Eğitimcilerle röportaj

30.04.2020 - 11:41
Haberi paylaş

Umut Mahir Özen üç eğitimciyle marksist.org için röportaj yaptı.

“Dertlerin bu kadar biriktiği bir dönemde, dayanışmanın koşullarının sandığımızdan daha kolay yeşereceğine güvenmek gerekir!”

Son yıllarda sürekli gündemde olan eğitim sistemi, salgınla mücadele amacıyla okulların kapatılmasıyla yeni bir kriz yaşıyor. Egemen sınıfa daha kalifiye ara eleman yetiştirecek olmakla övünülen 4+4+4 sistemi çoktan hedeflerinin uzağında kaldı. Türkiye, PISA gibi eğitimin genel kalitesini ölçen testlerde, yıllardır kötüye giden bir tabloyla, sınıfta kalıyor. Yapılan her araştırmada eğitim alanında OECD (Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü) ortalamasının altında olan Türkiye, 2020’de göreceli bir ilerleme gösterse de bu durum hükümetin işi ciddiye alarak testlerin özel okullarda, “ortalama üstü” öğrencilerle uygulamasından kaynaklanıyor olabilir. Dosyamızın bu bölümünde farklı ilkokul, lise ve üniversitelerde çalışan eğitimcilerle “uzaktan eğitim” sürecinin nasıl yürütüldüğünü, eğitim emekçilerine yüklenen yeni sorumlulukları, hali hazırda tüm ülkede etkisini hissettiren eğitimdeki fırsat eşitsizliğinin yeni uygulamalarla hangi boyutlara ulaştığını ve bu sorunlara karşı atılabilecek adımları konuştuk.

***

Bursa’da bir köy okulu öğretmeni: Bakanlık, bir sermaye şirketi gibi çalışarak, ücretli öğretmenliği dayatıyor!

MEB 13 Mart 2020 itibariyle ülke genelinde koronavirüs tedbirleri gereği eğitime ara verdi. Yaklaşık iki hafta sonra yaptığı açıklamada da 30 Nisan 2020‘ye kadar okulların kapatılacağını açıkladı. Bu süreçte üyesi de olduğum Eğitim-Sen olarak öğretmenler arasında ortaya konulan ayrımcılığın hemen ortadan kaldırılması için harekete geçtik. Ayrımcılık şuydu: Bakanlık bildiğimiz gibi her yıl gerçekte olan öğretmen ihtiyacını asla karşılamayacak sayılarda öğretmen ataması yapıyor. Geçenlerde ataması yapılanların sayısı 20.000, ancak o arkadaşlarımız da bu süreçte henüz göreve başlatılmadı. Bu yetersiz sayı doğal olarak çok büyük bir öğretmen açığını ortaya çıkartıyor. Bakanlık bir sermaye şirketi gibi şöyle bir çözüm getiriyor; ‘’ücretli kölelik ‘’ dediğimiz ücretli öğretmenlik. Asgari ücrete bile tekabül etmeyen ücretlerle saatlerce çalıştırılan öğretmen arkadaşlarımız var. İşte bakanlık koronavirüs tedbirlerinden dolayı okulların kapanmasıyla kadrolu öğretmenlerin mağdur edilmeyeceğini açıkladı ancak bizimle aynı işi yapan ‘’ücretli’’ öğretmen arkadaşlarımıza 657’ye tabi olmadıklarını öne sürerek maaş ödemesi yapmayacağını bildirdi. Buna karşın Eğitim-Sen öncülüğünde başlayan mücadele süreci sonuç verdi ve bakanlık ücretli öğretmenlere de ders ücretlerinin ödenmesi kararını aldı. 

