Balkan savaşları daha bitmeden 1913 Ocak’ında “Babıâli baskını” denilen darbe ile Osmanlı yönetiminin İttihatçıların tekeline girmesiyle dengeler değişti. Bu yönetim topyekun yok etme de (soykırım) dahil olmak üzere her yola başvurmayla Hıristiyan halklardan kurtulmakta kararlıydı. Artık soykırım için fırsat kollanmaktaydı. Dünya Savaşı patlak verince aradıkları “fırsat”ı yakalamış oldular. “Tehcir” soykırımı yapmanın aracı ve örtüsü oldu.
Balkan savaşlarından sonra İttihatçılar tamamen saldırgan bir pozisyona geçmiş, her türlü ölçüsüzce saldırıyı kural haline getirmişti. Çekindikleri tek şey uluslararası baskı ve topyekûn bir direnişti. Her ikisini de devre dışı bırakacak her türlü hile, oyun ve taktik İttihatçıların uzmanlık alanıydı. Ezilen ulusların ve halkların mücadele birliğini örgütleyecek bir önderliğin olmaması İttihatçıların işini kolaylaştırdı.
İttihatçılar, Müslüman ulusların Türkçülüğe asimile edilebileceğini düşünüyordu. Ama Gayrimüslimlerin asimile edilmeleri mümkün görünmediğinden onlardan kurtulmak gerekiyordu. Önce Doğu Trakya’daki Bulgarlarla, Batı Anadolu’daki Rumları kaçırmaya yöneldiler. Ermenilere sıra sonra gelecekti. Bütün Gayrimüslimleri kökünden söküp atarak Anadolu’yu homojenleştirme politikası adım adım hayata geçiriliyordu. Bulgarların ve Rumların gönderilecekleri devletler vardı. Oysa Ermenilerin gönderilecek bir devletleri yoktu. O yüzden onlar için başka bir yol bulmak gerekiyordu. Osmanlı Mebusan Meclisi Reisi Halil Menteşe, anılarında planı en yalın biçimde “Ürkütme”nin yolu katliam, işkence, yağmalama, malını ve barkını yakma, hırsızlık, tecavüz ve akla gelebilecek her türlü kirli çeteci faaliyettir” diyerek özetlemişti.
Soykırım Hazırlıkları
İttihatçılar 1913’te Ermenileri Der Zor Çölü’ne ‘tehcir’ etme kararı aldılar. Bu kararın anlamı en başından beri topyekün bir katliamdır. Zira Talat Paşa, Der Zor ile ilgili araştırma yaptırarak “bu çölde yaşama imkanı yoktur” sözü üzerine Ermenileri oraya sürmeyi planlamıştır. Öncesinde katledilmeseler bile Der Zor’da zamanla yok olacakları planlanmıştır. Her halükarda tehcir kararı, bir topyekün yok etme, soykırım kararıdır.
İttihatçılar soykırım hazırlıkları yaparken, Ermeniler de yeniden tırmanışa geçen devletin zorbalığı ve baskısı karşısında 1912’nin sonlarından itibaren özerklik talebini yükselttiler. Rusya’nın baskısı ve dönemin altı büyük Avrupa devletinin katılımıyla özerklik projesi hazırlanıp 8 Şubat 1914’te Yeşilköy Anlaşması’yla Osmanlı hükümetine kabul ettirildi.
Osmanlı yönetimi, Alman emperyalizmiyle birlikte savaşa girmek için hazırlık yapıyordu. 6 Ağustos 1914 günü Türk-Alman anlaşması imzalandı. Osmanlı hükümeti savaşa girdiğinde artık Ermeniler iyice köşeye sıkışmıştı. Soykırım, Osmanlı savaştan yenilgiyle çıkarsa, altı doğu ilinde bağımsız Ermenistan’ın kurulmasını engellenmenin tedbiri olarak görüldü. 16 Aralık’ta Yeşilköy Anlaşması iptal edilerek özerk Ermenistan yönetimi için gelen valiler memleketlerine geri gönderildi. Artık soykırım planı yürürlüktedir. Bunun için uygun uluslararası koşullar Dünya Savaşı yarattı. İttihatçılar, Türk ulusunu bu yolla, yani Müslümanları Türkleştirerek, Gayrimüslimleri yok ederek oluşturacaklarına ikna olmuşlardı.
