Resmi tezlerin izin verdiği kadar yaşayabilirsiniz!

16.01.2021 - 11:20
Haberi paylaş

2000’li yılların başında dünyada, bir yandan neoliberalizme karşı antikapitalist hareket yükselirken bir yandan da savaş çığlıkları atanlara karşı bir hareket inşa ediliyordu. Biz Türkiye’de yaşayanlar ise bu küresel hareketin parçası olmaya çalışırken aynı zamanda Türkiye’deki milliyetçi hezeyanlar ve saldırganlıklar ile uğraşıyorduk. 

Bu milliyetçi ve ırkçı hava sadece devletin derinlerine işlemiş ve devlet tarafından karşımıza çıkarılan bir şey değildi, aynı zamanda kendisini sol ve muhalif görenler için de “milliyetçilik” kimliklerinin çok önemli bir parçasıydı. 

Bu yaratılan milliyetçi hava tüm toplumu resmi tezcilik etrafında hizaya getirmek için elinden geleni yaptı. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan beri kafamıza vura vura öğretilen resmi tez, askeri darbeler ile pekiştiriliyordu. 

Her türlü örgütlenmenin, en ufak bir farklı sesin çıkmasından da pek hoşlanmıyordu. Hele ki kimliğinizde, ‘Türk’lükten farklı bir şeyi ima ediliyorsa, bu hoşlanmama nefret duygusu halini alabiliyordu. Böyle bir havanın ortasında 2007’de Hrant Dink katledildi.

***

90’lardan ve tabi öncesinden de kalan bu milliyetçilik mirası, 2000’lerin başında da pek çok kirli ve kanlı olayın arkasında ideolojik temel oldu. Neredeyse hiç kimse, hiçbir kurum bu mirastan geri kalmak istemiyor, paylaşıldıkça artan bir şekilde bu miras çoğalıyordu. 

Şemdinli

2005 yılı Kasım ayında Şemdinli’de Umut Kitabevi bombalandı. İlçe halkı failleri buldu, kanıtları topladı ve devlete teslim etti. Ancak sorumluların yargılanması konusunda pek dişe dokunur bir şey yapılmadığını hepimiz gördük, izledik. Yapılmayanlara, yakalanmayanlara, yargılanma olmamasına yönelik tepkiler giderek yükseldi. 

Cenaze törenine 50 bin kişi katıldı. Faillerin kim tarafından nasıl korunduğunu biliyorduk. Ana akım medya ve devlet, failleri değil, cenazeye katılanların bölücülüğünü konuşmayı tercih etti. 

Orhan Pamuk başımızın tacıdır

2005 yılında Orhan Pamuk’un Nobel ödülüne aday gösterilmesiyle, milliyetçilerin sinirleri bozuldu! Çünkü Orhan Pamuk bir röportajda "Bu topraklarda 1 milyon Ermeni, 30 bin Kürt öldürüldü" demişti. 

Cumhuriyet’inden Hürriyet’ine, milliyetçilik mirasından herkes bir parsel kapma yarışına girdi. Hatta Sinema Severler derneğinde Orhan Pamuk’u telin toplantısı bile yapıldı. Tabi ki yukarıdaki sözlerinden dolayı Orhan Pamuk’a TCK’nın 301. maddesinden "Türklüğe hakaret" davası açıldı. 

301 

“Türklüğü, Cumhuriyeti, devletin kurum ve organlarını aşağılama” suçunun tanımlandığı TCK'nın 301. maddesinden yüzlerce kişiye dava açıldı. Hürriyet gazetesi bile 2007 yılında son iki yılda 301’den 835 kişiye dava açıldığının haberini yaptı. 

Haklarında dava açılan insanların bir kısmının “suçu” Ermeni sorunu hakkında konuşmaktı. 301. maddeden yargılananlar arasında Hrant Dink, Aydın Engin, Eren Keskin, Orhan Pamuk, Elif Şafak, Agos Gazetesi imtiyaz sahibi Sarkis Seropyan gibi isimler vardı. 

301. madde ve 301. madde’nin sevenleri tabi ki sadece Ermeni meselesi hakkında konuşanları hedef almıyordu. Mardin'in Kızıltepe ilçesinde evinin önünde kurşuna dizilerek öldürülen 12 yaşındaki Uğur Kaymaz'ın amcası Reşat Kaymaz da 301. maddeden 6 ay hapis cezası aldı. Amca Kaymaz "Ağabeyim ve Uğur terörist değildi. Onları öldürenler terörist" dediği için yargılandı.