Teknolojiyle arası iyi olmayan öğretmen arkadaşlarımız bu süreçte ‘’kötü öğretmen ‘’ konumuna sürükleniyor

Bildiğiniz gibi online ve uzaktan eğitim süreci başlı başına bir uzmanlık alanıdır. Teknolojiyle arası iyi olmayan öğretmen arkadaşlarımız bu süreçte maalesef ‘’kötü öğretmen ‘’ konumuna sürükleniyor çünkü uygulamaları kullanamayan arkadaşlarımızın bu ‘’ kötü performansı’’ öğretmenler arası ayrımcılığı da körüklüyor. Okullar kapanınca daha öncede kullanmış olduğumuz EBA  (Eğitim Bilişim Ağı ) üzerinden öğrencilere uzaktan eğitim verileceği duyuruldu ancak bunun nasıl yapılacağı muallaktı. Önce EBA TV kuruldu bu diğer online uygulamalara göre daha eşitlikçi bir uygulamaydı çünkü Televizyon günümüzde artık çoğu evde olan bir iletişim aracı. Bu süreç içerisinde ise çok garip gelişmeler olmaya başladı okul idareleri, il ve ilçe müdürlükleri öğretmenleri bakanlığın daha önce anlaşmasının olmadığı uygulamaları (zoom, Skype, vb.) öğretmenlere kullanmaları için dayatmaya başladılar. 

Özellikle zoom hakkında güvenlik açığı problemleri dillendirilmeye başlanınca bakanlık okullara bu programları kullanılmaması yönünde yazılar göndermeye başladı. İşin başka bir çelişkili tarafı ise şu an bakanlığın kullandığı uygulama olan EBA canlı ders uygulaması, zoom programının EBA’ya entegre edilmesi sonucu oluşmuş bir uygulama. Yani aslında değişen bir şey yok. Öğrenci, öğretmen ve aile eğitim öğretimin olmazsa olmaz üç sacayağı olarak bilinir ancak son zamanlardaki bu süreçlerde eğitimin bu bileşenlerinin hiçbirinin mevcut koşulları göz önüne alınmadan yukardan gelen ‘’yapılacaktır’’ şeklinde ilerliyor bu da sürecin hiç de sağlıklı ilerlemediğini bizlere gösteriyor.

Öğrencilerin yaşam koşulları hiçe sayılarak onlardan online eğitime katılım sağlaması isteniyor!

Bakanlık her öğrenciyi aynı şartlara sahipmiş gibi değerlendiriyor. Bu çok ilginç bir şey. Çünkü bakanlıkta bu kararları alan kişiler iyi veya kötü eğitimin bir noktasında yer almış öğretmenlik yapmış kişiler ancak uygulamalara bakılınca sanki eğitimi alakasız bir bakanlık yönetiyor gibi. Türkiye’de milyonlarca farklı sosyo-ekonomik koşullarda olan öğrenci var. Bu öğrencilerin ailevi yapısı, yaşam koşulları hiçe sayılarak öğrencilerden online eğitime katılım sağlaması isteniyor. İyi güzel de nasıl katılacak? Evinde televizyondan başka -onun da olmadığı binlerce ev var- herhangi bir iletişim ağına sahip olamayan bir çocuk nasıl katılacak bu online eğitime? Nisan mayıs aylarında çalışmak için ailesiyle birlikte yollara düşen, çadırlarda yaşayan binlerce mevsimlik işçinin çocukları nasıl katılacak? Bir sınırdan başka bir sınıra savrulan göçmenlerin çocukları nasıl katılacak? Eğitimde fırsat eşitliği eğitimin olmazsa olmazıdır. Fırsat eşitliğinin sunulmadığı bir ortamda eğitim öğretimde söz edilemez.

Ben bir köy okulunda öğretmenlik yapıyorum. Taşımalı sisteme geçilmesiyle mevcut köy okulları tek bir köyde eğitim verilmesi üzerine kapatılıyor ve bir köyde eğitim öğretim veriliyor. Okulumda altmışa yakın ortaokul öğrencisi bulunuyor bu öğrencilerin ekonomik koşulları çok da iyi değil çiftliklerde çalışan, tarım ve hayvancılıkla geçimlerini sağlayan ailelerin çocukları dolayısıyla bilgisayar, tablet, internet bağlantısı gibi kavramlar çoğuna uzak kavramlar, bunlara sahip olanların ise şu dönemde şöyle bir sorunu var ailesi tarafından iş gücü olarak kullanıldığı için ilkbahar aylarında tarlaya giden çocuk sayısı oldukça fazla ki şu süreçte okulların kapanması demek onlar için tarlada, bahçede çiftlikte çalışma demek.