Ermeni soykırım projesi Türk-Alman ortak yapımıdır. İttihatçılar egemen bir ulus olarak kalabilmek için Anadolu ve Mezopotamya’da Türk olmayanların oranını yüzde 25’in altına indirme fikrini Almanya’dan almıştı. Alman devlet yöneticileri, 1913 yılında İttihatçılarla Ermeni meselesi ile ilgili tartışmalar yürütmüş ve onları Türkleştirme politikaları konusunda teşvik etmişlerdir. Almanya’nın İttihatçıların Ermenilere karşı soykırım politikalarını destekleme çizgisi imparator II.Wilhelm’in 1894-96 Ermeni kırımı döneminde Sultan Abdülhamit’e verdiği desteğin devamıdır.
Almanya Ortadoğu için İngiltere ile Kafkasya için Rusya ile rekabet halindeydi. Ermenilerin İngiltere ve Rusya ile iyi ilişkileri ileride Almanya’nın emperyalist planlarını bozabilirdi. Ermenileri kısa sürede kazanmak mümkün olmadığına göre onlardan kurtulmak Alman emperyalizminin de çıkarınaydı. Almanlar soykırıma doğrudan iştirak etmeseler de suç ortaklığı yaparak destek sağladılar. Ayrıca, Ermeni kiliselerinden, evlerinden, işyerlerinden cam başta olmak üzere toplanan metaller eritilerek Almanya’ya yollanmıştır. Bunlar silah yapımında kullanılmaktaydı.
26 Şubat 1915’te Ermeni soykırım planı nihai şeklini almıştı. İttihatçılar kendilerini haklı göstermek için Harb Mecmuası dergisi üzerinden propaganda yapıyorlardı. Silahlı tarafsızlık ilkesini öne süren imparatorluk yetkilileri 2-3 Ağustos 1914’te seferberlik ilan etti. Bu plandan etkilenen Ermeni erkekler üç aşamada askere alındı. İlk askere çağrılan 20-45 yaş grubunu, 15-20 yaş grubu ve son olarak askeri malzemenin nakliyesinde kullanılmak üzere 45-60 yaş grubu celpleri izledi, askere alınan Ermeniler soykırım sırasında kendi birliklerinde katledildiler. 6 Eylül 1914 te Dahiliye Nazırlığı taşrada görevli yetkililere şifreli gönderdiği emirle Ermeni siyasi ve cemaat liderlerinin gözetim altında tutulması talimatını verdi.
İTC Merkez Komitesi Hükümet üzerindeki hâkimiyetine dayanarak tehciri kolaylaştırmak için 1 Mart 1915’te Meclisi Mebusanı askıya almaya karar verdi. İttihatçı liderler, Ermeni Sorununu soykırımla çözmek için “Teşkilatı Mahsusa” isimli bir gizli örgüt kurdu. Devlet içinde devlet işlevi gören bu kuruluşun görevi Ermeni kafilelerini pusuya düşürerek imha etmekti. Teşkilatı Mahsusa’nın kadroları imparatorluk hapishanelerinden salıverilen ağır suçlulardan hüküm giyen eski mahkûmlardan oluşuyordu.
İttihatçılar için Ermenilerden kurtulmanın şartlarını İTC İcra Komitesi üyesi Bahaeddin Şakir, şöyle anlatmaktadır: “Avrupa devletlerinin müdahale etmesi gibi bir korkumuz yoktur, dünya basını da protesto sesini yükseltemez. Protesto etse bile hiç bir sonuç vermez, ileride sorun bir oldubitti haline gelir.” Dünya Savaşı hızla bütün ülkelere yayılırken, Anadolu ve Mezopotamya halklarının üzerine kara bulutlar çökmeye başladı. Savaş koşullarında soykırımı engelleyecek hiçbir güç yoktu. Soykırım Ermeni, Süryani, Keldani ve Rumlara nasıl ki büyük bir felaket ve trajedi getirdiyse; Türk, Kürt, Çerkez ve Müslüman halkları da bu büyük suçun sorumlusu yaptı.
1915: Soykırımla Gelen Yıkım
Balkan savaşlarından hemen sonra başlayan 1.Dünya Savaşı ortamında, 1915 yılı Nisan ve Temmuz ayları arasında ağırlıklı olarak Doğu Anadolu’da bulunanlar olmak üzere Osmanlı Devleti sınırları içindeki tüm Ermeniler (İstanbul’daki bir kısım Ermeniler hariç) tehcire ve soykırıma uğratıldılar.
