Salgın, ruh sağlığı ve kapitalizm üzerine

08.07.2020 - 13:01
Haberi paylaş

Psikiyatrist Cemal Dindar ile röportaj.

Cemal Dindar ile içinden geçtiğimiz Covid-19 salgın sürecinin ortaya çıkardığı ruh halini, bu süreçteki ruh sağlığı uzmanlarının önerilerini, pandeminin ruh sağlığı krizini derinleştirmesini ve kapitalizmle ruh sağlığı ilişkisini konuştuk.

Kendinizden biraz bahsedebilir misiniz?

Psikiyatristim. Epeydir toplum ruhsallığı, kültürel dinamiklerle ruhsallık ilişkisi, politik psikoloji, psikiyatri ve psikoloji kurumlarının eleştirisi üzerine çalışıyorum. Türkiye’de Türkçede katkım olarak gördüğüm diğer bir çalışma alanı da psikobiyografi… Bi’at ve Öfke -Recep Tayyip Erdoğan’ın Psikobiyografisi ve Tarih Öncesi Köpekler Havlıyor - Cemal Süreya’nın Psikobiyografisi kitaplarımın bu konuda bir örnek oluşturduklarını umuyorum. Zihinsel çabamı belirleyen temel alanlar olarak marksizmi ve psikanalizi, bunlar arasındaki geçiş alanlarını söyleyebilirim. Bunları deyim yerindeyse toprağı dinleyerek düşünme uğraşısı içindeyim. 

Bildiğiniz üzere Covid-19 virüsünün neden olduğu olağanüstü bir süreçten geçiyoruz. 

Bu sürecin getirdiği çeşitli psikolojik etkiler de mevcut. Pandeminin yarattığı ruh hâlini bir psikiyatrist olarak siz nasıl açıklarsınız? 

Salgınların ruhsallıkta etkisini en iyi ifade eden kavram tekinsizliktir. Tekinsiz kavramı, das Unheimliche, Freud öncesinde kökleri olsa da ruhsallık alanında onun 1919 makalesiyle asıl yerini almıştır. 1919 tarihi de rastlantı olmasa gerek, hem Büyük Savaş’ın hemen sonrası, hem de İspanyol gribinin yoğun olduğu dönem. İspanyol gribi, Covid salgını sürecinde en sık hatırlanan toplumsal vakalardan biri biliyorsunuz. Tuhaftır ki gerek ruhsallık alanında, gerek edebiyatta ve sanatta savaşa dair birçok anlatı, yapıt bulunabilirken salgın hızla bastırılmış görünüyor. Oysa gribin ve bununla birlikte savaş sonrası yoksulluk koşullarının savaştan daha fazla can kaybına neden olduğu biliniyor. Salgınlar, doğadan geliyor olmasıyla, kutsalın cezalandırıcı yüzüyle bağının güçlü bir biçimde kurulmasıyla, toplumsal bağlara saldırmasıyla, kopartmasıyla ve etkeninin bedene yerleşmesi, kişinin bedenine tabu koymasıyla hem birey ruhsallığında hem de toplum ruhsallığında taşınamaz, bir an önce kurtulunması gereken bir belirsizlik yaratıyor. Üstelik bu belirsizlik insan türünün dünyada belirişinden beri gerçeğin, ölümlülüğün deneyimi olduğu için ilk insanla günümüz insanını da ortak deneyim de buluşturuyor. Salgın, tarihsiz ve mekansızdır. Tarihsiz ve mekansız hale getirir bulaştığı yeri… Bu ruhsallıkta bilinçsiz-olan’ın (bilinçdışının) halidir. 

Psikiyatristlerin ya da psikologların salgın döneminde psikolojik iyi oluşu koruma veya iyileştirme adına kişisel bakıma ya da beslenme düzenine dikkat etmek,yeterli güneş ışığı almak gibi verdikleri tavsiyeleri nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu öneriler toplumun tüm kesimi için kapsayıcı mıdır? 

Böyle önerilerin verildiğini sizden duydum, herkes için her koşulda iyi olacak şeyleri tavsiye etmek bir uzmanlık alanı için boş-gösterendir. Demek ki bu önerileri bulunan kişi ve kurumların gerçekte kendilerinden yola çıkarak söyleyecekleri söz yok. 

Çalışmak zorunda olan kişiler, göçmenler, LGBTİ+'ler ya da toplumdaki diğer dezavantajlı gruplar ruh sağlığı açısından pandemi sürecinden nasıl etkileniyorlar?

Salgın sürecinin gösterdiği en somut gerçek, sınıfların olduğu, dünyanın dönmesinin bu sınıfa bağlı olduğu, çalışan sınıfın emeğinden ve bu emeğin temsil ettiği değere el koymaktan toplumsal sistemlerin üç dört ay için bile vazgeçemedikleri… Elveda proletarya demek o kadar da kolay değilmiş. Özellikle neoliberal dönemde biçimlenmiş sol söylemin de aynaya bakması gereken dönemlerdi. Mültecilerin salgın dönemindeki koşulları ise ülkemizde tam anlamıyla bir kaderlerine terk ediş biçimindeydi…

Dünya Sağlık Örgütü'nün son verilerine bakıldığında her yıl yaklaşık 300 milyondan fazla insanın depresyondan muzdarip olduğu,23 milyon kişinin şizofreni belirtileri gösterdiği ve 800 bin insanın intihar ederek hayatını kaybettiği yani dünya çapında bir ruh sağlığı krizinin var olduğu görülüyor. Covid-19 Salgını, var olan bu ruh sağlığı krizini derinleştirmiş midir? 

Bu türden dönemlerde tuhaf bir paradoks gerçekleşir başta, yalancı iyileşme diyebileceğimiz bir şey. İç dünyadaki çatışmalar geriye çekilir dış dünya kaotik bir hal alınca. Deprem günlerinde de gözlemlediğimiz bir şey. Fakat bir süre sonra ruhsal zorlanmalar çok daha ağır bir biçimde döner. Salgın şunu da gösterdi; kapitalizm insani yaşam koşullarını büyük çoğunluğa sunmaktan uzak. Özellikle psikiyatri literatürü ve bilişsel davranışçı okullar toplumsal sistem ile ruhsal rahatsızlıklar arasındaki ilişkileri görmezden gelen bir tutum içindedirler. 1980’lerden bugüne kökleşmiş bir ideolojik tutumdur bu. 

Son olarak kapitalizm ile ruh sağlığı arasındaki ilişkiyi nasıl değerlendirirsiniz? 

Ben ruh sağlığı alanında da yeni tanı kitaplarına, ölçütlere gereksinimin arttığını, artacağını düşünüyorum. Dünyada ruh sağlığı alanında ağır bir Amerikancılık hegemonyasının simgesi olan DSM sisteminin tümünün gücü Karac’oğlan’ın bir dizesi kadar değildir: “Bir ayrılık, bir yoksulluk, bir ölüm…” Eşitsizliklerin ruhsal sonuçlarını hesaba katmayan her söz onların devamına hizmet ediyor. Psikiyatri mevcut uygulamalarıyla, bilgi üretme ve uygulama biçimleriyle kapitalizmin yapısındaki eşitsizliklerin sürekliliğinde işlev üstlenmektedir. 

Röportaj: Nursen Güçkan

Bültene kayıt ol