Eğitim emekçileri özlük hakları ve kazanımları için ortak ve bağımsız bir sendikal hareket örgütlemelidir!

Öncelikle şunu belirtmek isterim eğer eğitimle ilgili bir karar verilecekse bu merkezdeki büyük bütçeli okullar baz alınarak yapılmamalı en kötü koşullarda eğitim veren bir okul baz alınarak, aileyi, öğretmeni, işin içine katarak sendikalardan görüşler isteyerek yapmalı. Yoksa ben yaptım oldu mantığı işlerin içinden çıkılmaz bir hale getiriyor ki maalesef bunu da saha da çok iyi deneyimliyoruz. Devasa bütçelere sahip olan bakanlıklar var. Millî Eğitim Bakanlığı da bunlardan birisi. Eğer bakanlık uzaktan-online eğitimi hayata geçirmekte ısrarlıysa, mevcut okullarındaki tüm öğrencilerine internet destekli bilgisayar veya tablet sunmalı. Sosyal devlet mantığı ve eğitimde fırsat eşitliğini ilke edinmiş bir eğitim sistemi için çok kolay çözümlenecek sorunlar bunlar. Öğretmen verilenleri yapan değil, karar verme mekanizmasında etkin rol oynamalı. Koşullardan bihaber olanların sunacakları çözümler sorunlara asla çözüm olamaz. Okulların fiziki ihtiyaçları acilen karşılanmalı kapısı olamayan, kaloriferi yanmayan, kırtasiye giderlerini velilerden karşılayan, bilgisayarı, temel elektronik cihazları (fotokopi makinası, yazıcı vb.) olmayan okullarda kalkıp da öğrenciye evde online eğitim vermeye çalışmak durumun ne büyük çelişkiler barındırdığını gösterir.

Eğitim emekçilerinin gerek özel okullarda gerekse kamuda öncelikle sendikalaşma, örgütlenme süreçlerini hızlı bir şekilde gözden geçirmesi gerekiyor. Özel okul öğretmenleri son Doğa Koleji olayında da görüldüğü gibi çok komik ücretlere onlarca saat çalıştırılıyor. İktidarlarla, hükümetlerle, patronlarla bir bağı olmayan sadece eğitim emekçilerinin özlük hakları ve kazanımları için mücadele eden sendikalarda ortak bir öğretmen mücadelesi eğitim emekçilerine şu koşullarda gerekli olandır.

***

İstanbul’da bir Meslek Lisesi’nde görev yapan eğitimci: Öğretmenlere performans mesajı veriliyor!

Meslek lisesinde çalışmaktayım. Okulumuzda sağlık bölümleri var. 10. ve 11. sınıf öğrencilerimiz, salgın nedeniyle okullar kapatılmadan önce atölye dersleri alıyorlardı. Şimdi bu dersleri uzaktan yapma şansımız yok ve bu öğrencilerimiz 12. sınıfta staja çıktıklarında uygulama bilmeden çıkacaklar. Dolayısıyla hem kendileri hem de hastalar için risk oluşturacaklar. Farklı meslek alanlarında da bu geçerli. EBA da meslek dersleri ile ilgili ciddi sıkıntılar var. Birçok meslek dersinde materyal yetersiz veya yok. Siz bir materyal yüklediğinizde sadece kendi öğrenciniz görebiliyor. Çünkü sistemde çalışma gönderilebilecek dersler içinde sizin meslek dersinizin adı yok -veya henüz ben bulamadım.

EBA'da bir öğretmenin sistemde kaldığı süre, yüklediği çalışma vb. tüm performansı görülmekte, buna istinaden aldığı puan ve okul sıralaması yayınlanmakta. Bu da ister istemez öğretmen üzerinde baskı oluşturmakta. Niteliğe bakmadan sisteme gerekli-gereksiz birçok veri yüklenmektedir. EBA’nın öğretmenlere sistemi kullandıkları süre ve ekledikleri materyallere göre puan veren sisteminin acilen uygulamadan kaldırılması gerekmektedir. EBA'da yoğunluktan bağlantı sorunları yaşanmaktadır. Özellikle sabah saatlerinde öğretmenlerin sisteme girişlerinde ciddi sorunlar yaşanmaktadır.