O sırada dönemin Dışişleri Bakanı Abdullah Gül: "301'i bu kadar da büyütmeyin. Bu maddeden ceza alan bir kişi bile yok." diyordu. Adalet Bakanı Cemil Çiçek, Hrant Dink’in öldürülmesinden sonra bile 301. maddenin kaldırılmasını savunan aydınları ikiyüzlülük ve omurgasızlıkla suçladı. 

Muhalefet lideri Deniz Baykal ise TBMM’deki AB Uyum Yasası isimli tartışmalar kapsamında: "Mesela 301. madde... 301. madde, Avrupa ülkelerinde var mı yok mu, bunu öğrenmek istiyorum. Ne istiyorsunuz bizden?" diye 301. maddeyi savundu. 301. madde etrafında oldukça birleşmiş, ayrımcı yasaları da arkasına alan, güçlü bir cephe ile boğuşmak zorunda idik. 

Türkiyeli de mi demeyelim?

Anayasa'ya "Türklük" yerine "Türkiyelilik" kavramının konulması gerektiğinin savunulduğu "Azınlık Hakları Raporu" nedeniyle, Prof. Dr. Baskın Oran ve Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu’na dava açıldı. Davadan beraat ettiler ama yaratılan havadan hiçbirimiz kurtulamadık. 

Raporu televizyon ekranlarında yırtanlar, rapor basına açıklanırken Kaboğlu’na fiziki olarak saldıranlar vardı.

Ermeni konusu konuşulmuştur!

Boğaziçi Üniversitesi’nde 2005 yılında yapılması planlanan Osmanlı Ermenileri adlı Konferans için dönemin Adalet Bakanı Cemil Çiçek, "Milleti arkadan hançerliyorlar" dedi. Ardından CHP’li Şükrü Elekdağ Boğaziçi Üniversitesi’ni, Türkiye’yi suçlayan birkaç kişinin maşası olmakla itham etti. Ardından da "Çiçek'in konuşmasına katılıyorum, hatta az bile buluyorum. Ben kendisinden daha ağır sözler söyledim, 'ihanet' dedim" diye ekledi. 

AKP Aksaray milletvekili Ramazan Toprak konferansın iptalini yeterli bulmamış olacak ki konferansla ilgili soruşturma açılmamasına tepki gösterdi. Bütün bunların sonucunda yapılması planlanan konferans ertelendi. 

Ancak Hukukçular Birliği Derneği (Kemal Kerinçsiz’in de içinde bulunduğu dernek) AKP Aksaray Milletvekiline kulak vermiş olacak ki konferans için İstanbul 4. İdare Mahkemesi’ne başvurdu. Mahkeme yürütmeyi durdurma kararı verdi. 

Bu konferansa karşı çıkanların çoğunluğu zaten bu konunun halledildiğini, konuşmanın bir anlamı olmadığını, bu konunun konuşulmasının Türklüğü zedeleyeceğini çeşitli kereler, çeşitli yerlerde, çeşitli gazetelerde dile getirdiler. Ermeni meselesi zaten hallolunmuştu, konuşmaya gerek yoktu!

Santoro cinayeti

Nefret ortamı sadece yazılı basında saldırı, dava açmalar, mahkeme basmalar aşamasında kalmadı, cinayetleri de beraberinde getirdi. 5 Şubat 2006’da Trabzon’da, Rahip Santoro 16 yaşındaki bir çocuk tarafından öldürüldü. Çocuk parayı nasıl buldu da bir silah aldı kimse bilmiyor. Ama bir kişinin inancından ya da ırkından dolayı öldürülmesi ile değil, turizm gelirine etki edip etmemesi ile ilgilenen dönemin Turizm Bakanı’nın söyledikleri çok şey ifade ediyor. 

Bakan Atilla Koç: "Rahip Santoro cinayetiyle ilgili herhangi bir seyahat kısıtlaması veya rezervasyon iptali veya olumsuz anlamda talep kayması yaşanmamış, Avrupa'da tatil yapmayı planlayan Arap ülkeleri vatandaşlarının Türkiye'ye yöneldikleri gözlenmiştir" diye bir açıklama yapabildi.

