(Dosya) Yönetemiyorlar!

11.05.2021 - 16:14
Haberi paylaş

Tuna Emren ve Faruk Sevim iktidarın salgın krizini ele alışının neden başarısız olduğunu, yoksulluğun ve sağlık ve eğitim gibi alanlarda pandemiyle birlikte iyice görünür olan başarısızlıkların arkasında yatan öğeleri güncel örnekleriyle araştırdı. Şenol Karakaş da yorumladı.

Bir yandan salgının ağır bilançosu, diğer taraftan giderek daha da trajikomik bir hal almaya başlayan siyasi krizler, dış politikadaki ağır başarısızlıklar, freni patlamış gibi yokuş aşağı savrulan ekonomi, aşı krizi, birbiri ardına atılan yanlış adımlar, keyfi yasaklar, gasp edilen haklar, doğa talanı, bunlara isyan eden herkesin terörist sayılması, çarpıtılan veriler, aşırı yoksullaşma, ne amaca hizmet ettiği belli olmayan tuhaf kararlar… 

Tek kelimeyle ifade edersek; yönetemiyorlar.

Zenginleri korumaya adanmış merkezi başkanlık rejimi son bir yılda 85 bin 958 milyoner yarattı; kendi elleriyle batırdığı her şeyin faturasını halka kesti; insanları yoksulluktan, çaresizlikten intihara sürükledi ve bunların hiçbirini umursamadığını gösterdi. 

Kapanmanın ilk on günü

Her şeyi nasıl da batırdıklarını görebilmek için sadece kapanmanın ilk on gününde yaşananları gözden geçirmek bile yeterli. Hepimizi sosyal ve ekonomik destek paketi açıklamaksızın kapanmaya zorladıkları bu kabul edilmez süreç, aşının ikinci dozunun ertelendiği haberiyle taçlandırıldı. Gelen tepkiler üzerine bundan vazgeçtiler tabii ama bu sefer de keyfi içki yasağı gibi bir saçmalığa şahit olduk. Bir ileri bir geri derken, içki yasağı krizi günden güne büyüdü, genelgeyi tanımayan tekel bayileri isyan edip satışlarını sürdürdü. Herkes kapanacak dediler, 16 milyon 400 binden fazla kişinin işe gitmeye devam ettiğini öğrendik. Üstelik işe gitmeye zorlanan insanlara bir de üstüne süresi hala geçerli olan izin belgelerine rağmen yeni belge soruldu, ceza kesildi. Kendileri tüm kuralları ihlal edip tıklım tıklım cenaze törenleri düzenlerken 1 Mayıs mitinglerini yasakladılar. Bizleri eve kapatıp Cengiz Holding’e taş ocağına giriş izni verdiler, bu talanı durdurmak için mücadele eden köylüleri de “devlet düşmanı” ilan ettiler. Turizm patronlarını nasıl güldürürüz diye planlar yaparken, gelir desteksiz kapanma yüzünden yaşanan intiharların sayısı günbegün arttı, günde 300 kişi salgın nedeniyle hayatını kaybederken vaka sayılarıyla oynadıkları tabloları “iyi haber” olarak verdiler. Üstelik aşı siparişini de veremedikleri çıktı ortaya. İflas tehdidi altındaki küçük işletme sahiplerinin öfkesini de marketlerdeki bazı ürünlerin satışını yasaklayarak dindirmeye çalıştılar. Salgını büyütecek ne varsa yaptıkları bu kapanma döneminde sağlık hizmetlerine yüzde 20’ye varan oranda zam yapıldı. Ve Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Salgını tedbirlerle yeneceğiz” diyerek halktan yine fedakârlık istedi…

Pek çok ülke, koronavirüs nedeniyle neredeyse bir yıldır ‘kapalı’. İşyerleri kapatılıyor, insanlar evlerine yollanıyor. Ama bazı ülkeler, esnafa kapattığı dükkânı nedeniyle cirosunun yüzde 70’i gibi bir destek veriyor. Esnaf o destek sayesinde işçilerine hiç aksatmadan, çalışmadıkları günlerin parasını ödeyebiliyor. Hatta bunun dışında, doğrudan kişi başına 1000-1500 dolar gibi ayrıca mali destek paketleri veren ülkeler de var.