Öğrenciler için internet veya en azından EBA için internet  acilen ücretsiz olmalı

Yoksul öğrencilerimizin İnternet kullanma şansları yok. Telefonu olmayan, varsa internet paketi olmayan bir sürü öğrencimiz var. Onların ulaşma şansı yok. Öğrenciler için internet veya en azından EBA acilen ücretsiz olmalı. Televizyonda verilen eğitim de aklıma hep Açık Öğretim fakültesinin TRT de yayınlanan derslerini aklıma getiriyor. Verimsiz oluyor. Son iki gündür de MEB tarafından sosyal medyada etkinlikler yapılmakta. Okul müdürü ilçe müdürlüğünden gelen mesajları bize atıyor. Bunlara katılın, tweet atın diye. Sosyal medya zorlamayla olacak iş değil. İnsanların özel hayatı. Acilen bu tip taciz mesajlarından vazgeçilmeli.

Dayanışma ağı örmeliyiz!

Hükümet fırsatçılık yaptı. Salgın çıktığında önce İstanbul'da İl Milli Eğitim Müdürlüğüne bağlı okul ve kurumlarda çalışan 884 personel, eğitimi ve bilgisi olmadan hastanelerde görevlendirildi. Hiçbir personel rızası olmadan izni olmadan zorla farklı bir kurumda çalıştırılmamalı. Sonra sıra öğretmenlere geldi. Geçen hafta YÖK yasasıyla birlikte, telafi eğitimi adı altında öğretmenlerin tatilleri de suistimale açık hale getirildi. İdarenin görevlendirmesi ile mesleki çalışmalar tatillerde de yapılabilir anlamına gelen bir değişiklik oldu. Yani özlük haklarımıza doğrudan saldırı oldu. Corona sürecinde özellikle daha sık haberleşmeli ve dayanışma ağı örmeliyiz. Öğretmenler sadece kendileri için değil, öğrenicisi, personeli hep birlikte mücadele önemsenmeli. Eğitim-Sen’in günlük eğitim raporu var, bu raporun eğitimle ilgili olarak yaygınlaştırılmasının da gerekli olduğunu düşünüyorum.

***

İstanbul’daki bir vakıf üniversitesinde öğretim üyesi olarak görev yapan bir akademisyen: Yalnızlaşmaya direnip, uzaktan da olsa dayanışmanın yollarını aramak gerekir!

Öncelikle, söyleyeceklerim genel olarak üniversitelere dair olmaktan ziyade, vakıf üniversitelerinin koşullarına bir örnek olarak okunursa daha sağlıklı olur, zira bu ikisinin çalışma koşulları arasındaki farklar pek bilinmiyor. Burada uzun bir tarife girmek anlamlı olmaz, ama çok kabaca devlet ve özel sektör arasındaki, özellikle güvenceye dair tüm farkları işaret etmek, ortalama bir fikir vermeye yeterli olacaktır. Öğrencilerin sınıfsal demografisi bakımından da herkesin malumu olan genel geçer farklar olduğunu hatırlatmam yerinde olur.

Benim çalıştığım üniversitenin, önceden bu yana uzaktan eğitim sistemi olduğundan derhal uzaktan eğitime geçildi. Bu her şeyden önce esnek çalışmaya sebep oluyor elbette, bu zaten malum. Fakat özellikle Araştırma Görevlileri (ki bazı üniversitelerde hala idari kadrodan sezonluk asistan çalıştırılmaya da devam ediliyor bildiğim kadarıyla) ve Yarı zamanlı hocalar gibi iş tanımı son derece muğlak olan personel için kriz döneminin ötesine sarkabilecek alışkanlıklar doğurduğunu söylemek gerekiyor. Aylar boyu -ki vakıf üniversitelerinde özellikle asistanlar, yaz dönemi de pek çok zaman tam mesai çalışırlar- sabah akşam erişilebilir ve göreve hazır olmak zorunda kalan bir asistan için, bu dönemde benimsenecek çalışma tarzına, normal işine geri döndükten sonra itiraz etmesi epey zordur örneğin.

