Son günlerde yaşanan siyasi kriz ve arka planındaki gelişmelerin ele alındığı yazıda, sosyalistlerin çözüm önerileri de tartışılıyor.
AKP-MHP koalisyonunda alttan alta var olduğu hissedilen çatlaklar, epeyce bir süredir iyiden iyiye görünür oldu. Hem iki parti arasındaki gerilim hem de AKP’nin içindeki gruplaşmalar, ülkeyi yönetenleri büyük bir krize sürüklüyor.
Aslında AKP, son birkaç yılını hep kriz içerisinde, ara ara toparlanmalar yaşasa da dikiş tutturamayan bir iktidar görünümü vererek geçirdi. 2017 yılındaki başkanlık referandumu döneminde, Erdoğan “metal yorgunluğu” terimini kullanarak ilk sinyalleri vermişti. Aynı yılın sonunda, birçok ilde görev yapan AKP’li belediye başkanları, bizzat merkezin talimatıyla kızağa çekildi. 2018 yılında gerek Erdoğan’ın seçimlerden sonra partili cumhurbaşkanı olunca Merkez Bankası politikalarına doğrudan müdahale edeceğini söylemesi ve Berat Albayrak’ın Maliye Bakanı yapılması, gerekse Rahip Brunson gibi krizler ekonominin uçuruma yuvarlanmasının önünü açtı. Arada kazanılan 24 Haziran seçimleri iktidar cephesine moral verse de kalıcı olamadı. 2019 yerel seçimleri, AKP’nin ve MHP ile koalisyonunun çözülüş sürecinin önünü açtı.
Birçok büyük şehri rakiplerine kaybeden AKP, pandemi döneminin başında Süleyman Soylu’nun istifasıyla sarsıldı. İlk sokağa çıkma yasağının alelacele ilan edilmesiyle başlayan kriz, yerli milli ittifak içerisinde milliyetçi kanadın güç gösterisi ve Soylu’nun “halkın teveccühü” gibi lanse edilen bir sürecin sonunda görevde kalmasıyla sona erdi. AKP bir yandan eriyen oylarını nasıl toparlayacağını düşünüyor, bu konuda MHP’nin negatif etkisini görüyor, diğer yandan ona muhtaç olduğu konumdan kurtulmanın hiçbir yolunu bulamıyordu. İstanbul yerel seçimlerinin tekrarlatılması gibi demokrasi dışı tavırların verdiği zararla, Pelikancılar gibi grupların etkisinin verdiği zarar karışarak iktidarı yıpratıyordu.
İplik söküğü gibi…
Son birkaç haftada ise gelişmeler baş döndürücü hıza ulaştı. 2020 yılı boyunca döviz kurlarının TL karşısında kazandığı değer, doları kontrol altında tutmak için uygulanan politikaların hazinenin tüm kasasını eritmesi ve muazzam borçlar yaratması, pandemiyle birlikte halkın katlanmasının imkânsız olacağı koşulları yaratmıştı. Faizin artırılıp artırılmayacağı tartışmalarının yaşandığı bu karmaşa içerisinde önce 6 Kasım’da Merkez Bankası başkanı Murat Uysal görevden alındı. Hemen ardından ise Berat Albayrak, bir Instagram paylaşımıyla istifasını duyurdu. Erdoğan’ın damadının istifası, kabul edilip edilmeyeceğinin yarattığı belirsizlik, medyanın Erdoğan bir şeyler diyene kadar haber yapamayan tutumu ve ekonomideki kötü gidişata öfkenin Albayrak’ın şahsına yönelen tepkilerde cisimleşmesiyle tam bir parodiye dönüştü. İktidar yanlısı medyanın ısrarla bir başarı öyküsü yazdığını iddia ettikleri Albayrak, o günden bugüne görevden ayrılışıyla ilgili bir yorum dahi yapamadı.