Soykırımın başlamasından hemen önceki aylarda 2 Kasım 1914’te Osmanlı Devletinin Rusya’ya savaş ilanı ile birlikte Rus ordusu 5 Kasım’da Van bölgesine saldırı başlattı. Van valisi Cevdet Paşa (Enver Paşa’nın kayınbiraderi), Van bölgesindeki Ermenilerin Ruslarla işbirliği yapacağı iddiası ile Nisan 1915’te emrindeki jandarma birlikleri ile Ermenilere karşı katliama girişti. Katliamlar devam ederken Mayıs ayında Ruslar Van’ı işgal etti. Van’daki bu katliamlar, İttihatçı yönetim tarafından Ermeni ayaklanması olarak nitelendirildi ve soykırım için düğmeye basıldı.
İlk tehcir uygulaması, resmi kararnameler yayınlanmadan Mart 1915 sonunda Zeytun Ermenilerinin önce Konya’ya, daha sonra da Deyr Zor’a gönderilmesi ile başlamıştı. 24 Nisan 1915 tarihinde Dahiliye Nazırı Talat Bey, Ermeni örgütlerinin kapatılması, mensuplarının tutuklanması ve her türlü belgelerine el konulması ile ilgili kararı yayınladı. 24 Nisan 1915 genelgesi üzerine İstanbul'da ilk etapta 235 Ermeni aydın, gazeteci, milletvekili tutuklanarak Çankırı ve Ayaş'a gönderildi. Bu sayı 24 Nisan 1915 gününü takip eden birkaç hafta içinde 2345'e ulaştı. Tutuklananlar arasında milletvekilleri, tanınmış yazar ve şairler, sanatçılar, din adamları ve işadamları vardı. Sürülenlerin çoğu yollarda öldü veya öldürüldü. İttihatçı yönetimin 24 Nisan 1915’te İstanbul’daki iki yüzden fazla milletvekili, yazar, sanatçı, aydın kitlesini sürgüne gönderip büyük çoğunluğunu orada yok etmesi, Ermeni toplumuna vurulan ilk büyük darbe olmuştur. 24 Nisan, günümüzde Ermeni Soykırımını Anma Günü olarak kabul edilmektedir.
Bir ay sonra, 27 Mayıs 1915'te çıkarılan Tehcir Kanunu ile yerel mülki ve askeri yöneticilere, Ermenileri geçici olarak başka yere naklettirme yetkisi verildi. 30 Mayıs günü Bakanlar Kurulu kararıyla tehcir süresiz hale getirildi. Aynı yılın Haziran ayında çıkan ek kanun sürgüne gidenlerin mallarının nasıl idare edileceği, bu kişilerin nasıl korunacaklarını malların kamusal açık arttırmalar yoluyla nasıl elden çıkarılacağını, elde edilen gelirlerin savaştan sonra dönen sahiplerine iade edilmek üzere rehin tutulacağına dair şartları içeriyordu. Ermenilerin tüm mallarına el konulmuştu.
10 Haziran'da “Ermenilere Ait Mal, Mülk ve Arazilere Uygulanacak İdare Hakkında Yönetmelik” yayınlanarak Ermenilerin boşalttığı yerlere Türk-Müslüman göçmenler yerleştirilmeye başlandı.
24 Mayıs 1915’te Müttefikler (İngiltere, Fransa ve Rusya) yayınladıkları ortak deklarasyonla katliamlarla ilgili Osmanlı devletini kınadılar. İnsanlığa ve uygarlığa karşı işlenen suçlar ışığında Osmanlı devletinin ve hükümetin tüm üyelerinin açıkça sorumlu tutulacağını ilan ettiler.
Soykırımın başladığı günlerde aynı zamanda Çanakkale savaşı da devam etmekteydi. Savaşın ağırlığının en fazla hissedildiği bu aylarda İttihat ve Terakki hükümetinin yıllardır planladığı Ermenilere karşı tehcir ve soykırım uygulaması savaş ortamında dünya kamuoyunun ilgisini çekmedi. Tehcir kafileleri yola çıkarıldığında, hasta ve yaşlılar yolculukların başlarında öldü. Kalanlar yollarda İttihat ve Terakki yöneticilerinin, Teşkilatı Mahsusa’nın organize ettiği çeteler, aşiretler, hapishanelerden bırakılan mahkûmlar tarafından yok edildi. Ayrıca pek çok bölgede, özellikle Güneydoğu Anadolu’da (Van, Bitlis, Diyarbakır, Mardin) tehcir uygulaması yapılmaksızın Ermeniler bulundukları illerde katledildi. Kafilelerin başındaki birlik komutanlarının kişisel inisiyatifi ile tehcir yeri olan Suriye’deki Deyr Zor çölüne varabilenlerin çoğu ise orada açlık, susuzluk ve hastalıktan öldü. Mardin ve Diyarbakır bölgesindeki Süryaniler ile Hakkâri'deki Nasturiler de tehcir ve soykırıma tabi tutulmuşlardır.
