Türkiye kapitalizmi dış kredilere ve dövize bağımlı. "Sıcak para" denilen, borcu döndürmek için borcu bulamaz duruma gelindi.
Neoliberal dönemde, sermaye hareketlerinin Özal tarafından serbest hale getirildiği 1989 yılından beri şu döngü sürekli tekrarlanır: Türkiye ekonomisine sıcak para girişi başlar, borsa yükselir, bankalar mevduata yüksek faizler verir, şirketler ucuz döviz kredileri bulur. Kapitalistler için her şey güllük gülistanlıktır.
Ne zaman sıcak para girişi herhangi bir sebeple kesilir, sistem bir anda bozulur, her şey terse döner. Borsa çöker, şirketlerin kredi faizleri yükselir, döviz pahalılanır, döviz bulmak zorlaşır. Şirketler döviz borçlarını ödeyemez hale gelirler.
Hükümet, krizden çıkmalarını sağlamak için şirketlere para aktarır. Şirketler hükümetten aldıkları paralarla döviz borçlarını öderler. Aktarılan bu paralar aslında işçilerin, emekçilerin verdiği vergileridir, böylece hükümet, kapitalistlerin krizinin faturasını işçilere, emekçilere ödetmiş olur.
Kapitalizmin bir prensibi var: “kâr şirketlerin, zarar kamunundur”. Bu prensip, kapitalist sistem tarafından gündelik hayatımızda sürekli uygulanıyor. İşler iyi giderken şirketler yüksek kârlar elde ediyorlar. Ekonomi krize girdiğinde ise zarar hükümet tarafından, yani aslında bizler tarafından karşılanıyor.
Türkiye’nin devresel krizleri
Sıcak para akışının kesilmesi sonucu ortaya çıkan acı tabloları, Türkiye 1994 krizinde yaşadı, 1998 krizinde yaşadı, 2001 krizinde yaşadı, 2008 krizinde yaşadı, şimdi de yaşıyor. Ancak bugün yaşanan ekonomik krizin diğer krizlere göre bazı özgün yanları var. 1994, 1998 ve 2001 krizlerinden çıkış için IMF politikaları uygulandı, bu sayede krizden hemen sonra Türkiye ekonomisine yoğun bir sıcak para girişi sağlandı. 2008 krizinde, kapitalist merkezlerin piyasalara bol para pompalaması sonucu Türkiye’de bu pastadan payını aldı. Şimdi ise sorun şu: Kapitalist merkezler yine piyasalara bol para pompalıyorlar, ama bu para Türkiye’ye gelmediği gibi, var olan para da Türkiye’den kaçıyor.
1995-2007 yılları arasında Türkiye’ye giren sıcak para miktarı 140 milyar dolar olarak tahmin ediliyor. Bu dönem her yıl ortalama yüzde 8’lerde bir büyüme sağlandı, karşılığında dış borç 40 milyar dolardan 265 milyar dolara yükseldi, cari açık arttı.
2008-2019 döneminde Türkiye’ye gelen sıcak para 330 milyar dolar olarak tahmin ediliyor. 2008’in başında 265 milyar dolar olan dış borç, 2020’nin başında 431 milyar dolara çıktı.
2020’de dünyada bollaşan sıcak para, Türkiye’ye gelmiyor
Bu yılın başında pandemi ile başlayan dünya ekonomik krizinde ise, kapitalist merkezler aynen 2008’de yaptıkları gibi dünyayı paraya boğdular, ABD 4 trilyon dolar, İngiltere 1 trilyon pound, AB 2 trilyon avro piyasaya sürdü. Ama bu defa Türkiye açısından değişik bir süreç gerçekleşti, piyasaya çıkan bunca döviz Türkiye ekonomisine gelmedi, aksine 2020 Ocak-Temmuz döneminde ekonomiden 15 milyar dolar sıcak para çıktı. Buna, yerli yatırımcıların döviz talepleri eklenince, dövize talepte patlama yaşandı.
Hâlbuki özellikle 2001 ve 2008 krizleri sonrası, ucuz döviz Türkiye’nin büyümesinin ana faktörüydü. Merkez Bankası 2020 krizinde ucuz döviz için faizleri yükseltmek yerine rezervlerini harcadı. Bu iş için son 7 ayda 70 milyar dolar bozdurdu, ödünç aldığı dövizleri bile harcadı, sonunda kaynakları tükendi, dövizi serbest bırakmak zorunda kaldı. Serbest kalan döviz, bir ayda yüzde 10 pahalılandı, Merkez Bankası faizleri yükseltmezse, dövizdeki artışın sürmesi bekleniyor. Bu da enflasyonun daha da artmasına neden olacak ki, tüm bunlar, ekonominin canlanmasını bekleyen, bundan başka çaresi olmayan Türkiye kapitalizmi için, çok ağır bir krizin işaretleri.