Türkiye ise bazı ailelere bin liralık nakdi destek verdi. Bir de kısa çalışma ödeneği ve ücretsiz izne çıkanlara günlük 39 lira verildi, şimdi ise 49 lira veriliyor. 

Hükümetin yaptım diye açıkladığı toplam nakit desteği 63 milyar lira, 53 milyarını İşsizlik Fonundan, 10 milyarını Hazineden karşılamış. Bunun da 2 milyar lirası IBAN verilerek vatandaşlardan tekrar geri toplandı. Diğer yaptım dediği yardımlar ya kredi olarak verilenler ya da ötelenen (devlete ait) borçlar. Yani hiçbiri hibe değil.

Tüm bunlar, iktidarın sınıfsal bir tercihle ilerlediğini gösteriyor. Kendi şirketinden bakanlığa satış yapmış olan bir bakana bunun hesabı sorulmuyor. Halkı açlığa sürüklüyor, üstüne bir de ekmeği ucuza satan büfelerden alışveriş yapmalarını engelliyorlar. Elektrik şirketlerine salgın döneminde 3 milyar liralık yardım yapılıyor, faturalarını ödeyemeyen 3,7 milyon kişinin elektrik faturalarını ertelemek yerine elektriğini kesiyor ve bu insanları karanlığa mahkûm ediyorlar. 

Geliyorum diye bağıran ekonomik çöküş

İktidar çevreleri her ne kadar ısrarla inkâr etmeye ya da yok saymaya çalışsa da, Türkiye ekonomisinde uzun süredir ağır bir ekonomik kriz yaşanıyor. İşsizlerin, geçim sıkıntısı yaşayanların, borcunu ödeyemeyenlerin sayısı her geçen gün artıyor. 

Kapitalist sistem tıkandı. Dış borçların milli gelire oranı yüzde 63’e yükseldi. Hükümet gelecek nesillere, artan Hazine garantili iç ve dış borçları bırakıyor.

İşsiz sayısı 11 milyon, asgari ücret civarı ücret alan insan sayısı 16 milyon. Yoksul sayısı 16 milyon. Her evin ortalama 55 bin lira kredi borcu var. 500 bin öğretmenin ataması yapılmıyor. Milyonlarca insan emekliliğe hak kazandığı halde, yaşı gelmediği gerekçesi ile emekli maaşı alamıyor. Sağlık personeli çok kötü koşullarda çalışmaya zorlanıyor, ama 470 bin diplomalı sağlık personelinin ataması yapılmıyor. Pandemi nedeniyle kapatılan işyerlerine destek verilmiyor, 2 milyon işçi ve esnaf açlıkla boğuşuyor. 

Vatandaşlar parasızlık nedeniyle ayçiçek yağını bardakla, şekeri 1-2 liralık paketlerde gramla, yumurtayı tek bir tane veya deterjanı 2 liralık küçük pet şişelerde almak zorunda kalıyor. Mahalle bakkallarında, bebek bezleri taneyle satılıyor.

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), Mart 2021’de yıllık yüzde 16,2 olan tüketici enflasyonunun Nisan 2021’de yüzde 17,2 seviyesine yükseldiğini açıkladı. Mayıs 2019 sonrasındaki en yüksek enflasyon oranına ulaşıldı. Enflasyonda son 3 yılda meydana gelen yüzde 100’lük artış, emekli ikramiyelerini, maaşları, ücretleri yarı yarıya eritti. Bin liralık ikramiye 500 liraya, ortalama 3 bin liralık emekli ve işçi maaşları 1500 liraya indi.

Bağımsız enflasyon araştırma grubu ENAG’a göre ise yıllık enflasyon en az yüzde 30. TÜİK, kendi yalanlarını ortaya çıkaran, bilim insanlarının oluşturduğu Enflasyon Araştırma Grubunu (ENAG) mahkemeye verdi, sesini kesmeye, gerçekleri açıklamasını engellemeye çalışıyor.