AKP sözcüsü Ömer Çelik “Devlet krizi yok” derken, bir yandan da “Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminde görevden alma, göreve getirme, istifayı kabul edip etmeme Cumhurbaşkanı takdirindedir. Benim bu konuyla ilgili açıklama yapmam söz konusu değil” diyerek Türk tipi başkanlığın içine düştüğü acziyeti tarif ediyordu.
Reform tartışmaları
Bunun ardından hükümet birtakım “reform” söylemlerini devreye soktu. Adalet Bakanı ve başkaları, sanki ülkeyi yönetenler kendileri değilmiş gibi, yargıdaki yanlış uygulamalardan ve yaratılan haksızlıklardan bahsetmeye başladılar. Eş zamanlı olarak televizyondaki siyasi tartışmalarda Kürt sorununda yeni bir yumuşamaya dair sinyaller gelmeye başladı. Bu durum MHP cephesinde hareketlilik yarattı. Hapisten çıkarıldıktan sonra kimi diğer derin devlet elemanlarıyla buluşan ve her başlıkta siyasi görüşlerini kamuoyuna beyan eden Alaattin Çakıcı, ana muhalefet partisi Kemal Kılıçdaroğlu’na pespaye bir üslupla saldırdı. Çakıcı’ya AKP içerisinden çatlak sesler çıkarken, organize suç örgütü liderliğinden hüküm giymiş bu mafya babasının sözleri ve Devlet Bahçeli’nin onu sahiplenen tutumu, AKP-MHP iktidarının iç dinamiklerine yönelik mesajlar olarak algılandı.
Hukuki adaletsizlikler ve demokratik değerler konusundaki reform tartışmalarına yanıt, Kürt siyasetine yakın avukatlara yönelik gözaltı operasyonlarıyla verildi. Cumhurbaşkanlığı Yüksek İstişare Kurulu’ndan Bülent Arınç, Selahattin Demirtaş ve Osman Kavala ile ilgili olumlu sözler ederken, krizi şimdilik rafa kaldıran sözleri Erdoğan söyledi. Cumhurbaşkanı, Arınç’ın “çok rencide olduğunu” ifade ettiği konuşmasında, Cumhur İttifakı’nın yoluna devam edeceğini ortaya koydu. Daha sonra Bahçeli’nin de saldırdığı Arınç, Cumhurbaşkanlığı Yüksek İstişare Kurulu’ndaki görevinden istifa etti. Ancak AKP’den istifa etmeyeceğini deklare ederek parti içindeki çekişmelerin devam edebileceğini gösterdi.
AKP, son birkaç yıldır, MHP ve eski derin devlet unsurlarıyla ittifaka girdiğinden beri, ülkeyi ilk 10-12 yılındaki söylemlerinin tam tersi bir doğrultuda idare ediyor. 3Y ile mücadele (yoksulluk, yolsuzluk, yasaklar) diye çıkılan yolda, AKP bunların hepsinin arttığı bir ülkenin 18 yıllık hükümeti. Kürt sorununda çözüm ve diyalog politikaları yerini çatışma ve baskıya bıraktı. Ekonomi felaket durumda. İfade özgürlüğü ayaklar altında. Hukukun nasıl işlediği belli değil. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin koalisyonları bitireceği ve “hantal bürokratik” devlet yerine hızlı işleyişi getireceği konuşuluyordu. İkisinde de tam tersi oldu. AKP ilk kez bir siyasi partiyle ittifak kurdu. İşleyişin hızlanmadığı ise her şeyin cumhurbaşkanının onayına kaldığı bir durumda Berat Albayrak’ın istifasına iki gün boyunca kimsenin yorum yapamamasından anlaşılıyor.