Şimdi hükümet gidişatı düzeltmek için bazı adımlar atıyor. Faizleri yükseltir gibi yapıyor, vatandaştan döviz karşılığı borç topluyor, 450 milyar TL kredi dağıtıyor, ama tüm bunlar ekonomideki kırılganlığı azaltmıyor, aksine artırıyor. Mesela dağıtılan 450 milyar TL kredi, Haziran, Temmuz aylarında ekonomide bir canlanma sağladı, ama bu paranın döviz karşılığı olmadığı için, yani teknik olarak karşılıksız para dağıtıldığı için, enflasyon yükselmeye devam etti.
Hükümetin kapitalist merkezlerle yaşadığı siyasi problemler artarak devam ediyor. Özellikle ABD seçimlerinde Biden’ın kazanma ihtimali, Türkiye ekonomisine ölümcül bir darbe indirebilir.
Yabancı sermaye Türkiye’den çekiliyor
2020 başından bugüne “kırılgan” olarak adlandırılan bize benzeyen ülke ekonomilerinin para birimleri dolara karşı ortalama yüzde 3 değer kazandı ama Türk Lirası yüzde 10 değer kaybetti. Sadece bu veri bile, ekonomide durumu toparlamanın ne kadar zor olduğunu gösteriyor.
Salgın nedeniyle, Türkiye 1 Haziran’da ‘normalleşme’ sürecini başlatmasına rağmen turizmden beklediği geliri elde edemedi. Bu krizi derinleştiren bir faktör oldu. Yabancı sermaye Türkiye’den 2013 yılından bu yana kademeli şekilde çekiliyor. Döviz kurlarındaki yükseliş; işçilerin, emekçilerin, yoksulların hayatını etkiliyor. İthal edilen petrol ve daha pek çok ürünün fiyatı dolar üzerinden. Kamu Özel İşletmelerinde, işletmeci şirketlere taahhüt edilen ödemeler dolar üzerinden. Dış borçlar ödemeleri dolar üzerinden. Tablo Türkiye’nin politik ve ekonomik olarak ciddi bir bunalım içine girdiğini gösteriyor.
Türkiye gibi cari açık veren, yani harcadığı döviz, kazandığı dövizden fazla olan ekonomilerde, her yıl sıcak para girişi yaşanması gerekir. Döviz girişi yavaşladığında ekonomide çarklar yavaşlar, döviz girişi olmadığı zaman çarklar durur. Türkiye için bu rakam yıllık ortalama 50 milyar dolar seviyesindedir. Hükümetin otoriter uygulamaları, ekonomide sürekli değişen kurallar koyması, nepotizm, akraba, eş dost kayırmacılığı yabancı kapitalistlerin güvenini sarstı. Bu nedenle dünyada döviz bolluğuna rağmen, Türkiye’den döviz çıkışı söz konusu olmaya devam ediyor.
Krizin faturasını bu defa kapitalist sisteme ödetmeliyiz
Gıda enflasyonunun, işsizliğin giderek tırmandığı, inşaatın, turizmin ve sanayi üretiminin gerilediği, kişi başına düşen gelirin azaldığı, TL’nin dolar karşısında eridiği bu apaçık ekonomik kriz tablosundan çıkılması mümkün değil.
Resmi işsizlik yüzde 15’lerde, gerçek işsizlik yüzde 50’lere dayandı. Resmi enflasyon yüzde 14, gerçek enflasyon yüzde 20’lerde, ekonomik küçülme yüzde 5’i geçti, yoksulluk artıyor, hükümet ise çareyi işçilere ücretsiz izin, kıdem tazminatı gaspı gibi paketlerde arıyor, Ortadoğu’nun, Kafkasların, Akdeniz’in jandarmalığına soyunuyor. Türkiye kapitalizmini çok yakın zamanda büyük bir çöküş bekliyor, bu krize karşı işçiler, emekçiler, yoksullar hazır olmalı, bu defa krizin faturasını kapitalistlere ödetmeliyiz.
Faruk Sevim