Salgının yarattığı ortamdan istifade ederek yapılmaya çalışılan pek çok uygulama var!

Virüsle ilgisi olmadığı gibi, böyle bir dönemde yapılması gerekenle tamamen zıt olan; fakat salgının yarattığı ortamdan istifade ederek yapılmaya çalışılan pek çok uygulama da var elbette. Bunlarla sınırlı olmasa da özellikle kol emeğiyle çalışan işçilere yıllık izin dayatması oldukça yaygın mesela. Bu sene yıllık iznini bitirmiş olanların ise, önümüzdeki senenin hakkı olan izinlerine göz dikiliyor. Ayrıca ücret dışı hakların gaspının da birden çok üniversitede görüldüğünü belirtmek lazım. En tipik örneği yemek fişlerinin/kartlarının yatırılmaması. Sanırsam evde yenilen yemeğin bedava olduğu gibi bir düşüncesi var yönetimlerin. Özellikle taşeron işçilerin işten çıkartılmaya çalışıldığını da biliyoruz. Ne mutlu ki Koç Üniversitesi'nde taşeron işçilerle dayanışanların talepleri kazandı. Tabii yarı zamanlı hocalarını işten çıkarıp kimi çalışanlarına fazladan iş yükü yaratan yönetimler de olabilir, somut bir örnek bilmiyorum ama vakıf üniversitelerinin yapıları buna çok müsait.

Vakıf üniversitelerinin neredeyse hepsi maliyet kısmak için uzaktan eğitime yatırım yaptılar!

Tabii ki salgınla beraber yurdu kapandığı için veya kiradan tasarruf edebilmek için memleketine dönen pek çok öğrenci vardır, bunlar da görece dar gelirli ailelerin çocuklarıdır mutlaka. Eminim pek çoğu zorluklar yaşıyordur. Ancak vakıf üniversitelerinin neredeyse hepsi, en başından beri, maliyet kısmak için işe yarayabileceğini öngördüklerinden uzaktan eğitime yatırım yaptılar; bu yüzden erişim sorunu yakıcı biçimde göze çarpan sorunlardan biri değil. Tabii bu soruya yoksul ve burslu bir öğrenci benden daha kapsamlı yanıt verecektir. Tüm bunların benim yakın gözlemimden ibaret olduğunu not düşmek önemli. Vakıf üniversitelerinde sendikalaşma sıfır; tek bir örnek haricinde o da 10 seneyi aşkın mücadele sonucu Bilgi Üniversitesi'nde örgütlenmeyi başaran Sosyal-iş. Ancak o da hala TİS hakkının resmileşmesini bekliyor. Bu sebeple başka sektörlerdeki gibi vakıf üniversitesi koşullarını raporlayan herhangi bir çalışma yok.

Haksızlığa karşı yapılması gereken, diğer dönemlerden farklı değil 

Aslında bu dönemde haksızlığa karşı yapılması gereken, diğer dönemlerden farklı değil. Üniversiteler dün olduğu gibi bugün de çalışanları sayesinde iyi kötü eğitime devam edebiliyorlar ve elbette pek çok fedakarlıkla ve çoğu zaman kendi imkanlarını seferber ederek yapıyorlar bunu; bu yüzden de aslında tüm üniversite emekçilerinin ne kadar önemli ve güçlü olduğu normaldekinden de daha belirgin biçimde görülüyor. Bunun bilinciyle, yalnızlaşmaya direnip, uzaktan da olsa dayanışmanın yollarını aramak gerekir. Dertlerin bu kadar biriktiği bir dönemde, dayanışmanın koşullarının sandığımızdan daha kolay yeşereceğine güvenmek gerekir.

(Dosya) Salgın döneminde öğrenciler

Bültene kayıt ol