İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin başlattığı Türk/Müslüman/Sünni/Erkek ulus-devlet projesi, 1940’lı yıllarda artık azınlık haline gelmiş olan Hıristiyanların ve Yahudilerin servetlerine el koyma ve Türk/Müslümanlara aktarma şeklinde devam ediyordu.
CHP tek parti hükümeti tarafından1942 yılında çıkartılan Varlık Vergisi, bu sürecin ayaklarından biriydi. Özellikle İstanbul’da yaşayan Yahudilere, Ermenilere ve Rumlara, bunların vurguncu, karaborsacı, soyguncu olduklarına dair yapılan propagandalardan sonra, ödemeleri imkânsız olan ağır vergiler getirildi. Pek çok ailenin her şeyine el konuldu, ödeme gücü olmayan erkekler Erzurum’un Aşkale ilçesinde Nazilerden örnek alınarak kurulan toplama kampında taş kırmaya gönderildi.
İkinci Dünya Savaşı’nın ağır koşulları altında Türkiye’de ekonomik durum iyiden iyiye bozulmuştu. “Milli Koruma Kanunu” gibi Müslüman/Türk orta ve üst sınıfları korumaya yönelik politikalar sonuç vermemiş, hükümet aleyhine giderek daha yüksek sesler çıkmaya başlamıştı. Başbakan Refik Saydam’ın aniden ölmesi üzerinde, 9 Temmuz 1942’de Şükrü Saraçoğlu başbakanlığa getirildi. Saraçoğlu, yaptığı konuşmada “Biz Türküz, Türkçüyüz ve daima Türkçü kalacağız. Bizim için Türkçülük bir kan meselesi olduğu kadar ve laakal (en az onun kadar) bir vicdan ve kültür meselesidir. Biz azalan ve azaltan Türkçü değil, çoğalan ve çoğaltan Türkçüyüz ve her vakit bu istikamette çalışacağız!” dedi.
Saraçoğlu hükümetinin ilk icraatı Varlık Vergisi Kanunu’nu çıkarmak oldu. 11 Kasım 1942 tarihinde TBMM’de oturumda hazır bulunan 350 milletvekilinin oybirliğiyle kabul edilen kanuna göre, bazı varlıklı kesimlerden bir defalık olağanüstü servet vergisi alınacaktı. Bu varlıklı kesimlerden kimlerin kast edildiği, aylar öncesinden başlatılan kara propagandayla açıkça anlaşılmıştı. Gazete ve mizah dergileri antisemit haberlerle, nefret ve kin kusan yazı ve çizgilerle doluydu. “Vurgunculara ders olsun. İzmir'de bir Yahudi 5 sene hapse mahkûm oldu.” (Tasvir-i Efkâr, 1 Temmuz 1942), “Mal saklayan tacirler, iki Yahudi ticarethanesi sahipleri milli korunma mahkemesine verildi.” (Cumhuriyet, 14 Ağustos 1942), “İki Yahudi çocuğunun marifeti! Hava Kurumu menfaatine rozet dağıtırlarken kutuya atılan paraları çalıyorlardı.” (Cumhuriyet, 31 Ağustos 1942), “Kiraların artmasına Yahudiler sebep olmuş.” (Tasvir-i Efkâr, 8 Ekim 1942).
Kanun metninde aslında ‘gayrimüslim’, ‘Müslüman’ gibi ayrımlar yoktu, 18 Kasım 1942’de vergi listelerinin yayınlanmasıyla birlikte, kanunun Yahudileri ve Hıristiyanları hedef aldığı açıkça görüldü. Aynı işi aynı şekilde yapan tüccar, esnaf, serbest meslek sahiplerinin Türk/Müslüman olanları sanki birdenbire görünmez oluvermiş, Yahudi, Ermeni ve Rum olanlarına ise ödenmesi mümkün olmayan ağırlıkta vergiler uygun görülmüştü. Ermenilerden %232, Yahudilerden %179, Rumlardan %159, Müslümanlardan ise %4,94 vergi ödemeleri bekleniyordu.
Üstelik tahakkuk ettirilen vergilerin 15 gün zarfında ödenmesi isteniyordu.
Bu paraların 15 gün içinde toplanması mümkün değildi. Bazı kişilerden 400 bin lira vergi ödemeleri isteniyordu. O günlerde bir cumhuriyet altını 8 liraydı; yani 15 gün içinde 50 bin altın ödemeleri bekleniyordu.