Çeşitli kaynaklarda 1.000.000-1.200.000 Ermeni'nin tehcire tabi tutulduğu, bunların 800.000'inin yollarda öldürüldüğü veya göçler sırasında yaşanan hastalık, açlık nedenleriyle öldüğü, doğrudan bulunduğu köy ve kasabalarda katledilenlerle birlikte bu dönemde hayatını kaybeden Ermeni sayısının 1 milyonu bulduğu kabul edilmektedir. Yaklaşık 1,5 milyonluk Anadolu Ermeni nüfusu savaş bittiğinde 70 binlere inmişti. Tehcir ve soykırım sırasında sahipsiz kalan pek çok Ermeni çocuk evlatlık olarak alınmış ve Müslümanlaştırılarak asimilasyoncu politikalar devam edilmiştir. Günümüzde Müslümanlaştırılmış Ermenilerle ilgili pek çok öykü anlatılmaya devam etmektedir.
Kısa sürede boşaltılan Ermeni köylerine Balkanlardan gelen Müslüman göçmenler yerleştirildi. Ermeni mallarına, varlıklarına el konuldu. Tam bir etnik mühendislik uygulaması yapıldı. Yazılı tarihin başlamasından bile önce Anadolu’da yaşamakta olan Ermeni halkı 1915’te yok edildi.
Bir buçuk milyon Ermeni halkının yok edilişinin modern kamu bilincinde düşük etki uyandırması, sorumlularının cezalandırılmamış olması, uluslararası toplumun soykırım eylemlerini önleme veya cezalandırma yeteneği hakkında kuşku doğurmaya devam etmektedir.
Cumhuriyet dönemi
1914 verilerine göre Osmanlı Devletinin yüzde yedisini (2 milyon) oluşturan Ermeniler, Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra yapılan ilk sayımda nüfusun binde beşine (70 bin) inmişti. Daha sonraki yıllarda Ermenilerin giderek azalan nüfus oranı bugün binde bir (80 bin) seviyesindedir. Osmanlı döneminde 2000 civarında olan kilise sayısı 40’a, 3000 olan okul sayısı ise tamamı İstanbul’da olmak üzere 16’ya inmiştir. 2000’li yılların başında Sivas, Kayseri, Malatya, Elazığ, Siirt ve Diyarbakır kent merkezlerinde yaşayan az sayıda Ermeni ailesi bulunmaktadır. Hatay’ın Vakıflı köyü halen yaklaşık 300 Ermeni’nin toplu olarak yaşadığı tek Anadolu köyü durumundadır. Cumhuriyet döneminde Ermeni nüfus dış göçlerin devam etmesi nedeniyle sürekli azalmaktadır. Azınlıklar üzerindeki baskıların arttığı dönemlerde göçler hızlanmaktadır. 2.Dünya Savaşı başlarında 20 Kur’a Askerlik (1941) ve Varlık Vergisi (1942) uygulamaları, 6-7 Eylül (1955) Olayları göçleri hızlandıran etkenlerdir.
Cumhuriyet döneminin çok kültürlülüğe kapalı, Gayrimüslimleri dışlayan ulus devlet kurgusu, eşit yurttaşlığı reddeden anti demokratik uygulamaları Ermenilerin kendilerini ikinci sınıf vatandaş hissetmesine neden olmaktadır. Ermeniler resmi tarih anlatımında “yabancı” veya “yerli-yabancı” olarak tanımlanmakta ve ötekileştirilmektedir. Sadece yerel siyasette bazı sorumluluklar almakta, onun dışında Cumhuriyet dönemi boyunca aktif siyasetten, bürokrasiden, yargıdan, üst düzey kamu görevlerinden dışlanmaktadırlar. Çeşitli zorluklarına rağmen Ermeni cemaat kurumlarının yaşatılması daha çok içe dönük bir faaliyet olarak gerçekleşmektedir. 1995’lerden itibaren etnik kültürel Ermeni kimliği ile yurttaşlık bilinci ve haklarının birlikte vurgulanmaya başlanması sonucu, yeni bir süreç yaşanmaya başlanmıştır.
öncesi mi...
öncesi yok bu hikayenin
kötülüktü alt tarafı her yanlışa çok vakit var…
(Sezai Sarıoğlu)
Şengül Çifci
(Küresel BAK'ın Ermeni Soykırımı broşüründen alınmıştır)