Hrant Dink

Bütün bu ‘yasal’ olarak gösterilen süreçlerin ardında başka bir süreç daha örgütleniyordu. Hem yasal olarak Türklüğe hakaretle, 301 ile halkı kin ve düşmanlığa teşvik ile yargılamalar sürüyor, hem de ulusal basında hiç durmadan çıkan olumsuz yazılarla, demeçlerle hedef göstermeler devam ediyordu. Hedef gösterme elbette nefret söylemiyle el ele ilerliyordu ve elbette sadece sözde kalmıyordu.

O sırada Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni olan Hrant Dink’in de bulunduğu bir grup yazar yargıyı etkilemek"ten yargılandıkları davada fiziki saldırıya uğradılar. Kemal Kerinçsiz ve adı Susurluk davasında da geçen emekli general Veli Küçük'ün bulunduğu bir grup, duruşma sırasında kalem, bozuk para atarak provokasyon yarattılar, sanık avukatlarını ve mahkemeyi izlemeye gelenleri tehdit ettiler. 

Hrant Dink’e karşı olan linç girişimi bununla bitmedi elbette. 301’den yargılanan Hrant Dink 6 ay hapis cezasına mahkûm edildi, cezası ertelenen Hrant Dink daha önce ceza aldığı yazıyı yeniden yayınladığı için bir dava daha açıldı. 

Hrant Dink sadece yasalarla boğuşmak zorunda kalmadı. Agos’un önünde bir gece ansızın gelebiliriz eylemleri yapanlar, adliyelerde kalem fırlatanlar, gazetelerde hedef gösterenlerle de uğraştı. 

Sabiha Gökçen yazısı üzerine Genelkurmay Başkanlığı Genel Sekreterliği şöyle bir açıklama yaptı: Sabiha Gökçen aynı zamanda Atatürk'ün, Türk kadınının Türk toplumu içinde bulunmasını istediği yeri gösteren değerli ve akılcı bir sembolüdür. Böyle bir sembolü amacı ne olursa olsun tartışmaya açmak, milli bütünlüğe ve toplumsal barışa katkısı olmayan bir yaklaşımdır. Bir iddiayı, milli duygu ve değerleri de kötüye kullanarak bu şekilde yayımlamanın habercilik olarak nitelendirilmesini kabul etmek mümkün değildir.

Bu bildiriden sonra Valiliğe çağırılan Hrant Dink Vali yardımcısı ve MİT görevlileri tarafından uyarıldı. 

Öldürüldüğü 19 Ocak 2007 günü, Agos gazetesinde yayınlanan yazısında Hrant Dink hissettiklerini, yaşadıklarını şöyle anlatıyor:

“Her seferinde ‘Türk düşman’ olarak biraz daha meşhur ediliyordum.

Adliye koridorlarında üzerime saldırıyordu faşistler, ırkçı küfürlerle.

Pankartlarla hakaretler yağdırıyorlardı. Yüzlerceyi bulan ve aylardır yağan telefon, email, mektup tehditleri her seferinde biraz daha artıyordu.”

Bu hava, bu nefret Hrant’ın katledilmesine kadar gitti. 301'i bu kadar da büyütmeyin, ceza alan bir kişi bile yok diyenler, 301. maddenin yarattığı nefret ortamından sorumludur. Tanırım iyi çocuklardır diyenler bu ortamı yaratmaktan sorumludur. 

Zirve Yayınevi katliamı

Hrant Dink cinayetinden hemen sonra, 18 Nisan 2007’de, Malatya’da Hristiyan içerikli yayın yaptığı bilinen Zirve Yayınevi’nde üç kişi bıçaklanarak öldürüldü. 19-20 yaşlarındaki zanlılar olay yerinde yakalanmıştı. Eline silah alanları kışkırtan başka şeyler vardı. 

Daha öncesinde de Zirve Yayınevi defalarca tehdit edilmiş, misyonerlik yapıyorlar diye yerel gazeteler tarafından hedef gösterilmişlerdi. Hatta dönemin Malatya Valisi, yayınevinin daha önce de saldırıya uğradığının hatırlatılması üzerine, emniyette korunma talebinin olmadığını ifade edebildi. 

