yer almayan Çerkes kurumu neredeyse kalmamıştır.

Kafkasya Forumu tarafından Soçi’nin adaylığı kesinleştiği anda başlatılan ve Olimpiyat Komitesi’ni hedef alan uluslararası imza kampanyası birçok sivil örgütün de desteğiyle diaspora içinde ciddi bir heyecan yaratmıştır. Olimpiyat Komitesi’ne Soçi’nin gerçek tarihinin anlatıldığı kampanya olimpiyat adaylığının iptalini sağlayamasa da Çerkeslerin önüne yeni bir alan açıyordu. Ulusötesi bir mecrada, internetin de etkisiyle örgütlenmeye başlayan özellikle yeni nesil Çerkesler, kampanyayı ‘No Sochi 2014 İnisiyatifi’ne evirerek uzun soluklu bir politik mücadelenin de işaret fişeğini yakıyordu.

No Sochi 2014 İnisiyatifi 

Çerkesya’nın başkenti olmasının yanı sıra Çerkes Soykırımı’nın da simge şehri olan Soçi için inisiyatifin hedefi Soçi gerçeklerini dünya kamuoyuna anlatmak idi. Soçi muhalefeti ve Çerkes Soykırımı söylemi ilk kez 2014 yılında Rusya Konsolosluğu önünde bir siyasî eyleme evriliyordu. 21 Mayıs 1864 tarihi Çerkeslerin o güne kadar sürgün olarak andıkları sembolik bir tarih iken, artık anma etkinliği olmaktan çıkarak politik bir mücadelenin sembolü oluyordu.

2010 yılından sonra ulusötesi bir alan tanımlayan hareket İsrail, Ürdün, Suriye, Avrupa ve ABD’deki Çerkesler ile irtibatlanarak 21 Mayıs eylemlerini farklı ülke ve şehirlerde aynı söylem ve aynı görseller ile gerçekleştirmeye başladı. No Sochi 2014 İnisiyatifi özellikle İstanbul Rusya Konsolosluğu önünde binlerce Çerkesin katıldığı eylemlerle ülke gündeminde de yer bulmaya başladı. Çerkes olmayan birçok örgüt ve bireyin de Çerkeslerin tarihlerinden ve yaşanmışlıklarından haberdar olması ve eylemlere destek vermesiyle kitleselleşen eylemlilikler Türkiye’de yeni bir kimliğin görünür olmasını sağladı.

Yaklaşık 20 kişilik genç bir kadro ile başlatılan muhalefet bu gün diasporanın neredeyse bütün kurumlarına nüfuz etmiş ve Çerkes Soykırımı söyleminin yerleşmesine sebep olmuştur. Özellikle yeni nesil Çerkeslerin politik mücadelede yer buldukları ve geleneksel kalıpları kırdıkları bir dönemin geliştiğini söyleyebiliriz.

Çerkes soykırımı Rusya tarafından kabul edilmeli, maddi ve manevi bütün sonuçlarıyla birlikte ortadan kaldırılmalıdır.

Faruk Sevim

Bültene kayıt ol