AKP’nin genel siyasi hattında yaptığı bütün çarklar, iki milliyetçi iddia ile örtülüyordu: Türkiye’nin bekası her şeyin üstündedir ve bunun için yerli/milli bir ittifak kurmak gerekir. Ayrıca Türkiye büyümekte ve bölgesel bir güç olmaktadır, bunu çekemeyen güçlerle de kıyasıya bir mücadele içindedir. Son dönemde bu anlatılar da bir bir çöküyor. “Beka” için Suriye topraklarına girilirken diğer yandan seçim kazanmak için Öcalan’ın mesajı televizyonlardan okutturulabiliyor. Üstelik, herkese kafa tutan, büyüyen ve güçlenen Türkiye söyleminde de gedikler açıldı.
Rahip Bronson’ın serbest bırakılması, Suriye’de Rusya’nın müdahaleleriyle Türkiye’nin etkisinin sınırlandırılması, Libya’da Türkiye’nin devreden çıkarıldığı bir barış planının devreye alınması, Doğu Akdeniz’de Oruç Reis’in AB zirvesinde yaptırımlar gündeme geleceği zaman apar topar bakıma alınması, Ermenistan-Azerbaycan savaşında yine sahaya ve masaya ağırlığını Rusya’nın koyması, ABD’de Trump’ın yerine Biden’ın seçilmesi gibi gelişmeler, AKP-MHP ittifakının yürüttüğü uluslararası politikaların kıyıya oturması anlamına geldi. İktidarın söyleminin Türkiye’nin ekonomik gelişkinliğiyle örtüşmeyen boyutları vardı ve bölgesel güç olma maceracılığının sınırlarını asıl “büyük” güçler, emperyalist hiyerarşinin tepesindeki devletlerin tutumları çizdi.
Ne yapmalı?
Eğer krizi yaratan AKP-MHP’nin milliyetçi ve baskıcı politikalarının ona oy kaybettirmesiyse ve iktidar tabanındaki erime ve dağılmayı durdurmak için yine milliyetçi söyleme başvuruyorsa, egemen sınıfın krizini derinleştirmek ve ezilenler lehine bir sonuç yaratmak için yapılması gereken net. Milliyetçiliğe karşı işçi sınıfının çıkarları temelinde, sınıfı birleştirecek politikalar üretmek. Yani siyaseti “Türkiye’nin çıkarları”na endeksleyen anlayışın yerine özgürlükçü, enternasyonalist ve yoksullardan yana politikaları savunmak.
Burada da karşımıza şu soru geliyor: AKP-MHP iktidarının politikalarına karşı düzen siyasetinin muhalefeti çare olabilir mi? Kılıçdaroğlu, Çakıcı’nın pervasız tehditlerine karşı kendisinin daha vatansever olduğunu anlatmaya çalışıyor. CHP-İyi Parti ittifakı Maltepe’de ırkçı Nihal Atsız’ın adıyla park açıyor. Göçmen düşmanlığında başı çeken Millet İttifakı, aynı zamanda dış politikada sürekli “Türkiye’nin çıkarları” gereği iktidara destek veriyor.
Bizim ihtiyacımız olan, işçi sınıfının çıkarlarının Türkiye devletinin bölgesel güç olma planlarını desteklemekten değil, kıdem tazminatından sendikal örgütlenme hakkını korumaya, pandemi döneminde patronlara yapılan kıyakların hesabını sormaktan iklim krizini derinleştiren politikaları durdurmaya, tüm ezilenlerin birleştirecek, gezegenin geleceğini ve sağlıkçılar başta olmak üzere tüm emekçilerin Covid-19 karşısında sağlığını koruyacak bir hattı savunan antikapitalist bir blok kurmak. Böylesi bir blok, farklı kesimlerin sahip olduğu tüm öfkeleri tek bir yere kanalize edecek merkezi ve kitlesel eylemlerin örgütlenmesinde öncü rol oynayabilir. AKP-MHP iktidarındaki eriyişi, milliyetçi politikalara boyun eğerek değil, böylesi bir odağı güçlendirerek hızlandırılabilir.
Ozan Tekin
(Sosyalist İşçi)