Her bir olayda silahları tutanlar yakalandı ama silahları ellerine verenler hala tutuklanmadı. 

Hepimiz Ermeniyiz dememize alınanlar!

Bu bir türlü dinmek bilmeyen milliyetçi tepki, Hrant Dink’in cenazesinde, arkasından yürüyen on binlerce insanı karalamak için bile kullanıldı. Hrant Dink öldürüldüğü an herkes Ermeni olduğu için öldürüldüğünü biliyordu. Onun için binlerce insan Agos’un önüne gitti. Pek çok şehirde insanlar meydanlara çıkıp Hepimiz Ermeniyiz diyerek toplandı. 

Cenazeyi Hepimiz Ermeniyiz sloganı ile yapmanın yanlış olduğunu iddia edenlerden tutun da cenazenin sessiz olmasını protesto edip gelmeyeceğini açıklayan solculara kadar herkes safını belli etti. Oysa Hrant Dink’in cenazesinde, o sessiz vedalaşma, Hepimiz Ermeniyiz sloganıyla, ses çıkarmadan haykıran on binlerce insandan oluşan kalabalık, yüzyılın en güçlü, en etkili eylemlerinden birisini şekillendirmişti. Sessiz vedalaşma yüzyılın en güçlü seslerinden birisi olmuştu. 

Hrant Dink’in öldürülmesinin hemen üzerine, Cinayeti ABD’deki Ermeni lobisi yaptı diyen yalancılar o sesi duydu. Bu kurşun Türkiye’ye sıkılmıştır diyen yalancılar, o sesi duydu. Gerçek katiller Türkiye içinde olamaz diyen yalancılar o sesi duydu. Hepimiz Ermeniyiz diye sokağa çıkanlar katili biliyordu. Hepimiz Ermeniyiz sloganından korkup bu yalanların arkasına sığınanların bildiğini de biliyoruz. 

Sevag Balıkçı cinayeti

1915’le hesaplaşma, 1915 ile yüzleşmenin önemini anlatan Hrant Dink bize bir miras bıraktı. Bu yüzleşmenin gerçekleşmesiyle cinayetlerin önüne geçilebilir. Bu yüzleşme gerçekleşmediği sürece pusuda bekleyen güçler, arkasına koskoca resmi tezleri, egemen fikirleri, ulusal medyanın saldırganlığını alarak, her yüzleşme diyene, her farklı sese saldırmaya hazır bekliyor olacak. Bu cinayetlerden biri de 24 Nisan 2011’de askerdeyken öldürülen Sevag Balıkçı cinayeti oldu. 

1915 ile yüzleşmenin önemi

Hrant Dink’in öldürülmesinden önce pek de gündemde olmayan, çok az yayında söz edilen, hatta az sayıda sosyalistin gündeminde olan, ama Hrant Dink’e cezalar aldıran, sonunda öldürülmesine sebep olan 1915 ile yüzleşme meselesi, herkesin gün gibi karşısında duruyor artık. Cenazeden bir yıl sonra Ermenilerden özür diliyorum kampanyası imzaya açıldı. 24 Nisan 2010’da Taksim’de ilk anma gerçekleştirildi. 

Hrant Dink’in cenazesinde sokağa çıkan, Hepimiz Ermeniyiz diyen yüzbinlerden sonra hepimiz artık Sevag Balıkçı’nın neden 24 Nisan’da öldürüldüğünü biliyoruz. Hepimiz artık Türkleştirilmiş Ermeniler olduğunu biliyoruz. Anadolu’nun hemen her yerinde olan kiliselerin şimdi neden olmadığını biliyoruz. Yüzleşmenin, özür dilemenin, devletin özür dilemesinin neden bu kadar önemli olduğunu biliyoruz. 

1915 ile yüzleşmek isteyenler sadece tarihi bir olaya işaret etmiyor. Bu yüzleşme bugün habire önümüze sürülen ve her hak mücadelemizde, her talebimizde bizi evimize göndermek isteyenlerin en büyük silahı olan milliyetçilikle mücadele edebilmek için de çok önemli. 100 yıl önce olanların hesabının verilmesi bugün yaşadığımız dünyanın zehiri olan milliyetçiliğin en büyük panzehirlerden biri.  

Özden Dönmez

(Dosya) Buradasın Ahparig

Bültene kayıt ol