Sosyalist İşçi gazetesi, DSİP MK üyesi Kemal Başak ile partinin teorik temelleri ve güncel sorunlara yaklaşımları üzerine bir röportaj yaptı.
Başak'ın verdiği yanıtlar şöyleydi:
Sizin sosyalizm anlayışınızın farkı nedir?
DSİP, sosyalizmi, “işçi sınıfının kendisini devlet olarak örgütlemesi” olarak tanımlar. Bu devlet, işçilerin doğrudan temsilcileri aracılığı ile yönetim sürecine katıldığı, temsilcilerin istenildiği anda geri çağırabildiği, işçi temsilcilerine ortalama işçi ücretinden daha yüksek bir ücret verilmediği, inanç özgürlüğünün güvence altına alındığı, ezilen uluslara kendi kaderini tayin hakkının tanındığı, kadınların ve lgbti’lerin sosyal, ekonomik ve politik eşitliklerinin sağlandığı demokratik bir devlettir. İşçi sınıfı yerine onun adını kullanarak devlet olarak örgütlenen bürokrasinin iktidarda olduğu, işçi sınıfı üzerinde korkunç baskı koşullarının bulunduğu rejimlerin (1989 - 1991 yılları arasında yıkılan SSCB ve Doğu Avrupa rejimlerinin ve günümüzdeki Çin, Kuzey Kore gibi ülkelerin) ise sosyalizmle hiçbir ilgisi bulunmuyor. Bu nedenle DSİP, tek parti (ve onun tepesindeki genel sekreterin) diktatörlüğünü sosyalizm olarak gören stalinist partilerden ciddi biçimde ayrılıyor.
DSİP aynı zamanda, parlamentoda çoğunluğu hedefleyen reformist sol partilerden de ayrılıyor. DSİP içinde yaşadığımız kapitalist sistemin reformlarla köklü bir şekilde değiştirilemeyeceğini, işçi sınıfı tarafından ele geçirilip kullanılamayacağını söyler. Çünkü, kapitalist devletin bütün kurumları, başta ordu olmak üzere, işçi sınıfına karşı sermaye sahiplerini korumak için oluşturulmuştur. Bu nedenle işçi sınıfına işçi konseylerinin ve işçi milislerinin üzerinde yükselen tamamen farklı bir devlet gereklidir. Bu devlet ancak, kapitalist devletin işçi sınıfının kitlesel ayaklanması sonucu devrilmesi ile kurulabilir.
DSİP, Küba Büyükelçiliğine 1 Mayıs mesajı göndermeyi enternasyonalizm olarak anlatan örgütlerden tamamen farklıdır. DSİP, diğer ülkeleri “ulusal kurtuluş” günlerinde tebrik ederek hatırlayan, ama esas olarak kendi ülkesinin sınırları dışında olup bitenlere kendi burjuvazisinin gözlüğüyle bakan ulusalcı sosyalistlerden farklı olarak, Türkiye’deki sosyalizm mücadelesini dünya çapındaki işçi sınıfı mücadelesinin bir parçası olarak görür. DSİP’liler, kendi vatandaşlarını acımasızca katleden Suriyeli Esad’la dayanışmayı enternasyonalizm olarak gören sözde solculardan farklı olarak, Esad’ a karşı savaşan işçilerle dayanışır.
Kürt sorununa nasıl yaklaşıyorsunuz?
Kürt sorunu, cumhuriyetin kurulmasından bu yana ulusal kimlikleri yok sayılan Kürtlerin devletin bu inkarcı anlayışına karşı özellikle son 30 yıllık direnişinin ortaya çıkardığı sorunlar bütünü. PKK’nin önderliğinde ulusal birliğini sağlayan Kürt halkı on binlerce insanının canına mal olmasına rağmen yaşadığı toprakların Kürdistan olarak tanınması mücadelesinden, Türklerle eşit haklara sahip olma mücadelesinden, ana dilde eğitim mücadelesinden, halk önderi olarak gördükleri Abdullah Öcalan’ın ve cezaevlerindeki diğer PKK’li tutsakların özgürlüğü mücadelesinden vaz geçmiş değil. Bu mücadeleyi bastırmak, ezmek ve yok etmek için her yolu deneyen Türk devleti, Kürt halkının mücadelesi karşısında askeri çözümler (yani imha etme) ile bir sonuç alamayacağının farkına vardığı andan itibaren PKK ile görüşmelere başladı. 2013 yılının başından itibaren PKK Lideri Abdullah Öcalan Türk devleti tarafından resmi muhatap olarak tanınıyor.
Türk devletini temsil eden AKP, Kürt sorununu Türk egemen sınıfı lehine çözmek istiyor. Egemen sınıf kendisi için en az maliyetli çözümü, kabaca kültürel hakların ve kısmi yerel yönetim serbestiyetinin tanınması çerçevesinde bir çözümü öneriyor. Kürt halkı ise mücadele gücüne güveniyor ve yukarda saydığım taleplerden vaz geçmiyor.