Marika Şişmanoğlu o günleri şöyle anlatıyordu: “Bakırköy’de doğdum ve hayatımın ilk yıllarını geçirdim. Babam Grigorios tüccar ve beyaz eşyalar ithalatçısı idi. Dükkânı da Eminönü’ndeydi. 1943’un başında 30 bin lira Varlık vergisi tarhedildi. Bu miktar dayanılmazdı. Düşünün aynı durumda bölgede en iyi dükkâna sahip Türk tüccar, Suraski’ye yalnız 800 lira vergi tarhedildi. İki evimiz vardı, bunlardan 10 odalı olan ev 7 bin liraya satıldı. Babam her iki evi ve dükkânı satmaya mecbur kaldı ama borcunu ödemeye muvaffak olamadı. Böylece tutuklandı ve Aşkale’ye sürüldü. Henüz 1941’de kadın elbiseleri imalat fabrikası açan amcam Yeorgio Şişmanoglu’na büyük vergi tarhedildi ve mâli açıdan mahvoldu. Aşkale’ye sürüldü ve hemen hemen bir yıl sonra kötü bir durumda geri döndü.”
Birçok Yahudi, Ermeni ve Rum, 15 gün içinde vergilerini ödeyemediği için malvarlıklarına haciz geldi ve 339 ev, 197 dükkân, 80 apartman, 190 arsa, 42 depo, 7 han, 5 fırın, 12 tarla, 2 hamam, 1 köşk, 8 imalâthane ve fabrika, 5 mağaza, 2 deniz motoru açık artırmayla satıldı.
Her şeylerinin ellerinden alınmasına rağmen satılan malları vergi borcunu karşılamayanlar, 27 Ocak 1943’te, kış mevsiminin en çetin günlerinde, Eskişehir’in Sivrihisar ve Erzurum’un Aşkale ilçelerinde kurulan toplama kamplarına gönderildiler. Bu toplama kampları Nazi modeline uygun olarak yapılmıştı, hatta üst düzey Türk memurları 1942 yılının sonlarında savaşa ve kışa rağmen Almanya’ya giderek Sachsenhausen Toplama Kampı’nı ziyaret etmişlerdi.
Aşkale’ye gönderilen 1,229 mükelleften 21’i (bir kaynağa göre 25’i) kötü hayat koşulları ve yetersiz tıbbi bakım yüzünden kampta hayatını kaybetti. Hayatını kaybetmeyenler arasında ruh ve beden sağlığını, üzüntüye dayanamayan yakınlarını kaybedenler oldu.
Un tüccarı Yorgo Hacıdimitriadis, Aşkale’de geçirdiği ilk günü şöyle anlatıyordu: “4 Nisan: Pazar olmak münasebeti ile bazı arkadaşlar hamama gittiler. O meyanda [sırada] emir geldi saat birde iş başına hazır olmamız için ve saat birde ikişer kişilik kafile halinde guruba gittik... Pazar olduğundan Erzurum halkı bizi seyre gelmiş ve çokları gülümser ve hakaretli sözlerle alay ediyorlardı. Gurup binasında kazma, kürek ve el arabaları verdiler ve bina yolundaki kar ve sair pislikleri temizlememizi emrettiler. Saat 17.30’a kadar çalışdık. Bina etrafında seyirciler eksik değildi. Çalıştığımız yer arka sokak, geçitle-temizlikle alakası olmayan tam manası ile mezberelik bir mahal [yer] idi. Öyle ki, havanın çok soğuk olmasına rağmen, kazmanın altından teafunlar [pis kokular] hissediliyor idi.”
Ancak Almanya’nın savaşı kaybedeceği anlaşılmaya başlandığında ve uluslararası platformda Türkiye’ye yönelik Varlık Vergisi eleştirileri ayyuka çıkınca, yaklaşık 10 aylık bir dönemden sonra 17 Eylül 1943 tarih ve 4501 sayılı yasayla Aşkale tutsakları peyderpey evlerine geri gönderilmeye başlandı.
15 Mart 1944 tarih ve 4530 sayılı "Varlık Vergisi Bakayasının Terkinine Dair Kanun" ile o tarihe kadar tarh edilmiş, ancak tahsil edilememiş vergilerin silinmesiyle "Varlık Vergisi" uygulaması ortadan kalktı. Ancak olan olmuş, 300 milyon TL’den fazla bir servet ulus-devlet politikalarına uygun olarak Türk/Müslüman burjuvaziye aktarılmış, sayısız Ermeni, Yahudi ve Rum’un hayatı bir daha toparlanamayacak şekilde zarara uğratılmıştı.