Bu arada, artan işsizlik, düşen ücret gibi nedenler bireyleri günübirlik ihtiyaçlarını karşılamak için daha fazla krediye yönlendirdi. Türkiye Bankalar Birliği (TBB) Risk Merkezi’nin açıkladığı veriler şöyle: 2021 yılı Şubat sonu itibarıyla kredi borcu (bireysel, konut, otomotiv, ihtiyaç) olanların sayısı, son bir yılda yüzde 7 artarak 34,5 milyona (tekil kişi sayısı; bazı kişilerin birden fazla kredi borcu var) yükseldi. Bu kişilerin kredi borcu, bir önceki yıla göre yüzde 36 artarak 881 milyar liraya ulaştı. Kişi başına düşen kredi borcu 26 bin lira iken, hane başına düşen ise 55 bin lira.

Rejim krizden başka bir şey üretmiyor

Dünya genelinde salgının en kötü yönetildiği ülkelerden biriyiz. Modi’nin Hindistan’ı, Bolsonaro’nun Brezilya’yı ne hale getirdiğini hepimiz izledik. Başkanlık rejimi salgın yönetiminin bile üstesinden gelemedi. 

Sağlık Bakanı verdiği sözlerin hiçbirini tutmadı, bilimsel gerçeklere sırtını döndü, her şeyin yolunda gittiğine dair ezberini sürdürdü ama vaka sayıları arttı, test yapılan kişi sayısı bilhassa düşürüldü, adına kapanma dense de milyonlarca insan işlerine gitmek zorunda kaldı. Anlaşıldığı üzere, tüm kartlar turizm sezonu için oynanıyor. 

Anketlere göre, toplumun yüzde 74’ü ekonominin kötü yönetildiğini, yüzde 78’i salgının çok kötü yönetildiğini, yüzde 75’i eğitimin çok kötü yönetildiğini söylüyor. 

Artık bir azınlık iktidarıyla karşı karşıyayız. Her şeyi batırmanın bir sonucu olarak hızla taban kaybeden iktidarın tek amacı iktidarda kalabilmek. 

Kantarın topuzu iyice kaçtı. Kayyumlar, HDP’nin kapatılması talebi, İstanbul Sözleşmesi’nin feshi derken şimdi bir de polisin yetki alanını artırmaya girişip kanuna aykırı görevlendirmelere başladılar. Örneğin içki yasağını sürekli kılmak istiyor, içki satışına devam eden büfeleri “sorun alanı” olarak yaftalayıp bu konudaki yetkiyi valiliklere ve dolayısıyla kolluk kuvvetlerine aktarıyorlar. Polise “özel hayatı koruma” adı altında basını engelleme hakkı tanınıyor, suç delillerinin yok edilip faillerin korunmasını kolaylaştırıyorlar. Kolluk kuvvetlerinin keyfi uygulamalarının artacağına hiç şüphe yok. Nitekim birçok gösteride polisin vatandaşlara nasıl hakaret ettiğini, nasıl şiddet uyguladığını yine vatandaşların olay anını kaydetmesi sayesinde belgeleyebiliyorduk ki bu yeni yetkilendirmeyle polisin kanun dışı davranışları da onaylanmış oldu. 

Tek adam rejimi siyasi tutarsızlıklar, keyfi yasaklar ve kanuna aykırı genelgeler ile sürdürülmeye çalışılırken toplumun öfkesi de günden güne büyüyor. Azınlık iktidarının küçük ortağı MHP bile, Cumhurbaşkanı yetkilerini “rasyonelleştirip” sorun yaratan kısımlarını “törpülemeyi” amaçlayan yeni bir anayasa teklifi sundu. İşte bu, her şeyi birlikte batırdıklarının çok açık bir ifadesidir.