Bu sorunlar silsilesi, Kürt halkının lehine çözülmediği müddetçe Kürt işçi ve emekçi kitleleri ulusal sorunun çözümüne kadar özgürce sınıf mücadelesine katkı sunamaz. Bu nedenle DSİP, Kürt ulusal hareketini koşulsuz olarak destekler. Kimi konulardaki eleştirilerini koşul olarak öne sürmez.
Türk işçi ve emekçi kitleleri ulusal sorunda “kendi” devletinden yana olmaya ve ulusal baskıyı desteklemeye devam ettiği sürece kendi kurtuluşunu kazanamaz. Bu anlamda Kürt sorununun çözülmesi Türk işçi ve emekçi kitlelerini de özgürleştirecektir. DSİP bu nedenle Türk milliyetçiliğine, karşı mücadele veriyor ve sol içindeki milliyetçi, ulusalcı örgütleri solun en önemli düşmanları olarak görüyor.
Ermeni soykırımının gündeme getirilmesinde, özellikle Taksim anmalarında DSİP’in belirleyici bir rolü var. Ermeni soykırımı tartışmalarını sosyalistler neden önemsemeli?
Türk devletinin temellerinde Ermeni soykırımının harcı var. İki şekilde etkisi olan bir harç. İlk olarak, Cumhuriyet, Ermeni soykırımı sonucunda gasp edilen sermaye ile Türk burjuvazisini palazlandırdı. Bugün milyarlarca dolarlık servetlerin gerisinde Ermeni halkının birikimleri bulunuyor. İkincisi, soykırım deneyimine sahip olan Türk devleti bu deneyimini bütün cumhuriyet tarihi boyunca muhalif kesimlere karşı azgınca kullandı, hâlâ kullanmaya devam ediyor. Ermeni soykırımının tanınması mücadelesi çok açık ki devleti ve sermaye sahiplerini zor durumda bırakıyor. Devletin ve sermaye sahiplerinin aleyhine olan mücadele, işçi sınıfının ve onların çıkarlarından başka çıkarı olmayan sosyalistlerin lehine olan bir mücadeledir.
Balyozcular kısa süren bir duruşmayla beraat etti. Darbe süreçlerini nasıl değerlendiriyorsunuz?
27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat, 27 Nisan tarihleri bu ülkede TSK’nin siyasete darbe yoluyla müdahalede bulunduğu tarihler. Milli Güvenlik Kurulu’nda çoğunluk TSK üyelerinden oluşuyor ve generallerin MGK kararlarında ne derece etkili olduğunu söylemeye gerek yok. Bu kadar çok müdahalede bulunan, ülke yönetiminde bu kadar çok söz sahibi olan, bu kadar çok darbeci unsuru bünyesinde barındıran bir ordunun, bu kadar açık delillere rağmen “Balyoz” adında bir darbe planı hazırlamadığını iddia etmek, açıkça darbeciler için çalışmak anlamına geliyor.
Ne yazık ki iktidar partisi de açıkça darbeciler için çalışmaya başladı. Darbe karşıtı mücadelenin yükselmesi ile cumhuriyet tarihinde ilk defa ceza alan generallerin ve Ergenekoncuların imdadına AKP yetişti. Yolsuzlukların üzerini darbecilerden özür dileyerek kapatma yolunu seçen AKP bugün darbecilerin en büyük destekçisi konumunda. Uyduruk beraat kararına istinaden Balyoz’a darbe demeyen AKP, milyonlarca insanın antikapitalist öfkesinin simgesi olan Gezi eylemlerine darbe diyor. Bu durum, darbelere ve darbecilere karşı mücadelenin AKP’ye karşı mücadeleden ayrı düşünülemeyeceğini gösteriyor.
Güncel sorunlara, iklim, kadın cinayetleri, iş cinayetleri gibi sorunlara bakış açınızdaki temel farklılık nedir?
DSİP bu sorunları biri diğerinden daha az önemli, ötelenebilir sorunlar olarak görmüyor. Tam tersine, iklim değişikliğine karşı mücadele eden aktivistlerin iş kazasına maruz kalan işçilerin eylemine katılması için uğraşıyor, işçilerin kadın cinayetlerine karşı tepki vermesi için çabalıyor. DSİP bu birleşik mücadele hattını, reformlar için mücadelenin ekseni olarak görüyor ve işçi sınıfının devrimci kalkışma anında bu reform mücadelelerinden çıkardığı derslerin çok belirleyeceği olacağını, bu nedenle bu tür güncel sorunlar etrafında şekillenen mücadelelerin birleşmesi gerektiğini söylüyor.