---

Krizin çözümü örgütlü işçi sınıfında

1917’de gerçekleşen Rus devriminin liderlerinden Lenin, devrimden iki sene önce yazdığı İkinci Enternasyonal’in Çöküşü başlıklı makalesinde, devrimin koşullarını şöyle anlatıyordu:

“Marksistler için devrimci bir durum olmadan devrimin olabilmesi tartışılamaz, daha da öteye, her devrimci durum bir devrime yol açmaz. Genel olarak konuşacak olursak, devrimci durumun özellikleri nelerdir? Aşağıdaki üç önemli özelliği belirtirsek kesinlikle yanılmış olmayız. (1) Egemen sınıflar için bir değişiklik yapmadan egemenliklerini sürdürmeleri mümkün olmadığı zaman; ‘üstteki sınıflar’ arasında şu veya bu biçimde bir kriz olduğu zaman; bu kriz egemen sınıfın politikalarında ezilen sınıfların hoşnutsuzluk ve kırgınlıklarının ortaya çıkmasını sağlayacak bir yara açtığı zaman. Bir devrimin olabilmesi için ‘alttaki sınıfların’ eski biçimde yaşamak ‘istememeleri’ yetmez, ‘üstteki sınıfların’ da eski biçimde ‘yaşayamaz duruma’ gelmeleri gerekir; (2) Ezilen sınıfların çektikleri ve gereksinmeleri her zamankinden daha şiddetle büyüdüğü zaman; (3) Yukarıdaki nedenlerin bir sonucu olarak ‘barış döneminde’ soyulmalarına sessizce katlanan ama ortalık karıştığında hem krizin yarattığı koşullar hem de bizzat ‘üstteki sınıflarca’ bağımsız tarihsel bir eyleme sürüklenmeleri ile, yığınların faaliyetinde önemli bir yükseliş olduğu zaman.”

Sadece Türkiye’de değil birçok ülkede egemen sınıflar derin politik krizler yaşıyor ve yönetme yeteneklerinin kalmadığını gösteriyorlar. Zaten söz konusu otoriter rejimler olduğunda bir yönetme eyleminden değil, krizleri yeni krizler çıkartarak idare etme durumundan söz edilebilir. 

Yine dünyanın birçok yerinde ezilen sınıfların çektikleri acının dozu artıyor. Salgın giderek daha çok yoksulu öldüren bir krize dönüştü. Türkiye’de de iktidar resmen bir kriz üretme merkezi gibi çalışıyor. Ekonomik alanda, salgının yönetiminde, salgın koşullarında eğitim ve sağlık gibi alanlarda birbirinin peşi sıra yeni krizler yaratılıyor ve her bir krizin faturası işçi sınıfına kesilmeye çalışılıyor.  

Derinlerde dev bir öfke birikiyor.

Fakat kapitalist sistemin, egemen sınıfların ve siyasi iktidarların salgın koşullarında gizleyemedikleri becerisizliklerine; eşitsizliği derinleştiren, ölümlerin artmasına neden olan politikalarına rağmen toplumsal bir devrimin hemen köşe başında bizleri beklediği duygusuna kapılmamalıyız.

Lenin’in altını çizdiği son koşul, “yığınların faaliyetinde önemli bir yükseliş”in yanı sıra, yığınların örgütlenme düzeyinde belirgin bir farklılığın oluşması gerektiğini gösteriyor. Bu alternatif örgütlenme ihtiyacına yanıt verilemezse, kapitalist sistemin emniyet supapları devreye girebiliyor. Hem otoriter rejimlerle hareket alanlarını artıran faşist örgütlenmeler ve Myanmar, Kolombiya Ermenistan gibi ülkelerde devreye giren askeri darbeler, hem de Türkiye’den Fransa ve Almanya’ya kadar birçok ülkede siyasete uyarı mesajları veren emekli askerler, iktidardaki sağcı güçlerden daha sağdaki güçlerin de bu sıralar kendilerince bir hazırlık içinde olduklarını gösterir.

Bu yüzden, kapitalizmin çoklu krizlerine antikapitalist bir alternatifle yanıt vermek, bunun için örgütlenmek çok önemlidir.

Şenol Karakaş 

(Sosyalist İşçi)

Bültene kayıt ol